İşin sırrı oyun kurucuda

Şu anki Milli Takımımız, Türk basketbol tarihinin en iyi oyuncularından kurulu. Başarı ölçümüz ise oyun kurucularımızla sınırlı.

BİR önceki yazımızda Türk basketbolunun Avrupa'da bir tur öne geçmesi için basketbolumuzun oyunu okuyabilen, adele ve beceri yanında, beynini de kullanan uzun oyuncular aradığını yazmıştık. Geçen hafta oynanan Maccabi-Ülker karşılaşması kısa boylu (point guard) yanında, oyun kurucu uzun (point high post) adam olmadan, işlerin ne kadar güçleşeceğini bize gösterdi. Ülker-Maccabi maçının ilk yarısında, dünyanın en iyi point guardı olduğu iddia edilen Litvanyalı Jasikevicius, kendini oyuna vermedi, sahada adeta dolaştı durdu. Ama ikinci yarının hemen başında takımın yönetimini ele aldı ve öyle bir 10 dakika sergiledi ki, ona "Dünyanın en iyi point guardı" diyenlere puan kazandırdı. Ve Ülker ilk yarısında önde olduğu maçta, 3. çeyrekte sadece 4 sayı atabildi. Fark da açılarak oyunun sonucu bu çeyrek sonunda belli oldu.

Yeni savunma anlayışı

Ama oluşan farkın kolay görünmeyen yanı Maccabi'nin yaptığı özel savunmaydı. Eskiden Türkiye'de ve Avrupa'da koçlar takımlarının savunmasını adam adamadan zone savunmaya dördürmek için ilk yarı sonunu, soyunma odasını beklerlerdi. Sonra işler hızlandı. Önce molalarda, sonra ise kenardan yapılan işaretlerle takım savunmaları değişir oldu. Bu yıl bu iki savunma o kadar içiçe girdi ki, takımların hangi savunmayı yaptıklarını söylemek, maç yorumcuları için bile çok güçleşti.

Top pivota verilince "zone'a dönme taktiğine alışmıştık. Bu yıl ise ABD'de kolej takımları yeni bir savunma anlayışı ortaya çıkardılar. Başladıkları 24 saniyelik savunma süresinde rakip takım 2 veya 3 pas yapar yapmaz, zone savunmayı bozup adam adama savunmaya geçiyorlar. Savunmalar birbirine eklenip, birbirleriyle bütünleştiğinde, ortalık karışıyor, problem bir Arap saçına dönüyor ve koçların iş çok zorlaşıyor. Siz mola alıp 3 pastan sonra adam adamaya dönüyorlar dediğinizde, bir bakıyorsunuz ki, rakip takım 'zone'a dönmek için pas sayısını değil, yer değiştirmeleri kullanmaya başlıyor. Molanız boşa gidiyor. Koçların yapacağı çok bir şey yok. Çare, artık her takımın özellikle faul çizgisi üzerinde etkili uzun oyun kurucu (point high post) bulması.

Kerem Gönlüm gibiler bulunmalı

Bu problemli savunmalardan sonra herkesin Kerem Gönlüm tipindeki oyuncuları bulup yetiştirmesi, artık kaçınılmaz oldu. Malesef tip olarak Kerem Gönlüm'e benzeyen tüm oyuncular her takımda yedek sıralarında oturuyorlar. Ona benzeyen tek oyuncu Mehmet Okur. Ancak eski kafalı Utah koçu, Mehmet'i oyunu okuma kabiliyetini kullanacağına ona buna perdeleme yapmakla görevlendiriyor. Bu yüzden Ülker teknik yönetiminin Kerem'e özel bir ilgi göstermesi şart.

Kerem'in pas, şut, dripling, ribaund, yapamadığı bir şey var mı? Yok. Peki, "Kerem bu saydıklarımızdan hangisini çok iyi yapıyor? diye sorarsanız, cevap, "Keşke bunu sormasaydınız" olur. Çünkü, çok iyi yaptığı hiçbir şey yok. Kerem'in giriş kapısında "Büyük oyuncu olmadan buradan çıkılmaz" yazılı bir çalışma ortamına ihtiyacı var. Kerem büyük oyuncu olmadan, Ülker hedeflediği zirvelere erişemez.

