İkinci gün şekerleri

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Bayramların ikinci günü,partilerde bayramlaşma günüdür. Genel Başkanlar, bazen eşleri yanlarında olmadan, bazen de mutlaka eşli olarak, kutlamaya gelen partililerle el sıkışıp el öptürerek ayaküstü bir iki laf ederler. İleri gelenlerle de genel başkanlık odasında şeker yenip sohbet edilir.

DYP'deki şekerli sohbeti tahmin etmek zor değildir.

‘‘Hanımefendi, helal olsun size verdimiz oylar. Ecevit hükümetinin kuruluşundaki stratejiniz şahaneydi. Eski Adalet Bakanı'nı öyle güzel devredışı bırakıp Milli Eğitim Bakanı'nı bizimkilere zarar vermeyeceği bir yere öyle ustaca şutladınız ki, vallahi cümle alem şaştı kaldı. Çifte bayram yaşattınız bizlere!''

Halkın ne düşündüğü, yapılanların devlete ve sisteme nasıl zarar verdiği o çevrelerde kimsenin umurunda değildir.

Örneğin, ‘‘devredışı'' bırakılan Adalet Bakanı'nın şimdiye kadar gelip geçmiş Adalet Bakanları içinde en iyilerden biri oluşu da.

Belli ki, adalet mekanizmasına iyice sızmış olan Nakşıbendi kalıntılarını ayıklamaya başlaması hoşa gitmemiştir.

Apo sorununda Türkiye'yi rahatlatacak bir adımı atarak, Avrupalı olma iddiası taşıyan bir ülkenin infaz sistemindeki ayıplardan birini, yani idam cezasını kaldırmak isteyişi de sağcı çevrelerce affedilecek şey değildir.

Bilgisi ve tarafsızlığıyla gerçekten tam bir yargı güvencesi altında seçim yapmanın sigortası oluşu da suç sayılmıştır.

Ama, asıl büyük suçu, vaktiyle genel başkanın suyundan gitmemiş olmasıdır. Bu suç, Türk siyasal sisteminde affedilecek şey değildir.

Kimbilir, işin içinde belki de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yüksek Seçim Kurulu'nun geleceğine ilişkin birtakım hesaplar da vardır.

Milli Eğitim Bakanı'nın başına gelenlere o bakanlık içindekilerin bıyık altından gülmekte olduklarını tahmin edebilirsiniz. Çünkü, Bayan Çiller'in velveleyle yaratmak istediği izlenimin aksine, Sayın Uluğbay Milli Eğitim camiasında kıyıma falan girişmiş değildir.

Hatta denebilir ki, istenen ve aslında mutlaka yapılması gereken ayıklamayı da yapmış sayılmaz. Ecevit'in geçenlerde yine tekrarladığı ‘‘mevcut kadrolarla çalışmak'' geleneğine uygun olarak Uluğbay da ancak dincilik ve ırkçılık şöhreti ayyuka çıkmış olanlara kibarca görev değiştirtmiş, buna karşılık ülkenin çeşitli köşelerinden ‘‘Çok iyi eğitimcidir; dürüsttür, çalışkandır, vatanseverdir; ama geçmişte gadre uğramıştır'' diye tavsiye olunanları bile, dosyaları teker teker ve titizce inceleme merakı yüzünden, layık oldukları yerlere getirmekte geciktirmiştir.

Bayan Çiller'in şamatası, daha önceki aşırı sağcı ve tutucu iktidarlarca atanmışlarla böylesine uyumlu çalışabilen bir bakanı bile yerinden edebilmişse, şimdi bir yerlere gelmiş olanların şu üç dört ay boyunca nasıl bir uzaktan kumandalı baskı altında çalışacaklarını düşünmek zor olmasa gerek.

Uyum, tıpkı değişim gibi tek başına bir erdem değildir. Her zaman, ‘‘Neyle ve kiminle uyum? Niçin ve nereye doğru değişim?'' diye sormak gerekir.

Böyle bir soru sorulduktan sonra, uyumun yahut değişimin erdem biçiminde sunulduğu birçok durumda başkaca soru sormaya bile gerek kalmaz.



Yazarın Tüm Yazıları