Futbolumuz ateşte

TÜRK futbolunun geleceği büyük bir tehlikede. Önümüzdeki yıl değil, 2004-2005 Şampiyonlar Ligi'ne 2 takım katılırken, UEFA'daki şu anda 4 olan takım katılım sayımız 2'ye düşecek.

İşin daha kötü tarafı, Şampiyonlar Ligi için birinci olan takımımız 1 ön eleme, ikinci olan ise 2 ön eleme maçı oynayacak. Şenol Güneş ise ‘‘Ne var yani, belki Portekiz'e gitmeyebiliriz’’ diyerek kıvırtmaya başladı. Çünkü Slovaklara yenilirsek, -ki şu andaki görüntü öyle gözüküyor- işimiz Allah'a kalacak. Şenol hala, federasyon başkanıyla para kavgası yapıyor. Para konusunda sonuna kadar haklı, ama kavga biçimi ve yeri yanlış.

Dönün bakalım Türkiye Ligi'ne... Gol Krallığı yarışında kimler var. İlk 4 sıra, şampiyonluğa oynamayan ve düşme hattına yakın takımların oyuncuları. Beşinci sırada Ümit Karan, altıncı sırada Ahmed Hassan, yedinci sırada Youla, onuncu sırada ise Arif var. Arif de zaten oynatılmıyor. Onbirinci sırada ise Washington var. Ne Beşiktaş'tan, ne G.Saray'dan, ne de G.Birliği'nden ilk üç sırada oyuncu yok. Milli Takım’ın golcüleri ise İlhan Mansız ile Hakan Şükür.

Büyüklerin fiyaskosu

Tabloya bakınca, büyük takımların ne kadar fiyasko hücum oyuncuları aldıkları meydana çıkıyor. Eğer bir yabancı alıyorsan, senin yerlinden iyi olacak. Yok değilse, para vermeyeceksin. Zaten farketmez, verdikleri bütün paraları yöneticiler kulüplerden sonuna kadar temlikle alırlar. F.Bahçeli yöneticiler alacaklara temlik koydu mu diyoruz, cevap gelmiyor. G.Saray'a dönüyoruz, oradan da cevap yok. Ne ala dünya... Gelin oraya oturun, babanızın işi gibi kullanın. Para verdik diye böbürlenin, sonra alıp gidin. İsminiz kalsın, iziniz kalsın.

Peki, kulüpleri bu işlerde zorlayacak kim? Tabii ki federasyon. O artık kendi can derdinde. Başbakan Erdoğan bunların işi bitsin emrini verirse, onların da ipi çekilir. Zaten Slovakya ve Makedonya maçları röntgeni verecek. Futbol Federasyonu için iki şey tehlikelidir. Milli maçlar ve hakemler. İkinci kısmı söylemeye gerek yok. Fazla olur.


Yıldırım'a antrenör lazım


F.BAHÇE kıyma makinası Saran'ı da yuttu. Sevgili Saran sen Ankaralısın, İstanbul'u fazla bilmezsin. İstediğin kadar Amerika'da kal, İstanbul'da yaşamak farklıdır. Amerika'da yürürken, ellerin yanında olur. Rahat rahat yürürsün, İstanbul'da iki elin arkada yürüyeceksin. Allah muhafaza. Eğitimin, dış görünümün hepsi senin avantajındı. Ama başarı için İstanbul'da bunlar yetmez. Aynı silahla oynayacaksın. Sen, önce Futbol Şubesi Sorumluluğu'na soyundun. Dedin ki, ‘‘Burada başarılı olursam, 2 sene sonra başkan da olurum.’’ Bu hevesini çabuk ve zamansız hissettirdin. Aslında görüntün ‘‘Adam olacak çocuk’’ gibiydi. Ama sana yemi gösterdiler, sen de sazan balığı gibi atladın. Ve çok çabuk diskalifiye oldun.

Geç kalınıyor

Fenerbahçe'ye teknik direktör lazım diyorlar, bence yanlış yapıyorlar. Teknik direktör hep vardı. Aziz Yıldırım'a yardımcı antrenör lazım. Yeni gelecek teknik adam bu yönetimin artık son şansı. Ya hep beraber başarılı olacaklar, ya da hep beraber Yıldırım ve ekibi gidecek. Yeni sezonda ilk 5 maçta alınabilecek kötü sonuçlarla, altını çizerek söylüyorum, o Fener seyircisi bırakın bağırmayı küfür etmeyi, yöneticilerin evlerine ve işyerlerine gitmeyi düşüneceklerdir. Şimdi bazıları çıkıp, bu sözlerden dolayı Toroğlu'nu mahkemeye verelim diyebilirler. Hedef gösteriyor diye. Böyle bir olayı kimse istemez. Her spor adamı nefretle kınar. Ama görünen tehlikeyi de, ben yazmaya mecburum.

