Hem davranış hem de düşünce bozuklukları, insanları yoruyor…

İki gün önce bazı kesimlerin “şeriat tehlikesi” diye gördükleri olgunun, aslında köylü geleneklerin kentlere taşınmasından kaynaklandığını yazmıştım.

Haberin Devamı

Bu yazıma olumlu ve olumsuz sayısız tepki geldi.

Örneğin ayakkabılarını apartman sahanlıklarında bırakıp eve girenlerin davranışlarının, köydeki “yerde yaşamak” tarzından kaynaklandığını vurgulamıştım. Nitekim, yemeklerini yerde yiyen, döşeklerde uyuyan Japonlar da, evlerine ayakkabı ile girmez.

Bu davranışı ev temizliğinin kaçınılmaz gereği olarak görenlerin, ayakkabılarını apartman sahanlıklarında bırakacak yerde, bir ayakkabı dolabı yapmaları ve bunu evlerinin içine koymaları, kentli yaşamın görgü kurallarını zedelemez.

Umumi tuvaletlerde ayaklarını lavaboya sokup abdest almak da, açıkçası kentli yaşama ters düşen bir davranış.

 

Şeriatçı mı, maganda mı?

 

Haberin Devamı

Başta da söylediğim gibi, bütün bu görüntüler ne laikliği tehdit ediyor, ne de şeriat tehlikesini işaret ediyorlar. Kendi dışındaki insanların da var olduğunu kabul etmeye, kurallara, görgüye ve kentli olmanın gereklerine uymaya dayalı konular bunlar.

Trafik kurallarına uymak da bunun bir parçası değil mi mesela?

Bir oto yolda trafik adım adım ilerlerken ve siz işinize veya evinize ulaşmak için direksiyon başında bu trafiğin yavaşlığının kurbanı olmayı kabullenmişken, yanınızdaki emniyet şeridinden hızla geçen araçlara bakıp “Şeriat tehlikesi var” diye mi düşünüyorsunuz?

İnsanların can güvenliğini yok sayan, kırmızı ışıkta durmayanlara “şeriatçı” mı yoksa “trafik magandası” mı diyorsunuz?

Veya iktidar olduklarında kamu gücünü kişisel çıkarlarına dönük kullanıp, siyasetin rantını yemeyi hak olarak gören değişik partilerden insanların arasındaki inanmışlık derecesi farklarına mı, yoksa ahlak derecesindeki düzey birlikteliğine mi, bakıyorsunuz?

 

Belirli bir zihniyet mi?

 

Adını sadece Sinan olarak veren bir sayın okurum, “Ben de şeriat tehlikesinden korkmuyorum ama bir zihniyet beni ürkütüyor” diye yazmış ve şunları sıralamıştı:

Haberin Devamı

- Emniyet şeridinden gelip önüme kıranlardan, “Napıyorsun?” dendiğinde kafama silah dayayıp, "Ben Anadolu çocuğuyum" diyenlerden

- Yolda yürürken önüme tükürenlerden

- Yine yolda yürürken omuz atanlardan

- Eşimin yanında olmadığım zamanlarda bilmem kaç tane kız kardeşi, bir de anası olan bir adamın onu yolda sıkıştırıp zarar vermesinden

- (Affedersiniz!) Eşek gibi hem çalışıp hem okuyup iyi bir hayata sahip olmamı çekemeyen, çalışmadan, hak etmeden para kazanmak isteyen insanlarının gazabından

- Sizin de dediğiniz gibi yüzümü yıkadığım lavaboya ayaklarını sokmalarından

- Ben okuyup, adam olup hala bir ev sahibi olamamışken; kamu arazisini işgal etmiş gecekondu sahiplerinden

Haberin Devamı

- Ormanlarımı cahil zihniyet ile yakmalarından…

Bunlar davranış bozuklukları.

Bir de “düşünce bozuklukları” var gündemimizde.

 

Bu da düşünce bozukluğu

 

Örneğin biri televizyonda “Basına baskı var” diyerek iktidarın faşizme doğru yol aldığını söylüyor. Ve sonra da kendisi gibi düşünmeyenlerin vatana ihanet ettiklerini ileri sürerek, faşizmin dik alasını seslendiriyor.

Şimdi bu adam umumi tuvaletin lavabosuna ayağını değil kafasını soksa ne değişir ki?

Mesela bu tür adamlara “basın kahramanı” mı dersiniz yoksa “rejim magandası” olarak mı bakarsınız?

ŞAKA

Bu da 3’üncü cumhuriyetçi bir uyarı mı?

Bugün yazarı Gülay Göktürk, “Son zamanlarda bazı liberal demokrat aydınların, iktidarla ilişkilerini gün aşırı ‘gözden geçirmelerinde’ beni rahatsız eden bir şey var” diyerek şöyle yazmıştı:

Haberin Devamı

- Her on beş günde bir durum değerlendirmesi yapıp, iktidarın her günlük siyasi tutumunda, hop oturup hop kalkmak, daha da kötüsü, "külahları değişiriz ha" "köprünüz olmayız" "sırtımızı çeviririz" "desteğimizi çekeriz" türü tehditler, posta atmalar epey çiğ kaçıyor doğrusu. Korkarım bu iş sonunda, Ömer Seyfettin'in Diyet hikayesine dönecek. Ve yine korkarım ki, önümüze fırlatılan şey de koca bir kol değil, olsa olsa bir serçe parmak olacak…

Yazarın Tüm Yazıları