Devlet kendine zarar veriyor

FAİZLER düşünce, devletin mevduat ve repo faizlerinden aldığı vergi gelirleri düştü. Vergi gelirlerinde daha fazla düşüşe tahammülü olmayan devlet mevduat ve repo faizleri üzerindeki vergileri artırdı.Vergilerin artmasıyla, faizler olabileceğinden daha yüksek olacak. Halbuki, faizlerin yüksekliği ülkede en büyük borçlu durumda olan devletin finansman maliyetini yükseltecek. Yani, bir taraftan alırken, devlet diğer taraftan verecek.Ekonomi ilginç bir yapıdır. Tek taraflı olarak piyasaları kandırmak mümkün değildir. Yatırım enstrümanları üzerindeki faizleri artırmakla devlet vergi gelirlerinin azalmasını önlediğini sanırken, asıl zararlı çıkacak olan yine devlet olacaktır. Nedense, bu gerçek Türkiye'de bir türlü anlaşılamamıştır.Yatırım araçları üzerindeki vergilerin artırılmasının en doğal sonucu mali sistemin reel olarak küçülmesidir. Türk halkı boşuna altına yatırım yapmamaktadır. Mali sistemin küçülmesi devletin finansman maliyetini reel olarak artıran en önemli unsurlardan biridir. Statik ve miyopik bir bakış açısıyla yaklaşarak devlet kendine zarar vermektedir.Döviz mevduatlarından alınan faizlerin vergileri diğer tüm mevduat çeşitlerine göre çok daha fazla artırıldı. Bu yaklaşımın arkasında mutlaka mevduat sahiplerinin dövizden Türk Lirası'na geçmelerini teşvik etmek gibi bir görüş yatmaktadır. Döviz faizleri zaten çok düşüktür. Yatırımcıların döviz tutması faiz geliri almalarından değil, kendilerini Türk Lirası'nda olabilecek olası çalkalanmalardan korumak içindir. Türk mali sisteminin yüzde 50'sine yakın bölümünün döviz üzerinden olması vergi yapısının döviz tutmayı teşvik etmesinden değildir.Dolayısıyla, döviz tevdiat faizleri üzerinden alınan verginin artırılması yatırımcının portföy tercihini değiştirmeyecektir. Ancak, mali sistemde döviz kaynakları daha pahalıya mal olacaktır. Yani, döviz kredilerinin faizleri olabileceğinden daha yüksek olacaktır. Bu mu hedefleniyor? Hayır. Ama, sonuç böyle olacaktır.Giderek kayıt dışına çıkan mali sistem, faizlerden alınan vergilerin artırılmasıyla daha fazla kayıt dışına kayacaktır. Mali sistemi reel olarak büyütmeyi hedeflememiz gerekirken, tam tersini yapıyoruz.Ücret artışları sorun olacakASGARİ ücret nominal olarak net bazda yılın ilk yarısı için yüzde 34 artırıldı. İkinci yarı için herhalde bir miktar daha artış olabileceği beklentisi yaratılmak isteniyor. Bu artışla gerçekten asgari ücret alanlar elbette zengin olmadılar. Ama, ekonomide ücret beklentileri alt-üst oldu.Yıllık enflasyon bu yıl için yüzde 12 olarak hedeflendiğinde, ekonomik aktörlerin büyük bir kısmı bu hedefi makul buldu. En azından önceki yıllara göre, kamuoyu bu yılki enflasyon hedefini daha inandırıcı buldu. Bu nedenle de, 2004 yılına yönelik ücret artışları yüzde 10-15 olarak planlandı. Asgari ücretteki artış kararı, olumlu yönde beklentisi olanların kafalarında büyük bir soru işareti yarattı.Asgari ücretin yüzde 34 artırılması bir çok şirket ve çalışanları açısından, planlanan yüzde 10-15 ücret artışlarını anlatılmasını ve anlamasını zor bir konuma soktu. Reel ücretlerin bir yıl içinde bu denli hızlı artmasının kaçınılmaz olumsuz sonuçları olacaktır. Örneğin,1. Kayıt içinde olan iş yerlerinde, gerçek farklı da olsa, asgari ücrette çalışanların sayısı artacaktır.2. Ekonomik şartların zaten verimlilik artışlarını zorunlu kıldığı bir ortamda, üretimde iş gücünden tasarruf etme eğilimi artacaktır.3. Yeni ücret düzeylerinde üretilen