Milli maçlar yaklaşıyor. Bilmiyorum, hiç kendi kendinize "Mrsiç veya Dickel gibi bir point guardımız olsaydı, Türk Milli Takımı Avrupa'da kaçıncı olurdu?" diye sorduğunuz oluyor mu? Şu anki Milli Takımımız Türk basketbol tarihinin en iyi oyuncularından kurulu. Başarı ölçümüz ise oyun kurucularımızla sınırlı.

Hücum ve savunma

İsterseniz bu yazıda Cüneyt Erden'i ele alalım. Koşup zıplayan her oyuncunun rüyası, Cüneyt'le aynı takımda oynamak olmalıdır. Darüşşafaka'da bugün hangi oyuncu ribaundu alacaklarını hissedip, bütün hızıyla rakip potaya koşsa, topu elinde buluyor. Eğer bu koşan oyuncu iyi de zıplıyorsa, topu havada tam yerinde yakalayıp pası smaçla tamamlayarak yeri göğü inletiyor. Alkışı smaçı vuran alıyor, ama pası veren Cüneyt.

Ben Cüneyt'in fast-break'lerde en az Jasikevicius kadar yetenekli ve başarılı olduğuna inanıyorum. Başka bir deyişle Cüneyt, hızlı oyunda Avrupa'nın en iyi point guardlarından biri. Ama fast-break bittikten sonra set oyununda Cüneyt sahneyi terk ediyor. Halbuki onun şutu, hatta drive'ı da var. Ama çabuk yoruluyor. Basketbolda yorgunluk beynin katilidir. Yorulunca yaratıcılığınızı kaybedersiniz. Cüneyt yorulunca yalnız yaratıcılığını değil, zaten yetersiz olan liderlik vasfını da tamamen kaybediyor. Cüneyt, Milli Takım'da ne yapar? Eğer, Cüneyt güçlü bir kadroya sahip Darüşşafaka'yı iyi bir takım olma yolunda omuzlarsa, Milli Takım için de ümit olabilir. Cüneyt'in üstün hücum yeteneklerine karşı, savunması da yetersiz.

Basketbolda herkesin aklı hücumdadır. Savunma İSTENMEYENİ YAPMAK demektir. Hücumu yokuş aşağı, savunmayı yokuş yukarı koşmaya benzetebilirsiniz. Hücum, yetenek, beceri, savunma ise özveri ve kararlılık demektir. Bugün hala Harun Erdenay'ın adının yanında "Avrupa'nın en iyi HÜCUM oyuncusu" yazılı. Ama Harun savunma da yapsaydı, yukarıdaki cümlede "hücum" kelimesi geçmezdi ve geriye ne kalırdı, dikkatli okuyun.

Daçka'nın emrindeyim

Geçen hafta Darüşşafaka cemiyet toplantısı vardı. Eski günleri hatırladım... Yarım asır önce Fatih Çarşamba'daki okulun basketbol sahası küçücüktü ve tam sahada ancak 3'e 3 oynanabilirdi. Depolanmış çimento torbaları yüzünden dripling yaptıkça, yüzünüze gözünüze toz bulaşır, önünüzü göremezdiniz. O, 3 kişilik takımda yer bulmak için biz öğle yemeğinden vazgeçip salonun kapısında sıraya girerdik. Ben herşeyden önce o günlerden sonra bugünkü muhteşem tesisi kazandıran Çetin Berkmen'e ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ayrıca Darüşşafaka'ya duyduğum sonsuz minnetin ufacık bir kısmını geri ödemek ümidiyle, tecrübemi maçlarda kenardan "Daçka... Daçka..." diye haykıran okul çocuklarının emrine vermeye kararlıyım. Bunu açıklıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları