Kimi beğendi, kimi beğenmedi AMA HERKES KONUŞTU

Bir dizi hazırladık. En fazla biz şaştık kaldık! Çünkü beklediğimizden çoooook daha yaygın bir tartışma yarattık. Kimi beğendi, kimi beğenmedi ama bir hafta boyunca herkes konuştu. Kimse tepkisiz kalmadı. Ne kadar tebrik aldıysak, bir o kadar da hakaret aldık.

Haberin Devamı

Köşe yazarlarının çoğunluğu eleştirdi. Beğenmediler. “Bu, daha önce yapılmış bir şey” dediler. “Yeteri kadar sosyolojik gözlem yok” dediler. “Maymunluk” dediler, “Soytarılık” dediler. “Sığ” dediler, “Yüzeysel” dediler. “Aç kapa Artema oldu bu kadın!” dediler. Ama tabii yaptığımız şeyi iyi bulanlar da vardı. Bunların hiçbirini kişisel almıyorum. Ben işimi yapıyorum. Bazen iyi yapıyorum, bazen yapamıyorum. Allah’tan şunu biliyorum: Yaptığımız her şeyi, herkes beğenecek diye bir şey yok. Huzurlarınızdan ayrılmadan önce, bu diziye ilgi gösteren herkese teşekkür ediyorum ve sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum...

NE BEKLİYORDUNUZ?http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim/hayat_farkli.jpg

Bir yıldır çözülemeyen başörtüsü meselesine yeni bir bakış açısı getirmemizi değil herhalde! Biz ne derin bir sosyolojik yaklaşım peşindeydik, ne de insanların inançlarıyla alay etme. Ne başörtüsünü yayma kaygımız vardı, ne yok etme. “Karşı Mahalleli” kavramlarının oluştuğu, “zenci Türkler” benzetmelerinin rahatlıkla yapılabildiği, geldiğimiz şu noktada, sokaktaki vatandaş birbirine hangi uzaklıkta, onu anlamaya uğraştık. Bir kadın gözüyle, şeklen de olsa tesettürlü olmak nasıldır, ne tip zorlukları, avantajları vardır bunu hissetmeye çalıştık elimizden geldiğince. Ve gördük ki kadın, her yerde, her şekilde kadın. Ve, o mahalle, bu mahalle desek de hepsi aslında Türkiye...

Haberin Devamı

B İ Z İ M  M A H A L L E

NASIL TEPKİ VERDİLER?

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim/aarman_ban_2.jpg

* Kimi çok eğlenceli, kimi ise çok cesur ve yaratıcı bulmuş.
* Kimi “İyi ki yaptınız! Eskiden tesettürlülere önyargıyla bakardım, şimdi onları anlamaya çalışıyorum” demiş, kimi ise “Esas baskı, mini eteklilere! Siz bunu göz önüne serdiniz!” deyip, teşekkür etmiş.
* Tabii tek fikir yok, “Türbanlı fotoğrafların görüntü kirliliği yarattı, özür dile bizden!” diyen de var, “Ne yapmaya çalışıyorsunuz, türbanı gözümüze sokup alıştırmaya mı?” deyip kızan da...

HER İKİ MAHALLEDEN DE ÖZKÖK’E SUÇLAMA

İki farklı mahalleden de aynı suçlama geliyor:
“Ertuğrul Özkök, türbanı yaymak için size bu diziyi hazırlattı...”
“Ertuğrul Özkök, türbanla dalga geçmek için size bu diziyi hazırlattı...” http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim/ortuu_model_3.jpg
Akıl veren, manipüle eden, “Aç, kapa, örtün, soyun!” diyen, basında kurşun manyağı gibi “Armanmania” yaratan gerçekten hep Ertuğrul Özkök mü? Özkök’ün çalıştığı insanlara vizyon verdiği kesin... Ama özgür bırakıyor... Hatta, bunu o kadar profesyonel yapıyor ki, bir şey danışmak için onu aradığınızda, kendini buldurmuyor bile... Sen kendi kendine çabalıyorsun... Ama işte herkes, her şeyden onu sorumlu tutuyor. Hürriyet’in yayın yönetmeni olmanın kaderi de bu olsa gerek.

