Güzellerin seçim rekabeti

Yunan siyasetinde 1990’ların sonlarında başlayan kadın aday furyası, “güzel kadın aday” furyasına dönüşüyor.

Seçimlere iki hafta var Yunanistan’da ve cevabı aranan soru, sosyalist Pasok partisinin tek başına iktidara gelip gelmeyeceği. Kamuoyu araştırmaları Pasok için bir “gelecek”, bir “gelemeyecek” diyor tek başına iktidara.
Türkiye’deki seçim öncesi dönemle kıyasladığımda Yunanistan’ın 30 yılda ne kadar değiştiğini anlıyorum.
1970’lerin sonlarında 80’lerin başlarında büyük seçim mitingleri, her yerde parti bayrakları ve sloganları, her yerde milletvekili adayları afişleri. Artık yeller esiyor yerlerinde. AB sen ne büyüksün.
Milletvekili adaylarının profili de değişiyor sanki. Güzellik giderek siyaset üzerinde etkili oluyor. Siyasi partilerde 1990’ların sonlarında başlayan kadın aday furyası, “güzel kadın aday” furyasına dönüşüyor.
Listelerine bir göz attım. Pasok partisi adaylarının neredeyse üçte biri kadın. Dikkatimi en çok Meri Akrivopulu çekti. Selanik hukuk fakültesi mezunu aday, sinema ve tiyatro sanatçısı. Gel de oy verme Meri’ye...
Seçimleri kazanmasına hiçbir ihtimal verilmeyen ve hesaplarını Pasok’un tek başına iktidara gelememesi üzerine kuran merkez sağcı Yeni Demokrasi’nin adayları arasında Lina Haci, hani bu partinin taraftarı olup da bir şekilde küsmüşlerin tepki oyu kullanmasını önleyebilecek özelliklere sahip. “Güzellik siyasette başarılı olmama neden engel teşkil etsin?” diyor Lina Haci.
Aşırı milliyetçi LAOS partisinin adayları arasında da biri var ki hani bu partinin “felsefesini” unutturacak cinsten. Eski Yunanistan ve Avrupa Güzeli Maria Çindikidu yıllarca mankenlik yaptı. Beyazperdede şansını denedi ama olmadı. Bakalım 38 yaşındaki Maria siyasette dikiş tutturacak mı?
Maria, Lina ve Meri’nin seçim kampanyalarını yakından izlemek gazetecinin görevi.

Enis, Ferda ve ben

Enis ve Ferda, hayatımın ilginç bir döneminde tanıdığım iki arkadaş. 1991 yılının sonlarında tam iki ay yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Aynı sevinçleri, aynı üzüntüleri hatta aynı hayretleri yaşadık.
Sonra ben Atina, Enis Almanya, Ferda İstanbul’un yolunu tuttuk. Neredeyse 20 yıl geçiyor üstünden ama dostluk baki.
Bilgisayar operatörü Enis’i hiç görmedim, kimyager Ferda’yı ise ya bir, ya iki kez. Ancak onca yıl sonra bile hâlâ mesajlaşıyor, hâlâ hal hatır soruyoruz birbirimize.
Burdur’da 2 aylık bedelli askerlikte tanışmıştık. Birlikte eğitime çıktık, arazide izmarit topladık, mutfak, yemekhane nöbetleri yaptık, tuvalet temizledik. Üçümüz de ilk başta “Ay bu ne böyle?” dediğimiz karavanayı birkaç günde sevdik.
Boş vakitlerimizde kantinden çikolata alır, uzun yürüyüşler, uzun sohbetler yapardık.
Çarşı izninde tabelasında “cafe” yazan mekanlarda, pardon odalarda vakit geçirirdik. Arada bir hafta sonları Antalya gezilerinde askerlere özel fiyat yapan otellerde kalır, geceleri Kaleiçi’ndeki barlara giderdik. “Karlar düşer ağlarım” ve “Seni versinler ellere beni vursunlar” şarkıları moda idi; ha bir de “Ayrılık”...

ŞŞŞŞ NATO’NUN EMRİ

O zamanlar iki ay sanki geçmek, bitmek bilmiyordu. Çavuşların bir gün olsun adımı doğru dürüst söyleyememeleri ve İstanbullu Rumların varlığından habersizlerin “Ya abi sen Yunansın, Türk ordusunda işin ne?” tarzı soruları sinirimi bozardı. “Ben ne bileyim gel dediler geldim” ya da “Şşşş NATO’nun emri” gibi cevaplar verirdim.
Bir ara bedelli askerliğin iki aydan bir aya ineceği yazılmıştı gazetelerde. Herkeste bir heyecan, bir merak. Komutanla konuşalım, aslı var mı yok mu diye... Temsilci olarak beni seçtiklerinde kahkahalarla gülmüştüm. Eh işte uyku öncesi muhabbet...
Rahmetli babam Koço tam 4 yıl askerlik yapmıştı. Normal askerlik yapanların yanında da hani “Mickey Mouse” askerlikti belki benimki ama yine de bir sürü tatlı tatsız hatıra bıraktı.
En önemlisi Enis kaldı, Ferda kaldı o günlerden, bir de üstteki fotoğraf.
Yazarın Tüm Yazıları