İhracatta dönüşümü getiren 5 önemli faktör

Türkiye’nin ihracatı 1960’ların başında 400 milyon doların altındaydı. 500 milyon doları ancak 1969 yılında geçebildi.

Haberin Devamı

1 milyar doları geçmesi ise 1973 yılında mümkün oldu. 1970-1980 arası ihracat çok yavaş bir gelişme gösterdi, 2 milyar dolar sınırını 1978 yılında geçti. Ancak, esas patlamayı 1980 sonrasında gösterdi. Bu tarihte 2.9 milyar dolar olan ihracat, 1981 yılında 4.7 milyar dolara ulaştı. Sonraki yıllarda artış eğilimi, ekonomide yaşanan sıkıntılı dönemler dışında devam etti.

İhracat 10 milyar doları 1987, 20 milyar doları 1995, 30 milyar doları 2001, 40 milyar doları ise 2003’de aştı. Sonraki her yıl neredeyse başka bir rekoru kırdı ve 50, 75 milyar derken 100 milyar dolar sınırının da üstesine çıktı.

Geçen hafta içinde 2008 yılının Şubat ayına ait rakamlar açıklandı. Her şeye rağmen ihracattaki yükseliş devam ediyor. Şubat ihracatının yüzde 40.84 artarak 10 milyar dolar sınırını aşması da bunun göstergesi… Üstelik, 12 aylık ihracat da bu rakamla 112 milyar doları yakaladı.

Haberin Devamı

Deyim yerindeyse ‘ihracatın maşallahı’ var. Ancak, bu başarının arkasındaki dönüşümü de unutmamak gerekiyor. Tabloya dikkatle bakın. 1980’lerde dünyaya neler satıyormuşuz, şimdi dünya bizden neler alıyor… Uzun yıllar fındık-fıstık ve giyim ürünleriyle ihracatı artırmaya uğraştık. Son yıllarda ise elektronik, otomotiv gibi değerli ürünlerle yarışta yerimizi alıyoruz. Bence, her türlü siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa rağmen yaratılan bu başarının arkasında birkaç önemli faktör var:

1. Türkiye’nin otomotiv şirketleri ve onların patronları, geleceği görüp, kendilerini büyük tedarik zincirlerine bağlamayı başardılar. Şimdi tamamına yakını dünyanın devlerine, onların istediği kalitede ihracat yapabiliyor.

2. Elektronik şirketleri son yıllarda iyi yatırımlar yapıp, arge’de geri kalmadılar. Böylece, televizyon gibi zor alanda söz sahibi oldular. Yani dünyanın gerisinde kalmadılar.

3. Gerçek ihracatçılar, bahanelerin arkasına sığınmak yerine, pazara ve kaliteye yatırım yaptılar.

4. Esnek, hızlı ve zamanında teslimde başarı öyküsü yaratmayı bildiler. Çin ve Hindistan’ın uzak ve hantal olmasını, özellikle elektronik ve giyimde kendi lehlerine çevirebildiler.

Haberin Devamı

5. En önemlisi girişimcilik ruh… İhracatçılar bu özelliklerini hiç kaybetmeden, değerli YTL’ye rağmen yollarına devam edebildiler.

Bence önümüzdeki yıllarda ihracatçılardan yeni rekorlar gelecek… Hem de ‘değerli YTL’ye’ rağmen… Çünkü, değerli YTL’nin öyle göründüğü kadar basit bir çözümü yok. ‘Çık’ denince çıkan, ‘düş’ denince inen bir para piyasası ile karşı karşıya değiliz. O nedenle ihracatçıların bu gerçeği göz önüne alıp, yollarına devam etmesi gerekiyor…

Amerikan tahvil sigorta şirketlerinin durumu Türkiye’yi neden geriyor?

Geçenlerde bir okurdan tam böyle bir soru aldım. Haklı… Çünkü, ekonomist ve yatırım uzmanları son bir haftadır, “ABD’deki tahvil sigorta şirketlerinin geleceği piyasaları endişelendiriyor. Eğer kurtarma planı olmazsa” diye başlayan değerlendirmeler yapıyorlar. Bu da konuya uzak kalan okurların kafasını karıştırıyor.