Haberin Devamı

EN ÇOK GELEN ELEŞTİRİ

“Üniversiteye neden gitmediniz”e DEMET’İN CEVABI

“Türbanla o mahalle senin, bu mahalle benim” diye dolaşmaya niyetlenip de, üniversite kapısını zorlamayı aklımıza getirmemek mümkün mü?
Ama teknik bir problem söz konusu:
Temmuz ortasındayız ve üniversiteliler tatilde.
“Ne yapabiliriz?” diye düşünürken aklımıza İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Tesisleri geliyor. Evet, tabii ki aynı şey değil ama oraya da Boğaz havası alıp iki çay içmek için gelen ve türbanlı diye alınmayıp geri dönenler olduğunu duymuşuz, “Hadi” deyip, Baltalimanı’na doğru yola koyuluyoruz.
¡
 Kapıdaki görevli nazikçe...
“Kusura bakmayın, giremezsiniz!” diyor.
O gece özel bir düğün varmış, “İçeride hazırlıklar var, düğün misafirleri dışında herkese kapalı bugün...” diyor.
Ayşe zorluyor.
“Türbanlı olduğumuz için mi yoksa?”
Adamcağız; “Yok” diyor, “Eskiden olsa, yani şöyle 4-5 ay önce filan kesinlikle giremezdiniz ama şimdi rektör değişti, herkes girebiliyor...”
Arabaya biniyoruz. “Keşke bir üniversite kapısı da yapabilseydik” diye hayıflanıyoruz. Yaz sıcağında, başımız sımsıkı örtülüyken empati yapmaya çalışıyoruz. “İnançla, kendi isteğiyle başını örtmüş olanlar hava sıcak da olsa, taşımak zor da gelse, kendi istekleriyle örtünmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyorlardır” diye düşünüyoruz. “Peki ya baba, koca, mahalle baskısıyla örtünenler? Evden dışarıya çıkabilmek için mutlaka örtünmek zorunda bırakılanlar? İşte esas onlar için çok ama çok zor olmalı” diye içimizden geçiriyoruz.
Ve ister kendi sonsuz inancıyla, ister mahalle baskısıyla örtünmüş olsun, bu ülkenin kadınlarının, Atatürk’ün her kızının, üniversitede okumaya hakkı olduğunu düşünüyoruz. Okusun ki, maddi özgürlüğü olsun, okusun ki kararlarını kendisi versin, okusun ki yine kendisi gibi kararlarını kendi verecek kız çocukları yetiştirsin...
Ama bu, bizim işimiz değil, Meclis’te o turuncu deri koltuklarda oturan ve çoğunluğu erkek olan vekillerin işi. Şu ana kadar hiçbir meclis, bu sorunu çözememiş, aksine mahalleler ayrılmış, kavgalar çıkmış. “Bize kolonya ferahlığında bir çözüm lazım” deyip Tarabya’ya doğru yol alıyoruz.
¡
İstikamet, Kalender Orduevi...
Orduevi kartımız filan yok, içeri kartsız zaten girmek mümkün değil. Ama bir-iki önünden geçelim bakalım Radikal yazarı Nur Çintay’ın yazısında olduğu gibi kaşlar kalkıyor mu, türbanlı görünce Kalender Orduevi’nde huzur kaçıyor mu? Bir de biz görelim diyoruz.
Birkaç kere önünden geçip gidiyoruz.
“Herhalde şanslı günümüzdeyiz” diye gülüşüyoruz, çünkü yine hiçbir tepki yok.../ Demet ŞEN

Haberin Devamı

TEPKİLERİN  YÜZDE 63’Ü KADIN YÜZDE 47’Sİ ERKEK

Posta kutumuza binlerce mail düştü. Yüzde 63’ü kadın, yüzde 47’si erkekti. Hem bizim mahalleden, hem karşı mahalleden. En hakaret içeren, en tehditkâr, en ağır, en terbiyesiz mesajlar, karşı mahallenin erkeklerindendi. Gelelim, karşı mahalle ile ilgili diğer tespitlerimize...

K A R Ş I  M A H A L L E

NELERE KIZDILAR?

