Kapıdan girdiğim anda kuşkularım bitti Süreyya efsanesi Mel’s ile devam edebilirdi

Geçmişten söz ederken tarih vererek konuşanlara bayılırım. Durur, ‘Şu yılın şu ayıydı’ derler. Bense, 1699 Karlofça Antlaşması gibi zorla bellediğim tarihler dışında tarih bilmem. Zaman benim için ya dün gibidir ya da fi’dir.

Dodo ile tanışmamız da dün gibi. Körfez Savaşı günleri.

Hiç unutmam, Şişli Beymen’de Banu Birkan’ın odasında kös kös oturmuş, ruhumuz mengene, allak bullak olan işleri neyleyeceğimizi konuşurken içeri maytap gibi genç bir adam girmişti. Elinde o güne dek gördüğüm en güzel kır çiçekleri buketi... Tanıştırıldık.

Maytap gibi demem boşuna değil. Gerçekten de sirayet eden bir neşesi vardı. Aslında gamsız ruhları sevmem ben. ‘Dünya bir yana, benim dünyam öbür yana’ diyenlerden fazla hazzetmem. Gel gör ki, Dodo onlardan değildi. Neşeliydi de demek doğru değil belki. Ondan yayılan ve bize iyi gelen şey, sanırım, iyimserliğiydi.

ÇİÇEKÇİ, TAKI TASARIMCISI, İÇ DEKORATÖR, İŞLETMECİ...

İlk gün sezdiğiniz genellikle en doğru olandır ya haklıymışım. Dodo hiç değişmedi. Gün oldu başı sıkıştı, gün oldu dünyası karardı ama o hep iflah olmaz bir iyimser olarak kaldı. Doğası böyle. Yüzü güzele dönük olanlardan. Acıyı bilen, ondan çok şey öğrenen ama yerleşmesine izin vermeyenlerden.

Tanıştığımız günlerde çiçekçilik yapıyordu.

Çiçeklerin jelatine sarıldığı, çirkin kurdelelerle bağlandığı, üstlerine de toplu iğne ile; yapan sanki sanat eseri yaratmış da imzasını atmasa olmazmış gibi adreslerin iliştirildiği günlerde, aldığınızda hayran kaldığınız buketler hazırlardı. Sümbüller, nergisler, güller...

Sonra takı yaptı. Eline altın tozu bulaştı.

Orada da durmadı. Zevkini evlere taşıdı. Önce arkadaşları derken diğerleri, evlere ruh kattı.

Zeynep Fadıllıoğlu ile bir süre Etiler 29’da çalıştı. Beraber bir ilke imza attılar. 29’u bir ev gibi tasarladılar ve bütün arkadaşlarını orada ağırladılar.

İşletmeciliği sevmiş olmalı. Yıllar sonra Salopet’le başlayıp; Ritz Carlton’un altına, oradan Tarlabaşı’na, Kuruçeşme’ye dolaşması bundan.

İki yıl boyunca İstanbul’un değişik semtlerinde, içinde yer aldığı ekiple birlikte başarılı yerler açtılar. Ama gel gör ki, Dodo yalnız çalışmayı sevenlerden. Bir işi yapacaksa, günahı da vebali de benim olsun diyenlerden.

Ne de olsa adını kısaltan, soyadına sığınmayan birinden söz ediyoruz.

Baba, İhsan Çakıt Tercüman Gazetesi’nin kurucularındanmış. Çocukluğu, sekiz dil bilen oturaklı tumturaklı bu baba ve sessiz ama bir lafıyla yürek dağlayan bir annenin kanatları altında; devrin ileri gelenlerinin ağırlandığı kalabalık bir evde geçmiş. Okulu da okumayı da sevmemiş. Liseyi bitirir bitirmez de bu defteri kapattığı gibi kendini dışarı atmış: Sokaklara, hayata.

BİR İŞE KALKIŞIRSA LAYIKIYLA YAPAR

Kaç zamandır görüşmüyorduk. Yılbaşı öncesinin hay huylu günlerinde Nişantaşı’nda karşılaştık. Her zamanki gibi acelesi vardı. Ayaküstü yeni bir yer açacağından söz etti: Adını da söyledi Mel’s.