Haberin Devamı

Aslında okurun kafası karışmakta haklı… Ancak, ekonomist ve yatırım uzmanlarının değerlendirmeleri de öyle… Çünkü, MBIA, Ambac ve XL Capital gibi bu şirketler, piyasalar için çok kritik. Kısa ve basitçe okurun sorusunu yanıtlayıp, konuya açıklık getireyim.

Bu şirketlerin kredi notu AAA ve üstü düzeylerde. Türkiye’den bir banka global piyasalarda borçlanmak istediğinde, kendi notu üzerinden (ülke notu nedeniyle düşük) faiz ödemek zorunda kalıyor. Oysa, MBIA şirketine sigorta yaptırdığında, notunu o şirketin AAA plus düzeyine çekiyor ve böylelikle o orandan düşük faizle borç bulabiliyor. Bildiğim kadarıyla Türkiye’den Garanti, Akbank ve İş Bankası bu şirketlerle çalışıyorlar. Toplam aldıkları kredi miktarı da 10 milyar doların üstünde.

Haberin Devamı

Bu şirketler zora girse ve notları düşse ne olur? Türkiye’deki bankaları borçlandıkları düzeyde etkiler. Ancak, esas etkisi ABD ve diğer ülkelerdeki borçlanma piyasasına olur. Ekonomiye yeni  bir şok olarak da yansır. Durum kısaca böyle. Umarım ortaya koyabilmişimdir.
  
 Bankalar arasındaki büyük rekabet, Türkiye’yi POS cenneti yapıyor

Geçenlerde büyük bir zincirin, küçük sayılabilecek pastanesine yolum düştü. Ödeme için kredi kartını verdiğimde, dikkatimi POS makinelerin sayısı çekti. Tam 10 bankanın POS’u vardı. Benzer sayıları, hatta daha fazlasını market ve mağazalarda görmeye alışmışız. Ancak, küçük bir dükkanda bu kadar çok POS gerçekten beni şaşırttı. Biraz, hatta ondan öte savurganlık gibi geliyor bana…

Haberin Devamı

Rakamlara bakarsanız, siz de hak vereceksiniz. Son veriler, Türkiye’de yazar kasası bulunan 2 milyon işletme olduğunu gösteriyor. Bunların tam 900 bininde POS makinesi var. POS sayısı ise 1.5 milyona ulaşmış. Bu, işletme başına 1.6’nın üzerinde POS olduğunu ortaya koyuyor.

Yazdıklarım 2007 yılı sonuna kadar olan bilanço idi. Bu bilançodan bir de şöyle bir sonuç çıkıyor: Bir POS makinesinin bedeli 170-200 dolar arasında değişiyor. En düşük bedelden hesapladığımızda, 255 milyon dolarlık harcama anlamına geliyor.

Gördüğüm kadarıyla bankaların bu cepheye yatırımı da devam ediyor. Yılda 400 bin POS makinesi satılıyor. Pazar lideri Verizon şirketinin satışları 200 bin, Ingenica’nun 150 bin dolayında. Geri kalan 50 bin 5-6 şirket tarafından paylaşılıyor. Sektörün cirosu ise 80 milyon dolar büyüklüğüne ulaşmış durumda. Göründüğü kadarıyla da büyüme temposu düşmeden devam ediyor. Çünkü, hem bankalar büyüyor hem de perakendeciler…

Verizon’un genel müdürü Soner Çaşur’dan öğrendiğim kadarıyla, sektör bankacılık dışında büyüme kanalları peşinde… Listenin başında internetten satış yapan şirketler var. Kapıda kredi kartıyla ödemenin yayılması, POS işini de destekliyormuş. İkinci sırada ise tüpgaz, su gibi geniş dağıtım ağı olan şirketlere yönelik, daha yaratıcı POS’ler yer alıyor. Ardından da multi-medya araçlar gelecek.

 

Yazarın Tüm Yazıları