* “Bez parçası” dememize. Bu lafa sinir oluyorlar. Türban da yok. Başörtüsü denmesini tercih ediyorlar.
* “Örtü duymayı engelliyor!” tespitimize bozulmuşlar. Çünkü yanlış yapmışız, boneyi takarken, kulakların dışarıda kalması gerekiyormuş. Bir dahaki sefer öyle takarız inşallah.
* Ninja Kaplumbağa benzetmesine alınmışlar. Kafamı duvarlara vursaydım da o benzetmeyi yapmasaydım! Bu arada, haşemayı severek kullananlar var. Amaaaaa “O yağmurluk gibi şeyi giyeceğime suya hiç girmem!” diyenler de...
* “Reina’da ne işimiz var bizim?” En çok Reina’ya gitmemize kızmışlar. “3 K’ya (kampus-kamu-kışla) gitseydiniz de, mahalle baskısını oralarda yaşasaydınız” diyorlar. (Üniversiteye gidemedik ama İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı’ndaki tesislerine gittik. Bu sayfanda sokaklarda birlikte dolaştığımız Demet’in kaleminden okuyacaksınız...)

Haberin Devamı

EN ÇOK NELERDEN SIKILMIŞLAR?

Günlük hayatta karşılarına çıkan şu klişe cümlelerden:
* Ne varsa kapalılar da var!
* Sen hariç canım, sen modern kapalısın!
* Benim lafım türbanı siyası simge olarak kullananlara... Sen üzerine alınma!
* Benim anneannem de kapalıydı... Bakın, babam da hacıdır... Babaannemin de tülbenti vardı...
* Bunların burada ne işi var!

BU DİZİ HANGİ KADINSAL SORUNA PARMAK BASTI?

İyi kıyafet bulmak ciddi bir sorun. Gerçekten de giyecekleri güzel kıyafet bulamamak, canlarını fena halde sıkıyor. Tekbir’i biraz babaanne işi buluyorlar. Yenilerden Armina hoşlarına gidiyor. Mahmutpaşa’dan da çok iyi şeyler çıkabildiğini söylüyorlar. Onlar da kapanarak güzelleşmenin kolay olmadığını kabul ediyorlar.

Haberin Devamı

EN ÇOK NEDEN HOŞLANMIŞLAR?

Cevabı tek: Empati yapılması. Kendimizi, şeklen de olsa onların yerine koymuş olmamız, pek çok tesettürlüyü güldürmüş. Kızanlar olsa da, bize mail atanların büyük çoğunluğu diziyi, samimi ve yapıcı bulmuş. Ama kadınlar... Erkekler değil... Onlar kafamıza çürük domates attılar!

NASIL TEPKİ VERDİLER?

* Çok saygılı, sevgili, öğretici, nazik nazik eleştiren mail’ler var. Çok büyük çoğunluğu kadın.
* Belli ki en favori şairleri Mehmet Âkif, en sevilen dizesi de şu: “Medeniyet dediğin açmaksa bedeni, desene hayvanlar senden daha medeni!”
* Tabii kötülük saçan, bela okuyan, tehdit savuran, hedef gösteren, küfür kıyamet mail’ler de var. Ama azınlıkta. Enteresan bir şekilde tamamı erkek. Yüzde 100 kadını ilgilendiren tesettür konusunda, erkeklerin kadınlardan daha çok, üstelik cansiperane bir şekilde türbanı korumaları ise düşündürücü...
* Bundan sonraki araştırmayı, genelevde yapmamızı öneren “yaratıcı” mail’ler de gelmiş!
* Nihat Odabaşı fotoğraflarıyla türbanlı fotoğrafları karşılaştıranlar çok. Bir kısmı “Doğru yolu bulmuşsunuz!” diyor, bir kısmı “O kadın, bu kadın olamaz!”
* “Allah sizi başımızdan eksik etmesin!” diyen de var, hidayete ermemiz için duacı olan da, “Allah belanızı versin!” diyen de...

KÖŞE YAZARLARI NASIL YAKLAŞTI?

