Rüşvetçi Kira da ‘‘Servetim anamdan kaldı’’ demişti

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Birkaç gündür, aklıma her nedense bundan 400 küsur sene önce yaşamış Ester Kira adındaki Yahudi kadın takıldı: Ester saraya sızıp iktidara ortak olmuş ve devlet rüşvetle onun sayesinde tanışmıştı. Günün birinde canına tak diyen askerler kadını işkenceye alıp servetinin kaynağını ve yerini sordular. Ester önce ‘‘Anamdan, babamdan kaldı’’ dediyse de sonunda milyonlarca altını olduğunu itiraf etti. Kadını hançerleyip delik deşik ettiler, cesedi köpeklere yedirildi, kalan parçaları da ateşe atıldı...

Bazen durup dururken hatırıma günlük hayatla hiç alâkası olmayan konular, isimler ve olaylar takılır ve beni günlerce meşgul ederler. Düşünür, taşınır ama ne münasebetle aklıma geldiklerini bir türlü çıkartamam...

Aynı garipliği bugünlerde de yaşadım: Bundan dört asır öncesinin bir ismi, Ester Kira adındaki Yahudi bir kadın kafama musallat oluverdi. Unutmaya çalıştım ama bir türlü beceremedim, beceremeyince ‘‘İyisi mi, ondan bahseden kitapları yeniden bir elden geçireyim’’ diye düşündüm ve Selânik; Tarihi'nin Kira'yı anlatan faslını tekrardan okudum. Sonra, öteki eserlerdeki Kira bahislerini devrettim ve sizlere bu hafta Kira'yı yazayım dedim...

Osmanlı tarihlerinin hakkında çok şeyler anlattığı Ester Kira, 16. asır İstanbul'unda yaşadı. Kanuni Süleyman zamanında saraya kapılandı ve zamanla imparatorluğun en güçlü ismi haline geldi. Gücünün zirvesine çıktığı devir Üçüncü Mehmed'in iktidar seneleriydi. Hükümdarın annesi Safiye Sultan'ı elde etmiş, önce İstanbul gümrüklerini kendisine bağlatmış, zamanla bütün tayinlerde sadece onun sözü geçer olmuştu. Rüşveti devletin bütün müesseselerine o sokmuştu ve artık hiçbir iş Ester Kira'yla iki oğluna rüşvet vermeden yapılamıyordu. Gümrüklerden ve rüşvetten kazandığı parayla sarayı da, askerleri de, iktidarı da besliyordu ve seneler böyle geçti.

Sadece tayinleri değil, aylıkların miktarını ve hesabını da yapıyordu Kira... Garip bir de âdeti vardı: Altın paraların âyarı tam olanlarını kendisine saklayıp maaş ödemelerini düşük âyarlı parayla ödemeye meraklıydı. Ama günün birinde askerlerin aylıklarını da âyarı düşük paralarla vermeye kalkışınca talihi tersine döndü. Sipahiler ayaklandılar, padişahı ve sarayı tehdit ettiler, Üçüncü Mehmed de artık yetmişine merdiven dayamış olan Ester'i gözden çıkarıp isyancılara teslim etti.

Hemen ayaküstü de olsa resmen hesap sorma faslı başladı. O zamanlar CMUK falan yoktu, kanun zanlıların işkenceye konulmasını emrederdi. Emre uyuldu, Ester'e ve oğullarına işkencenin bin türlüsü yapıldı, altınları nereye sakladıklarını söylemeler.i istendi. Çocuklar ‘‘Servet bize değil, anamıza aittir. Ona sorun!’’ dediler. Kira ise ‘‘Devletin tek kuruşunu bile yemediğini’’ söyledi, ‘‘Ben aileden zenginim. Birkaç altınım varsa annemden, babamdan kalmıştır’’ diye dil döktü ama canı biraz fazla yanınca dili çözüldü. Bulunan iki milyon altına devlet el koydu.

Sipahiler, 1600 senesinin 1 Nisan'ında Ester Kira'yla büyük oğlu İlya'yı parça parça ettiler. Yaşlı kadının cesedi küçük parçalara ayrıldı, bazı organları Kira'ya verdikleri rüşvetler sayesinde makam sahibi olanların kapılarına çivilendi, etleri köpeklere yedirildi. Neticede devlet Kira'dan kurtulmuş ama imparatorluğa Kira sayesinde musallat olan rüşvet, çok güçlü bir kurum halini almıştı.

Ester Kira'nın hikâyesi, işte böyle... Rüşvet ve yolsuzluklar kraliçesinin öyküsünün tamamını merak edenler, Prof. İpşirli’nin yayınladığı Selânikî Tarihi’nin 856. sayfasını okuyacak olurlarsa, hadiseyi ayrıntılarıyla öğreniler. Merak Ama 400 küsur sene önce saraya musallat olup devleti ve ekonomiyi böylesine berbad eden bu yaşlı kadının isminin durup dururken aklıma takılmasının sebebini bir türlü bulamıyorum.

KİRA'NIN KİRLİ ELİ...Seneler öncesinin tarihi öykü ressamları, Ester Kira'nın rüşvet verilen altınları topladığı elinin bir kapıya çakılmasını böyle resmetmişlerdi.