Dodo bir işe kalkışırsa onu layıkıyla yapar. Bundan en ufak bir kuşkum yok. Gene de yeni yerin Bebek’teki BP istasyonunun üzerindeki Eski Süreyya’nın yeri olduğunu öğrenince irkildim. Orada çok lokanta açıldı. Kimi uzun dayandı, kimi açıldığıyla kapandı. Bundan mıdır neden bilmem, orası bana Süreyya’nın gölgesinin düştüğü o yüzden de farklı tarzların tutunamadığı bir yer gibi gelir.

Dün akşam Mel’s’e giderken de aynı şeyleri düşünüyordum. Kapıdan girdiğim anda kuşkularım bitti. Süreyya efsanesi Mel’s ile devam edebilirdi.

Gerçekten de Mel’s İstanbul’daki başka hiçbir yere benzemiyor. Bırakın İstanbul’u Avrupa’da ya da Amerika’da da benzerine sık rastlanan bir yer değil. Zorlama bir benzetme yapacak olsam; Mel’s Philippe Starck’ın açıldığı yıllarda çok ses getiren ünlü Costes Otelinin lokantasına benziyor, derim. Şu farkla: Evet, Costes, Ampir döneminin bütün ihtişamını yansıtan dekoru ile anında Parisli dandiler tarafından keşfedilen popüler bir yerdi ama çok kötü yemek yenirdi. İnsanlar oraya daha çok Philippe Starck’ın dekorunu ve yolu Paris’e düşen ünlüleri görmeye giderdi.

Mel’s’e gelince, Mel’s dekoru kadar yemekleri ile de iddialı. Hatta en iddialı olduğu alan, mutfağı. Şef, Herve Maurice Pronzato, iki Michelin yıldızıyla taçlandırılmış bir şef. Unutmayın, alması her şefin rüyası bu yıldızlar bedava dağıtılmıyor. Bir mekanın iki yıldızlı olması demek, iyi dekor, iyi servis ve çok iyi yemek demek. Mel’s’de hepsi var.

Ağır kadife perdeler, yuvarlak kapitone kanepeler, siyah lake, kristal avize, dev çiçekler. Gümüş tepsilere dizilmiş billur karaflar, suyunuza renk katan egzotik meyveler, özel yaptırılmış rakı kadehleri. Ve aynalar...

Ağır, barok dekor, Barbara Pensoy ve Dodo tarafından yapılmış.

Masaya geçmedik. Şöminenin önündeki rahat koltuklarımızdan kalkmaya üşendik ve yemeklerimizi Dodo’nun önerdiklerini usul usul yanan ateşin karşısında yedik.

Porto şarabı ile tatlandırılmış, frambuaz jöleli foie gras (kaz ciğeri), ıstakoz köpüğü gezdirilmiş tempura edilmiş karides ve üzerine altın varak yayılmış bitter çikolatalı ‘palet’. Nasıl olduklarını söylememe gerek var mı? Bunları yedim ama aklım diğerlerinde kaldı. Mönü zengin ve belli ki hepsi özenle seçilmiş. Trüf, havyar gibi pahalı malzemeler kullanılmış ve kullanılırken eller titrememiş.

Bunca şaşaaya karşın fiyatlar uçuk değil. Ucuz dersem ayıp olur. Ama böyle bir yemeği Avrupa’da yemeye kalksan ödeyeceğinin yarı fiyatına. Adam başı 100 YTL’yi gözden çıkarmak gerek. İnsanın kendini ya da bir sevdiğini şımartması için bu rakam fazla mı bilemedim...

n Mel’s: Cevdet Paşa Caddesi, Vezir Köşkü Sokak No:2, Bebek. Tel: 0212 257 70 40 Rezervasyon gerekli.

NEDEN FİKRİM DEĞİŞTİ?

Yaş günümü Mel’s’in arka odasındaki uzun masada, Dodo’nun hazırlatacağını bildiğim pastanın mumlarını üfleyerek kutlamaya karar verdim. Giderseniz, hep unutmaya çalıştığım doğum günümü bu yıl neden dört gözle beklediğimi de şıp diye çözersiniz.
Yazarın Tüm Yazıları