* Oturduğu yerden, tekneden eleştirenler.
* “Daha önce yapılmıştı bu! Yeni bir şey yok” diyenler.
* “Sen ne anlarsın, git soyun!” diyenler.
* “Türban bizimdir, bizim olacak!” diyenler.
* “Siyasal bilgiler okusaydın, üzerine sosyoloji master’ı ya da doktorası yapsaydın, hızını alamayıp Meclise girseydin bile bu konuyu çözemezdin. Bu mesele çözümsüzdür!” diyenler.
* Komik olmaya çalışanlar, bir sonraki maceramız için fikir bulmaya uğraşanlar.
* Cevap almak için laf çakanlar.
* Küfür kıyamet, ana avrat düz gidenler. Bunu da ahlak kisvesi altından yapanlar.
* Okuduğunu bile anlamayanlar.
* Beğense de beğenmese de, işin hakkını teslim edenler.
* “Gazetecilik böyle olur, masa başında değil, sokağa çıkarak yapılır. Aferin onlara!” diyenler.
* Her şeyin altında bir Ertuğrul Özkök arayanlar, her şeyi onun yaptırdığını düşünenler.
* Desteğini esirgemeyenler, öğreterek eleştirenler, üzerine bir fikir daha koyup yeni bir bakış açısı getirenler.

Hıncal Uluç- Sabah

BRAVO DEMEM GEREK AMA...

Gazetecilikte en büyük kıstas bu işte. Konuşuluyor musun? Mesele odur. Kıskançlık krizleri içinde Ayşe’ye çamur atanlar dahil, herkes Ayşe’yi konuşuyor. Evde, işte, okulda, tatilde, kafede, kahvede herkes “Ayşe’yi okudun mu?” diyor birbirine. Bu mahallenin kılığı ile öbür mahalleye gitmek ve o mahallenin baskısını yaşamak ve yazmak, akıllı iş. Türkiye’de pek bilinmeyen tesettür plajlarındaki hayatı yaşamak ve yazmak iyi gazetecilik. Herkes merakla okuyor, herkes konuşuyor, herkes tartışıyor. Ayşe’ye aslında “Bravo” demem gerek.. Onun yerine, “Demedim mi yarim ben sana?” diyorum.. Dubai’ye giderken “Uzaktan kumanda gazetecilik olmaz. Bu ülkede yaşamalı, bu ülkeyi hissetmelisin” demiştim. Ayşe’nin Dubai yılları hem kendisi, hem gazetecilik adına kayıptır. İspatı işte bu son yazı dizisi..
- İşte benim Hıncal’ım bu! Her şeyi ama her şeyi kendince açıklayan şahane adam! O kadar alıştım ki buna, bir gün böyle yapmazsa çok hayal kırıklığına uğrayacağım. Sevgili Hıncal Uluç, evet masa başı gazeteciliğine ben de karşıyım. Ama gözünüzü seveyim, kaldırmıyor muyum popomu her fırsatta? Orada bile, buradaymışım gibi çalışmıyor muyum? Dubai’den bir sürü iyi iş yaptım. Gerçi sizi ikna etmek mümkün olmaz ama... Boşverin, neye inanmak istiyorsanız ona inanın, koskoca Hıncal’ın fikrini asla değiştiremeyeceğimi biliyorum ben. Haklısınız, kalsaydım daha iyi gazeteci olacaktım. Ama gittim, mutlu bir kadın ve anne oldum. Gazeteciliğim de fena sayılmaz. Anlaştık mı? İyi yazlar olsun. Yanaklarınızdan öpüyorum.

Nihal Bengisu- Habertürk

ÜNİVERSİTENİN SOSYAL TESİSLERİNE GİTMELİYDİ

(...) Yüz binlerce kadının binlerce gündür yaşadıkları sıkıntıyı tek bir güne sığdırıp böyle genellemelere varmak, kimse kusura bakmasın şaklabanlıktan başka bir şey değil. Ayşe eğer sahiden empati kurmakla filan ilgileniyorsa, Reina önlerinde pazarlık yapmak gibi beyhude işlerle uğraşmayı bırakmalı, gerekirse birkaç ayı bu işe ayırmalı ve olayı yerinde tespit etmek üzere “kamusal alan”a sızmalı. Sıkıyorsa, bir üniversiteye girmeye çalışmalıydı, sıkıyorsa, bir iş başvurusunda bulunmalıydı. Üniversitelerin sosyal tesislerinde bir kola içmeye kalkışmalıydı, orduevlerine girmeyi denemeliydi. Bir yemin törenine girmeye yeltenmeli, bir mezuniyet törenine katılmalıydı...

