Keloş

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

‘Keloş’...Bu argo sözcüğü tepesi genç yaşta açılmış babalarımız için kullanmazdık.Biz, Koca Ragıp Paşa İlkokulu'nun yukarı Laleli'de, Atatürk Bulvarı'nda, Harikzedeler Apartmanlarında ikamet eden ‘‘iyi aile çocuğu’’ öğrencileri, Kumkapı'nın, Nişanca'nın, Langa'nın aşağı mahallelerinden çıkan ve saçları çoğu zaman ustura veya makinaya vurulmuş olan akranlarımıza ‘‘keloş’’ derdik.

Teneffüslerde enseye bir şaplak indirir ve ‘‘keloş’’ diye bağırırdık.

Hele hele, biçare İbrahim elimizden çok çekti.

Bulgar muhaciri bir arabacının oğlu olan ve sınıfa daima üç numara tıraşlı gelen zavallıcığa yaptıklarımızı düşündükçe utançtan yerin dibine giriyorum.

Yoksulluktan aşınmış ve kolasız yakanın üstüne tokadı yapıştırdıktan sonra bir de avucumuzu yukarı doğru sürterek ‘‘tayyare meydanı’’ diye alay ederdik.

Sosyal statümüzün ayrıcalığını kellemizdeki kıl uzunluğuyla haykırırdık.

* * *

ZATEN, en azından İstanbul'da, benim kuşağım çocuklarının için bu ayrıcalık saç tuvaletinde tezahür ederdi.

Bizler kandil simidi yemek için Eyüpsultan'a götürüldüğümüzde de, taksiden inmiş olsalar bile üstlerinden taşralılık akan ve duaları inaçla okuyan sünnet oğlanları gibi, ‘‘Maşallah’’lı külahların altında yontulmuş kafa taşımazdık.

‘‘Coni’’ modası kısa bir ‘‘alabros’’u çok sevsek dahi, yine de önde ve tepede bir tutam bıraktırırdık.

Babalarımız berbere ‘‘yaz tıraşı’’ komutu verdiğinde de, makinanın ense ve şakakların ötesine geçmemesi için ayna karşısında hop oturur, hop kalkardık.

Biraz boy attığımızda ise, üniversiteyi bitirip yedeksubay olmayı belki en çok, izin gelişi sevgililerimize nefer kellesi teşhir etmemek için isterdik.

Belki bunun tek istisnasını ‘‘mahpus fiyakası’’ oluştururdu.

Önce Beatles kup sonra ‘‘afro’’ hırpanilik piyasada dolaşsa bile, kampüse, derneğe, mitinge ‘‘tayyare meydanı’’ bir toramanlıkla gidildiği ve sözümona görülmesin diye de başa köylü kasketi geçirildiği takdirde, akan sular dururdu

Bu ‘‘keloş’’luk, kodes veya zaptiye rahle-i tedrisinden geçilmiş olduğunun simgesiydi. Değme sosyetik kızları efsunlamanın da en mükemmel yöntemiydi.

Ama yine de benim kuşağımın yetişkinleri durup dururken kafa kazıtmadılar.

Saçlarını nispeten uzun tuttular ve gönüllü biçimde ‘‘keloş’’ olmadılar.

* * *

NE mutlu ki, hayat ve estetik değişiyor. Yenileniyor... Dönüşüyor...

Yukarıdaki satırları, büyük oğlum dahil şimdiki bir bölüm yetişkinin ve gencin saçlarını artık makinaya vurdurtur olmasından dolayı yazdım.

Bu yeni modanın nasıl doğduğunu bilmiyorum... Belki Amerikalı bir basket oyuncusundan, belki Afrikalı bir koşucudan, belki de başka birisinden çıktı.

Zaten hiç önemli değil... Önemli olan, hiç durmadan devinim geçiren hayat dinamiğinin her şeyi dönüştürüyor olması.

Nitekim, kendi hesabıma kafamı herhalde kazıttıracak olmasam bile, böyle bir baş tuvaletiyle peydahlananlar şimdilerde hoşuma gider oldu.

Artık ‘‘keloş’’luk nefret ettiğim bir hal ve oluş tarzı olmaktan çıktı.

Dönüşen hayat genel estetik kıstasları da dönüştürdü. Ve bu yeni hayat ve bu yeni estetik kıstaslar benim eski saplantı ve bakışlarımı da değiştiriyor.

Zul addettiğim ‘‘keloş’’luk öncü, hatta ihtilalci bir nitelik kazanıyor.

Biçare arkadaşım İbrahim'e yapmış olduklarım da içime daha çok oturuyor.

Şimdi yaşasın yeni hayat, yaşasın yeni estetik ve yaşasın ‘‘keloşlar’’!

Yazarın Tüm Yazıları