Büyük takımların, keyfi büyük olduğu gibi dertleri de büyük. Onun için herşeyi göze alacaksın. Şu anda Fenerbahçe teknik direktörünün kamuoyuna açıklanması, gönderilecek futbolcuların belirlenmesi ve alınacak futbolcuların bir kısmının alınması gerekirdi. İşte o zaman ilk 5 hafta tehlikesi kalmaz. Ama daha sezon başı, hoca yeni, takım yeni masalları anlatırsanız, sonra yukarıda yazdıklarım olur.


Hadi canım sen de demezler...

GEÇEN
sene Ali Sami Yen'den maçın son 15 dakikası yayına gitmek için çıkmak istedim. Geçen hafta da İnönü'den, bu kez devre arası çıkmak istedim. İkisinde de 15-16 dakika kilitli kapıları açacak güvenlik sorumlusu aradım. Arkadaşlar, en ufak bir panikte veya hastalıkta veya hamile bir kadında, ne olur bir söyler misiniz bana. Sonra da diyoruz ki, AB'ye gireceğiz. Hadi canım sen de demezler, hadi lan sen de derler.


Emre şeker gibi yazmış

GEÇEN
cuma, yani G.Birliği-Trabzonspor maçından iki gün sonra, Sabah Gazetesi'nde Emre Aköz'ün maç yazısını okudum. Bayıldım. 3-5-2'ymiş, niye tandem oynanırmış, libero oynanmazmış, hatlar arasında bağlantı yokmuş. Tamam, bunlar da maç tekniğinde yazılacak, ama Emre kardeşimiz öyle keyifli bir maç yazısı yazmış ki, şeker gibi okudum. Futbola çok açıdan bakmak lazım. At gözlüğü ile değil. Yazının da içine, konuşmanın da içine biraz espri katacaksın. Zaten sinirler kemanın telleri gibi gerilmiş. Dokunsan lifler atıyor. Bu son haftalarda Emre kardeşimizin yazdığı gibi yorumlar da lazım.


Yanal'ın zayıf noktası


RAHMETLİ Kadri Aytaç ile çalıştım... Çok hırslı bir teknik adamdı. Zaten futbolculuğu da öyleydi. Değişik bir yapısı vardı. Sorardık, ‘‘Kadri abi, bu iş nasıl olacak?’’ diye. Önce, o şeklin bir tarzını anlatırdı ve sonra başka bir formül söylerdi. Sonra da üçüncü şıkkı ortaya koyardı. Olay sonuçlanır ve Kadri abi, ‘‘Ben size söylemedim mi, çocuklar’’ derdi.

Şimdi aynısını basında yüzlerce insan oynuyor. Alın yazılarını kesin veya kasetlerini toplayın ve sonra önüne koyun. Aynı şahıs ve olay için bakın yorum demiyorum, net bir olay için bir gün siyah yazmışlar, bir gün beyaz, bir gün mor... Ve hala bunlar konuşmaya ve yazmaya devam ediyor.

Şimdi aynı olay, Ersun Yanal için oynanıyor. Yalnız buraya küçük bir not eklemeden geçemeyeceğim. Yanal, Denizlispor'dan ayrılıp, A.Gücü'ne gelirken, Denizli'den çıkan sesler ile Ankaragücü'nden G.Birliği'ne geçişinde aynıydı. Yanal iyi hocadır, insan olarak zayıftır. Hep şerefi üzerine yemin eder, ama sezon sonu bakarsınız, o cümle uygulaması sayesinde ters çıkar.

Şimdi aynı olaylar sahnede. Merakla bekliyorum. Tarih tekerrür mü edecek, yoksa Ersun hoca G.Birliği'nde mi kalacak?


Bu kadarına pes

MUSTAFA
Denizli dedi ki, ‘‘İçimizdeki İrlandalılar...’’ Bazıları oturduğu yerden ayağa kalkıp, ‘‘Bana söylüyor, bana söylüyor’’ diye bağırmaya başladı.

Ben dedim ki, ‘‘Hıyardan anlarım...’’ Tesadüfe bakın, yine aynıları çıktı meydana ve ‘‘Bana söylüyor’’ diye haykırdı.

Bu kadarına da pes vallahi...
Yazarın Tüm Yazıları