Hakan Aygün- Bugün

AYŞE, ÇİRKİN YAŞLANIYOR

Ayşe Arman “annelik sendromu”ndan kurtulduğunu eşe dosta göstermek için, ilk iş olarak geçenlerde çıplak poz verdi. “Ayşe’yi yeniden parlatalım operasyonu”nun son adımı, tesettür mahallesinde mini etekle, laik mahallede tesettürle gezdirmek oldu. Ve ben anladım ki, “Ayşe işi” bayatlamış.
Çünküüü... Aynı “kılık değiştirme numarası”nı Ayşe bekârken de yaptırmışlardı. Gördüğüm o ki, Ayşe’de “yeni numara” yok. Ve ayıptır söylemesi, Ayşe güzel yaşlanmıyor, “Photoshop” olmayınca Ayşe’nin çirkinleştiği ortaya çıktı...

Nagihan Alçı -Akşam

NEDEN AYŞE’DEN DİNLEMEK ZORUNDA KALIYORUZ

Ayşe Arman’ın türban takıp Türkiye’yi keşfe çıkmasıyla beklentim iyice arttı:
Neden kendini muhafazakâr olarak tanımlayan aydın kadınlar konu “kadın olmak” meselesine gelince, kaçak güreşiyorlar? Niçin gizli bir suskunluk yemini etmişçesine yalnızca gerektiği zamanlarda savunma pozisyonuna geçiyorlar?
Kendilerini “içeriden” ve limitsizce anlatmayı neden denemiyorlar?
Cinsellikleri, seksten beklentileri, bekâret konusunda düşündüklerini neden açık açık yazmıyorlar?(...) Neden türbanın ne hissettirdiğini türbana yabancı Ayşe Arman’dan dinlemek zorunda kalıyoruz? Muhafazakâr kesimin yazarlarından şu soruların cevabını istiyorum: 1- Muhafazakâr kesimde makbul doğum kontrol yöntemi diye bir şey var mıdır? 2- Evliyken başka bir erkeği arzulayan kadına nasıl bakarsınız? 3- Kafanızı dağıtmak istediğinizde ne yaparsınız? 4- Kendinizi başı açık kadınların yanında daha az mı kadın hissedersiniz? Onları kıskandığınız olur mu?

Ruhat Mengi- Vatan

MAMİ’Sİ HÂLÂ TÜRKÇEYİ ALMANCA GİBİ KONUŞAN

(...) “Soyunma” haberinin etkisi geçince bu kez “örtünme”ye gelmiş olmalı sıra. Olabilir, ister soyunur, ister örtünür, demokratik bir ülkede (devlet alanları dışında) herkesin kendi tercihidir. Hele de Türk geleneklerinden çok Alman geleneklerine yakın (Mami’si hâlâ Türkçeyi Almanca gibi konuşan) birinin soyunup, giyinmesi Türkiye’yi hiç ilgilendirmez (...)
- Aklınca, Cumhuriyet kadınını temsil ettiğini zanneden, katı ve sert kadın! Empati özürlü kadın! Kimsenin annesine babasına laf edilmez, öğretmediler mi sana? Ayıptır. Kimsenin aksanına, tabiyetine de laf edilmez. 40 yıldır bu ülkede yaşayan artık Türkleşmiş Alman annemden ne istersin? Aksanı mı batıyor sana? Herkes senin Türkçenle mi konuşmak zorunda? Sen Ermenileri, Yahudileri de öteki olarak görüyorsundur. Yazdıklarından senin adına ben utandım. Irkçı n’olacak! Sen benim için Pamuk Prenses’teki taş kalpli kadınsın!

Oray Eğin- Akşam

ÖFKENİN SEBEBİ KISKANÇLIK

(...) Şimdi kimse kimseyi kandırmaya çalışmasın, bu kadın yazarlarımız da hiç kendilerini kandırmasınlar. Medyadaki birçok ‘düşük profilli’ kadın gazeteci gibi, onların da Ayşe Arman’a öfkelerinin sebebi bellidir: Çok anlaşılır bir insani his olan kıskançlık. Ayşe Arman’ın kendisinden konuşturup, tartıştırmasını bir türlü çekemiyorlar. Ayşe Arman iyi de iş çıkartsa, kötü de bir şey yapsa hep kendisinden bahsettirmeyi biliyor. Ve her seferinde de yeni, şaşırtıcı bir malzemeyle okurun önüne çıkıyor. Eskiden kendisine solcu-feminist diyen bir medya ittifakının hedefiydi, şimdi İslamcı-liberal yazarların...

