Hak yerini buldu

TÜM dünya nihayet Kıbrıs Rumlarına güvenerek yola çıkmanın ne büyük bir gaflet teşkil ettiğini anladı.

En çok da Rumların ‘hayır’ diyeceğini anlayınca ‘Kendimi Rumlar tarafından aldatılmış hissediyorum’ diyen Avrupa Birliği’nin (AB) Genişlemesinden Sorumlu Komiseri Gunter Verheugen anlamış olmalı.

Dün İstanbul’da AB üyesi ülkelerden birinin deneyimli bir diplomatıyla konuşuyorduk. Rumlardan uğradığı hayal kırıklığını aktarıyor, ‘Kıbrıs sorunu çözülmedikçe Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkacağı mesajını veren Avrupa Birliği ülkelerinin, aynı koşulu Rumların önüne koymayıp sadece Türkiye’ye baskı yapmakla ne büyük hata yaptıkları şimdi anlaşıldı’ diyordu.

Kendisine, ‘Zararı yok... Bize tarihimiz Rumların ne kadar duygusal hatta hayalci olduğunu çok iyi öğrettiği için bizi şaşırtan fazla bir şey yok. Şimdi ders alma sırası size geldi’ yanıtını verdik.

Gerçekten Kıbrıs Rumlarının tam anlamıyla ‘papaza kızıp oruç bozmalarını aklı başında kimsenin anlamasına imkán yok. Ama söz konusu diplomatın dediği gibi, kusur onlardan çok Avrupa Birliği Komisyonu’nun uzak görüş sahibi geçinen diplomatları ile Avrupalı politikacılarıdır.

Kulakları çınlasın... Karen Fogg yengemiz anlaşılan Güney’i fazla ihmal etmiş.

Kıbrıs’ta ‘evet’çi militanlar yetiştirmek için yıllardır faaliyette bulunan ve ‘barışçıl çözüm’ avukatlığına soyunan ‘Conflict Resolution’ isimli organizasyon da boşa giden paralarına yanıyor olmalı.

Ama yine de sadece ‘hayır’ diyen (veya dedirten) Rumlara değil Karen Fogg’a da teşekkür etmeliyiz. Çünkü her iki taraf da hiç istemedikleri bir sonucu kendi elleriyle hazırladılar.

Tek istemedikleri, ‘Kıbrıs Türklerinin 1974 sınırları içinde bir bütün olarak yaşamlarını -ve özgürlüklerini- sürdürmeleri idi.

Hesaba göre Annan Planı sayesinde Türkler 10-20 sene sonra eritilip bitirilecekti. Yıllardan beri Lord David Hanney başta olmak üzere çeşitli Batılı diplomatların nakış işler gibi dikkatle ve ince hesaplarla oluşturduğu planın asıl amacı bu idi.

Ne var ki Rumların duygusallıkla hareket edip ‘hayır’ demeleri, ‘evet’e şartlandırdıkları Türkleri (samimi kanaatiyle evet diyenlere saygımız var) bu amacın tam tersine hizmet eder hale soktu.

Açıkçası, Kuzey’deki ‘evet’çiler için KKTC’nin önemi yoktu. Nitekim ‘evet’çi Başbakan Mehmet Ali Talat, dünyada belki de bir başbakan ağzından hiçbir zaman çıkmamış ve hiçbir zaman çıkmayacak bir şöy söyledi:

Bizim için bağımsızlıktan iyisi Annan Planı’dır.

Buna karşılık ‘hayır’cıların maksadı ‘KKTC’nin ayakta kalması’ idi.

Ama bu sonucu onların oyu değil de Rum hayır’cıları ile dolaylı bir şekilde Türk ‘evet’çileri sağlamış oldu.

Onları bırakın Bay Tassos Papadopulos, yani Rumları ‘hayır’ demeye zorlayan Rum lider düşünsün.

Öyle ya... Verheugen’in Rumları ‘evet’e teşvik ederken söylediği;

Hayır derseniz 30 bin Türk askerinin burada kalmasını onaylamış olursunuz’ şeklindeki görüşü bu sayede gerçekleşmiş oldu.

Bakalım Bay Papadopulos için, reddettiği Annan Planı’na göre garnizon dışına üniforma ile çıkması bile yasak olan 650 Türk askeri mi daha iyi imiş; tankıyla, topuyla orada her türlü görevi yapmaya hazır 30 bin Türk askeri mi?
Yazarın Tüm Yazıları