Hiçbir şey götürülmez ölü evine kendinden başka

Ne işim var benim burada?

Bilmiyorum.

Ayaklarım getirdi...

Yarısı gazetecilik refleksi, yarısı insani tepki.

Burası?

Burası, bir ölü evi.

20 yaşındaki kızları Selen'i uyuşturucu yüzünden kaybeden Gülüm ve Kemal Atılgan'ın evi.

Tarifi imkansız bir acı var Levent'in girişindeki bu apartmanın 8 numaralı dairesinde.

Tutabilirsin neredeyse.

O kadar somut hissediliyor.

İnsanı elden ayaktan kesiyor.

Havada, öylece asılı duruyor.

‘‘Bak, bunun adı acı!’’ diye gösterebilirsin.

Seni o kadar çaresiz kılıyor.

Herkes ağlıyor.

Ben de.

Taziyeye gelenler, tanıdıkları Selen'e.

Ben?

En çok tanımadığım Selen'in, karşımda oturan annesi Gülüm'e.

*

‘‘Ölü evine ne götürülür?’’

Böyle sormuştum yolda taksi şoförüne.

Durup, düşünmüştü bir süre. Sonra dikiz aynasında buluşmuştu gözlerimiz. Tarifi zor bir huzursuzluk olmuştu taksinin içinde.

‘‘Hiçbir şey’’ demişti.

‘‘Hiçbir şey götürülmez ölü evine. Sadece kendini götürürsün!’’

*

Kendimi götürdüm ama...

Kimse bana sormadı ‘‘Sen kimsin?’’ diye.

Kim uğraşacak o harala gürele içinde.

Zili çalınca kapı açıldı, ‘‘Buyrun’’ denildi sadece. ‘‘Taziyeye gelenler salonda!’’

‘‘Ayakkabılar? Çıkarayım mı ayakkabılarımı?’’

‘‘Siz bilirsiniz kızım, bazıları çıkarıyor, bazıları çıkarmıyor. Hem ne önemi var ki?’’

Doğru tabii, ne önemi var ki?

Selen gitmiş. Bir aile, gencecik kızlarını kaybetmiş...

*

Anne, Gülüm, Şişli Etfal'de çalışan bir kadın doğum uzmanı. İyi bir doktor. Sevgili bir doktor. Pek çok bebeğe hayat vermiş bir doktor. Kadere bakın ki, Tanrı ona ‘‘can verdiriyor’’, bu kutsal hediyeyi bahşediyor, Gülüm Hanım onlarca, yüzlerce bebeğin dünyaya gelmesine yardımcı oluyor, ama aynı Tanrı onun tek bebeğini elinden alıyor.

Henüz görmedim kendisini....

Salonda onun doktor ve ebe olan arkadaşları, komşuları, akrabalarıyla oturuyorum. Salon kalabalık. Müthiş bir sessizlik hakim. Sadece içeriden telefonla konuşan acılı annenin sesi geliyor:

‘‘Çocuğumu sen öldürdün. Bebeğimi öldürdün! Öldürdün onu!’’ diye bağırıyor. Feryat ediyor. O feryatları duymak bile insana yetiyor, gözyaşlarım sicim gibi yanaklarımdan aşağıya süzülüyor. Katıla katıla ağlamak istiyor insan o evde, o salonda, sıra sıra dizili oturan herkesin arasında.

Anne kiminle konuşuyor bilmiyorum.

Sadece acısının koyuluğunu hissediyorum.

‘‘Neden tekrar uyuşturucuya başladığını söylemedin? Söylemen gerekmez miydi? Bunu benden niye gizledin? Nasıl yapabildin? Bunun adı ölüme sebebiyet vermek değildir de nedir?’’ diyor.

‘‘Kızımı bir paçavra gibi buldum ben. Yazık değil mi ona? Nasıl olabilir? Hayatta insanın başına bundan kötü ne gelebilir? Bebeğim, bebeğim, bebeğim, bebeğim benim...’’

Sadece bunları duyuyorum. İnsanın ruhuna işleyen haykırışlar.

Kalkıp gitmek istiyorum, gidemiyorum.

Ben kimim, orada ne işim var söyleyemiyorum.

Herkes çaresiz, herkes perişan, herkes şaşkın, birbirine bakıyor.

*

Birazdan anne Gülüm içeri giriyor.

Siyah saçları zarif boynundan aşağıya süzülüyor. Gözyaşları da yanaklarından.

Tam kendinde olduğunu söylemek zor. Bazen hızlı hızlı konuşuyor, sonra duruyor, bir yerlere dalıp gidiyor.