Yasemin Çongar- Taraf

SOSYOLOJİK DERİNLİĞİ YOKTU AMA SAMİMİYDİ

Ayşe Arman bence hayırlı bir iş yaptı. Evet, aceleye getirilmiş bir proje olduğu belliydi ve evet, yüzeysel gözlemlerle sınırlıydı yazdıkları...Ve evet, sosyolojik derinliği olan, toplumsal hayatımızın her alanına mercek tutan bir haber-röportaj koymadı ortaya. Ama -ne yazık ki Taraf’ın bir köşesi dahil- bazı gazetelerde hakkında yazılan galiz ve düzeysiz yorumları da haketmedi Arman.
Ben kendi hesabıma, “Ayşe karşı mahallede” yazılarını, bir Ayşe Arman röportajı okuduğumu unutmadan okudum ve bu sınırlar içinde o yazılardan faydalandım. En azından, Arman’ın gözlemlerinin “samimiyetine” inandım...

Serdar Akinan-Akşam

GÜNDEM YARATMANIN PİRİ OLDUN

Ayşe Arman sana hastayım. Nasıl hasta olmayayım? Bu memlekette gündem yaratmanın piri oldun (...) Dünya yıkılıyor, memlekette kan gövdeyi götürüyor, ortalık kan revan, milyonlarca işsiz, aşsız, küresel ısınma, türban, Kürt meselesi, Hrant’ın katilleri, Ergenekon, daha sayayım mı... Biz ne konuşuyoruz? ‘’Ayşe Arman anadan üryan soyunmuş...’’ Tüm Türkiye gündemi bir anda allak bullak. Dikkat ettim ne zaman çok ciddi bir mesele olsa, Ayşe, gene gündemde. Ya memesi, ya orgazmı, ya bacağı, ya poposu (...)

Elif Çakır-Taraf

MAKYAJ GÜZELİYMİŞ!

(...) Ayşe’nin maceraları serisinde bu hafta “Ayşe örtünüyor” konusu işleniyor. Sevgili Ayşe... Sıcak mıcak demeyip örtünmüşsün! Fakat heyhat... Meğer bütün numaran jölelerinde, saçlarına çektirdiğin fönlerinde ve makyajındaymış. Harbi makyaj güzeliymişsin sen!

Kurşun Kalem- Zaman

TESETTÜRLÜ AYŞE’YLE ETİLER’DE

(...) Ayşe Arman’ı, Etiler sokaklarında tesettürlü bir vaziyette gördüm. Önce gözlerime inanamadım. “Yok, olamaz böyle bir şey. Benzettim sanırım” falan dedim. Geçip gidecektim ki; içimdeki bir ses, “İşin aslını astarını öğren” dedi. “Hayırdır inşallah” deyip hemen işe koyuldum. Başladım takibe. Gördüğüm kadının Ayşe Arman olduğundan emin olmak için biraz daha yaklaştım, göz göze geldik. Tebessüm etti. Yüzünden hiçbir zaman eksik olmayan tebessümden “Yakında ne yapacağımı görürsünüz. Yine bombayı patlatacağım!” manasını çıkardım. Sanki karşımda Ayşe Arman değil de daha dün yaramazlık yapmış, birazdan yine bir yaramazlık yapacak haşarı bir çocuk vardı...
- Çok şekersiniz. Ama biz hiç Etiler’e gitmedik. Sizi üzmek istemem ama başka bir kadınla göz göze gelmiş ve gülüşmüşsünüz!

Serdar Turgut- Akşam

TÜRBAN, BEYNİN AYKIRI KONUŞMALARINI DURDURABİLİR Mİ?

