İmtiyazsız üyelik

ÖNCE size, ABD’deki hocalarımdan kırk yıl önce öğrendiğim temel bir kuralı anlatmak istiyorum. Hikáye eski ama Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde gelinen noktada bunu anlatmanın tam sırasıdır diye düşündüm. Kural şunu diyor: ‘Herhangi bir yasanın veya anlaşmanın adı ne ise amacı onun tam tersidir.’

Önce birinci örneği anlatacağım. Amerika’da Büyük İktisadi Buhran devam ederken işçi-işveren ilişkilerini tanzim için 1935 tarihinde Wagner-Connery Yasası kabul ediliyor.(Amerika’da yasalar resmi adıyla değil, hazırlayanların soyadlarıyla anılır.) Bu yasa, işçi sendikalarını müthiş güçlü konuma getiriyor. İkinci Dünya Harbi bittikten sonra Amerika’da hızlı bir ekonomik gelişme ortamı doğuyor. Ancak işverenler, Wagner-Connery Yasası’ndan memnun değil.

Bunun üzerine, sendikaların yetkilerini kısıtlayan ve işverenlerin adam alıp çıkarmada ellerini rahatlatan Taft-Hardley Yasası kabul ediliyor. Yasayı işçiler benimsesin diye adı ‘Çalışma Hakkı’ (Right to Work Law) olarak konuyor. Hocamız bunu anlatırken, herhalde adı ‘Sendika Çökertme’ kanunu olamazdı diye dalgasını geçmişti.

Yine ABD’deki ticaret hukukuna göre anonim şirketler, daha çok tahvile benzeyen sabit temettülü ‘tercihli pay senedi’ (preferred stock) çıkartabilir. Bu senet sahipleri, genel kurulda oy kullanamaz ve şirketin değer artışından da istifade edemez. Finans hocamızın tabiriyle, yatırımcılar tarafından pek ‘tercih edilmedikleri’ için bu senetlerin adı ‘tercihli’ konmuştur. Ama bunun da bir piyasası vardır. Mesele ne aldığını bilmek ve ona göre fiyat ödemektir.

*

Avrupa Birliği’ne katılma gayretlerimiz, hayalperest olmayan ve gözünü AB bürümemiş herkesin tahmin ettiği gibi, zora girdi. Fransa ve Hollanda’da yapılan ve neticesi hayır çıkan anayasa referandumlarından sonra yapılan anketler, Avrupa halklarının Türkiye’nin tam ortaklığına sıcak bakmadığını gösteriyor. Mesela, Fransa’da hayır diyen yüzde 56’nın yüzde 14’ü, oyunu Türkiye’ye hayır anlamında kullandığını söylemiş.

Düşünün, Türkiye sorunu olmasa, hayır diyenlerin toplam içindeki payı, yüzde 48’de (56 eksi 0.14 çarpı 0.56) kalacak ve ‘evet’ kazanacak. Halkın nabzını tutan Avrupalı bazı politikacılar, böyle bir sonucu öngörerek, Türkiye’ye adı ‘imtiyazlı’ ama kendisi ‘imtiyaz’ olan bir ‘yarı üyelik’ statüsü teklif etmeye başlamıştı.

Kemal Derviş’ten Başbakan’a kadar bu işle ilgili herkes ‘tam üyelik’ dışında hiçbir statüyü görüşmememiz gerektiğini söyledi. Ben de pazarlık etme durumunda olan politikacı olsam böyle konuşurdum. Ancak bir yorumcu olarak bu kadar katı değilim. Tam üyelik olmayacaksa, ‘yarı üyelik’ statüsünün görüşülmesinden yanayım. Bu, ileride tam üye olmaya engel değil.

Son Söz: Cumhuriyetin ülküsü, AB üyeliği değil, Batılılaşmaktır.
Yazarın Tüm Yazıları