‘‘Selen'in en sevdiği çikolatasından ikram edeyim size’’ diyor.

‘‘Çok severdi Selen'im bunları...’’

Derken yine oturuyor, elleriyle dizlerine vuruyor, ‘‘İnsanın başına daha kötü ne gelebilir? Daha kötü ne gelebilir? Daha kötü ne gelebilir?’’ diyor, sonra sakinleşiyor.

Aslında yakınları onu sakinleştiriyor:

‘‘Giden gitti kızım. Selen uyuyor şimdi. N'olur harap etme bu kadar kendini. Duyamaz o artık seni. Aklını kaçıracaksın kızım. Yapma, etme...’’

‘‘Bırakmıştı, kurtulmuştu bu illetten. Temizdi artık. 5 sene içinde her şey bitecekti. Kanserden kurtulmak için de beş sene gerekiyor ya. Her şey yolundaydı. Gün aşırı AMATEM'e gidiyorduk. Hep gözümün önündeydi. Neden söylemediler yeniden başladığını. Bilseydim önlem almaz mıydım? Ah Selen’im, ah bebeğim...’’

*

Birden duruyor.

‘‘Siz?’’ diyor bana.

‘‘Arkadaşı mısınız?’’

‘‘Hürriyet'te çalışıyorum’’ diyorum.

‘‘Ayşe ismim.’’

‘‘Hah’’ diyor, ‘‘Adanalısınız siz, ben de öyleyim.’’

Herkes bana bir tuhaf bakıyor.

Gazetecinin ölü evinde işi ne?

Yoksa haber peşinde mi?

Öyle boktan hissediyorum ki kendimi, sanki bir casus olarak ölü evine sızmışım gibi. Bir haber için ipucu topluyor gibi.

‘‘Acılar paylaşarak azalıyor’’ diyor.

Demek istiyor ki, bakmayın siz benim bu halime, darmaduman olmuş vaziyetteyim, ne söylediğimi bilmiyorum, canım acıyor benim, kızım gitmiş elden, ben başka bir şey düşünemiyorum...

‘‘Haklısınız’’ diyorum, ‘‘Haklısınız.’’

İzin istiyorum.

‘‘Tekrar başınız sağ olsun. Allah sabırlar versin...’’

Ve apartmanın merdivenlerinden koşarak inip kendimi sokağa atıyorum.

Biraz hava almaya çalışıyorum.

Çünkü ihtiyacım var.

*

Taksi, taksi!

Acılar, paylaşarak azalır. Tanımadığım taksiciye Selen'in hikayesini anlatıyorum.

Ailenin acısını anlar diye düşünüyorum.

Gözlerimiz dikiz aynasında buluşuyor.

‘‘Gazetelerden takip ettim, biliyorum hadiseyi’’ diyor.

Ama sonra sinirimi bozan bir şey söylüyor:

‘‘Eeee... Kızına maneviyat vermezsen böyle olur. O maneviyatı da çocukken vereceksin. O da dinle verilir. Ben anneyi babayı suçluyorum.’’

‘‘Ne alakası var? Çıldırdınız mı siz! Allah korusun ama sizin de çocuğunuzun başına gelebilir’’ diyorum. ‘‘Böyle önyargılı konuşarak günah işliyorsunuz. Ben inmek istiyorum. Durun lütfen şurada!’’

Trafiğin ortasında, vitesinden tespihler sarkan o taksiden apar topar iniyorum. Ve kapıyı hışımla çarpıyorum.

*

Tam da bu yüzden, günün birinde Gülüm Hanım'la röportaj yapmak istiyorum.

O ailenin gayet normal, mazbut kendi halinde bir aile olduğunu anlatmak için. O annenin babanın kızlarıyla son derece ilgili ebeveynler olduğunu aktarmak için.

Bir ihmal, bir hata, bir suçlu yok ortada.

Olması da gerekmiyor. Herkesin başına gelebilir. Her ailenin başına gelebilir.

Dindar veya değil.

En kolayı, çoğunlukla hepimizin yaptığı gibi cırt diye aileyi suçlamak. Kaç kez tanık oldum buna. Böyle bir önyargı vardır nedense. Nasıl olsa aile onunla ilgilenmemiştir, anne baba kendi işlerinin peşinde koşturmaktan çocuklarını başıboş bırakmıştır.

Her zaman böyle değil işte.

En azından bu kadar kolay değil.

Özellikle de bunu göstemek için Selen'in annesi Gülüm Atılgan'la görüşmek istiyorum.

Ve onu çok haklı buluyorum:

İnsanın hayatta başına bundan daha kötü bir şey gelemez.

Allah sabır versin!
Yazarın Tüm Yazıları