Sultanların aynaları ilk defa sergileniyor

Topkapı Sarayı'nda dün açılan ‘‘Sultanların Aynaları’’ sergisini mutlaka gezin. Orada sadece sıra sıra sanat eserlerini görmekle kalmayacak, geçmişin süzülmüş zevkinin nasıl olduğunu farkedip bugünlerin zevk anlayışıyla mukayesesini yapabileceksiniz.

Zamanımızda elin-yüzün düzgün olup olmadığını kontrol etmeye yarayan aynalar, geçmişte sadece güzelliği seyre yaramaz, bir hayli derin mânâlar taşırdı. Ádem'e yaratılıştan hemen sonra gönderilen aynanın hikmeti türlü türlü efsanelere konu olmuş, İskender'in uzak diyarları gösteren sihirli aynasının efsanesi asırlar boyunca edebiyattan felsefeye kadar birçok sahada temel bir kavram haline geldi.

Kelime Farsça ‘‘âyîne’’ sözünden gelirdi ve Türkçe'de ‘‘ayna’’ oldu. Geçmişin felsef; eşyası ‘‘ayna’’ sonraları güzelliği görme vasıtası haline geldi, süs eşyasına döndü ve çeşit çeşit aynalar imal edildi. İşte Topkapı Sarayı'nda dün açılan bir sergide, saraylarda sultanlar tarafından kullanılmış olan eşine-emsaline zor rastlanacak zerafetteki aynalar ilk defa teşhire kondu. Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın açtığı sergide sırlı cam öncesi devirlerin pulat aynalarından billurlara, sapları ve etrafı fildişinden abanoza, mücevherden son altına, sedefe ve yeşime kadar 78 adet ayna var. Bugüne kadar saray hazinesinde muhafaza edilen sultan aynaları, ziyaretçilere Memluk ve Selçuklu dönemlerinden başlayıp Osmanlı'nın son devirlerine, Avrupa'dan ayna ithal edildiği zamanlara ve sırtı gümüş ‘‘yastık aynası’’ günlerine uzanan bir tarihin resmigeçidini sunuyor. Ben, Topkapı Sarayı'nın müdiresi Dr. Filiz Çağman'la arkadaşlarını, bildiğim kadarıyla ilk defa tertip edilen böyle bir sergiyi hazırladıkları için kutluyorum.

Üç ay boyunca açık kalacak olan ‘‘Sultanların Aynaları’’ sergisini mutlaka gezin. Orada sadece sıra sıra sanat eserlerini görmekle kalmayacak, geçmişin süzülmüş zevkinin nasıl ve nerede olduğunu farkedip bugünlerin zevk anlayışıyla mukayesesini yapabileceksiniz.

Fenerbahçe'nin başkanlık muamması aydınlandı

Geçen haftalarda, Fenerbahçe'nin 80 yıl önceki başkanı Şehzade Ömer Faruk Efendi'nin, 1966 senesinde bir dostuna yazdığı ve Fenerbahçe'den söz ettiği mektubunu yayınlamıştım. 1924 Mart'ında hanedanın bütün mensuplarıyla beraber Türkiye'den sürgün edilen şehzade Fenerbahçe kulübünden bir mektup aldığını, klüp binasına asılmak üzere bir fotoğrafının istendiğini söylüyor ve ‘‘Cânım Fenerbahçe! Gözümden yaşlar boşandı’’ diyordu.

Yazıyı, Fenerbahçe'nin 1950 öncesi arşivinin ortada olmadığının duyulmasından sonra yazmıştım. Yayınlanmasından hemen sonra, klübün 1960'lı senelerdeki unutulmaz başkanı Faruk Ilgaz'dan uzun bir mektup aldım. Ilgaz, Fenerbahçe arşivinin 1932'nin 4 Haziran gecesi çıkan bir yangında kül olduğunu ve sadece birkaç hatıranın kurtarılabildiğini söylüyor, ‘‘20 Mart 1966'da başkanlığa seçildikten sonra, Fenerbahçe'de daha önce başkanlık yapmış olan muhterem zevatın fotoğraflarını o zamanki yönetim kurulu odasının mutena bir köşesine yerleştirmek üzere faaliyete geçtim. Eski başkanların hemen hepsinin resimlerini buldum ama Ömer Faruk Efendi'ye ulaşmam epeyce zor oldu’’ diyordu. Faruk Ilgaz, Şehzade Faruk Efendi'nin İskenderiye'deki adresini elde edip bir mektup yazmıştı ve aldığı cevap hassas ifadelerle doluydu: Şehzade, ‘‘Benim gibi çok uzun yıllar vatanından uzakta olan bir insanı hatırlamanızı gözlerimden boşalan yaşlarla karşıladım. Başkanlığını gururla yapmış olduğum Fenerbahçe'mizin başarılarını zevkle ve takip ediyorum’’ demiş ve imzasını ‘‘Fenerbahçeli olmakla iftihar eden Ömer Faruk’’ diye atmıştı.

İşte, Fenerbahçe'yle Ömer Faruk Efendi arasında 40 küsur sonra yaşanan yazışmanın tam hikâyesi böyle... Faruk Ilgaz'ın aydınlatıcı mektubu sayesinde hem Ömer Faruk Efendi'nin klüp hakkında yazdıklarını yayınlama fırsatını bulmuş, hem de kendi sorduğum sorunun cevabını gene kendim vermiş oluyorum.

Fenerbahçe camiasının en büyüğü olan Faruk Ilgaz'a uzun ömürler temenni ederim.



Yazarın Tüm Yazıları