(...) Ben soruyu direkt soracağım: Dine uygun yaşamı seçmiş özellikle gençler bu tercihlerini, hayatı yaşamaktan duyulması gereken mutluluk (Joie de vivre) ile nasıl bağdaştıracaklar? Çok basit bir soru ama hayati önemde bir soru aynı zamanda. Birçok genç insan, özellikle genç kızlar bu soruya tatmin edici bir cevap bulunamadığı takdirde, mutsuz olmayı sürdürecekler. Ayşe Arman bu mutsuzluğun detaylarda nasıl yaşanabileceğini (örneğin denize girip suyu teninde hissedememek gibi) yazdı. Bir insana dinin vereceği coşkuyu hayatın diğer coşkularıyla bağdaştıracak, bunları birbirleriyle uyumlu kılacak formül bulunmalıdır. Keşke beynin bize önerdikleri sadece sevgi ve huzurdan ibaret olsaydı. O zaman dünya birçok mutlu insanla dolu olurdu. Ama durum böyle değil. Beyinlerimiz bize, bazen huzursuzluğu da öneriyor. “Çılgınlık yap” diyor, “Uçuk yaşa” diyor, “Seviş” diyor, “Kendini kaybet” diyor. Özellikle genç insanlara bunu daha yoğun söylüyor. Keşke başlara bağlanan türban beynin o aykırı konuşmalarını durdurmak gücüne sahip olsaydı...

Habertürk Analiz

ÖZKÖK, TÜRK MEDYASINI ARMANMANİA HALİNE GETİRDİ

Nasıl mı yaptı? Cevabı basit: “Aç-kapa Ayşe” komutuyla. Ayşe Arman’ın gerektiğinde fotoshop’lu üç-beş çıplak fotoğrafını, gerektiğinde üç-beş tesettürlü fotoğrafını yayınladın mı... Fotoğrafların yanına da, masa başında üretilmiş tahrik edici iki-üç yazı koydun mu... Ülkenin, en derin, en insani acılarını içeren, en hakiki sosyo-politik, sosyo-kültürel meselelerini hap niyetine ele almış ve Türk medyasının çoğunluğunun üzerine atladığı “kamusal tartışma” konusu haline getirmiş olursun. Az şey mi bu başarı? Ertuğrul Özkök’ün sosyologluğuna da yakışır doğrusu!

Mehmet Yılmaz-Hürriyet

BİR MAZLUM YARATMIŞLAR

(...) Türban takan kızlar toplumsal yaşamın her alanında itildiklerini, kabul edilmediklerini zannediyorlar. Kendilerini “istenmeyen öteki” gibi görüyorlar. “Zulüm” altında kaldıklarını düşünüyorlar. Toplumsal gerçekliklerimizden tümüyle kopmuş gibiler, hayallerinde bir “mazlum” yaratmışlar, o rolün içinden çıkamıyorlar. Hiçbiri durumunu sorgulamıyor. Dini taassubun kendi hayatlarını ne hale çevirdiğinin, asıl zulmün bu taassup olduğunun farkında değiller. Küçük yaşta evlendirilmeye, toplumsal yaşama katılmalarının belli örtünme kurallarına bağlı tutulmasına itiraz etmek akıllarına gelmiyor. Bu arada, sadece Fatih Çarşamba’da değil, Anadolu’nun küçük kent ve kasabalarında asıl zulüm görenlerin, örtünmemekte direnenler olduğu gerçeğinin farkında bile değiller.

Akif Beki- Radikal

EMPATİ ÇABASINI SEMPATİYLE KARŞILIYORUM

Gelen tepkilerden anlıyorum ki, hangi mahalleden olursa olsun kadınlar, en çok hemcinslerinden anlayış bekliyor. Çünkü bir kadını, en iyi, başka bir kadın anlar. Tepkilerden biri şöyleydi: “Kör olası, bir zahmet üniversite kapılarına da gitseydi... Ya da devlet dairesinde iş aramaya kalksaydı... Olmadı, sevdiğinin mezuniyeti için askeri törenlere... Ordu evlerindeki akraba düğünlerine girmeyi deneseydi bir de. O zaman baskı var mıymış, yok muymuş çok iyi görürdü.”
Ben, gene de Ayşe Arman’ın ‘empati’ çabasını ‘sempati’yle karşılıyorum. Okurum gibi ‘kör olası’ demiyorum. ‘Kör olmasın ki, görsün bunları.’

Yazarın Tüm Yazıları