malların fiyatlandırılmaları değişecektir. Enflasyon olumsuz etkilenecektir.Asgari ücretteki artışın bir kısmının ücretler üzerindeki yüklerin hafifletilmesiyle karşılanacak olması işin bir başka komik yanıdır. Sosyal güvenlik sistemi batmış bir ülkede sosyal güvenlik sisteminin topladığı primleri düşürerek kamu finansmanı çok ciddi bir çıkmazın içine sürüklenmektedir.Yüksek ücret düzeyinden daha yüksek prim alınması biraz hayaldir. Sosyal Sigortalar Kurumu'na kayıtlı çalışanların yüzde 55'i asgari ücret alıyormuş gibi gösterilmektedir. Yeni düzenlemeyle bu oran çok daha fazla artacaktır. Üretimde verimlilik artışı devletin getirdiği yüklerin asgariye indirilmesini de gerektirmektedir. Devlet, koyduğu yükleri hafifletmezse, piyasa kendi dinamikleri içinde aynı şeyi başaracaktır. Olacak olan, devletin gelir kaybıdır.Beklentilerin üzerinde ücret artışları geçmişte de denendi. Tüm denemeler olumsuz sonuçlandı. Başlarda, iç talep artışına paralel olarak ekonomik büyüme hızlanmış gibi görünse de, ardından enflasyon yükselme eğilimine girdi. Çalışanlara kaşıklara verilen kepçeyle alındı. Bu çeşit ücret artışları iktidarlara üç-beş günlük destek sağlıyor. Ama, reel ücret artışlarının neden olduğu makro ekonomik dengelerdeki bozulmalar daha fazlasını götürüyor.1987, 1989 ve 1997 yıllarını hatırlayalım. Bu senaryo ile makro ekonomik istikrarın sağlanamayacağını artık öğrenmiş olmamız gerekiyor. İhale kuralları oyuncak gibi görülmemeli TÜRKİYE devletinin mal varlıklarını idare etmekle ve mali sorumluluklarını yerine getirmekle görevli kuruluş Hazine Müsteşarlığı'dır. Ama, yanlış ekonomi politikalarının neden olduğu ekonomik şartların zorlamasıyla, Hazine'nin en önemli faaliyeti giderek borç idaresi olmuştur. Borç idaresi denince de, akıllara Hazine'nin hangi ihale kuralları çerçevesinde borçlanmasının iyi olup olmadığı gelmektedir.Durum giderek daha iyi bir noktaya geldiyse de, Hazine kendisine borç verenleri hep 'beni kazıklıyorlar' diye bakmaktadır. Doğal olarak, borçlanma vadelerini kısa, ödedikleri faizleri 'fahiş' bulmaktadırlar. Bunun önüne geçmek için de, kimi zaman iç borçlanma senetleri üzerindeki faizden vergi alınması denemiş, kimi zaman da borçlanma ihalesinin kuralları değiştirilerek 'daha az kazık yemeye' çalışılmıştır.Ekonomide binbir çeşit ihale yöntemi vardır. Her ihale yönteminin kendi içinde olumlu ve olumsuz tarafları vardır. İhalelerde amaç piyasadaki arz-talep yapısını en iyi şekilde ortaya çıkarıp bu yapı içinde satıcılar ve alıcılar açısından ulaşabilecek en iyi noktayı (fiyat ve miktar) bulmaktır.En çok kullanılan iki ihale yönteminden biri çoklu fiyat sistemi denilen her teklif verenin teklifi kabul edildiği taktirde teklif fiyatından malı almasıdır. İkinci yöntem, teklifleri kabul edilenlerin içinde en kötü teklifi verenin fiyatından (tek fiyat) malın teklifi kabul edilen herkese satılmasıdır. Dışsal bir etken olmadığı taktirde, bu iki yöntemin ulaştığı sonuç aynıdır. Hazine'de yönetim değişikliklerinden sonra ilk düşünülen konu birinci mi yoksa ikinci yöntemin mi ihalelerde Hazine bonosu faizlerinin daha düşük olmasına yardımcı olur sorusudur. Uzun zamandır ikinci yöntem, yani ihalelerde teklifleri kabul edilenlerin Hazine açısından en kötü fiyattan bonoları almasıydı. Şimdi, çoklu fiyat sistemine geçilmesi düşünülüyor. Geçmişte çoklu fiyat sisteminden vazgeçilmesinin nedeni Hazine ihalelerine gelen teklif miktarından hoşnut olunmamasıydı. Çünkü, piyasalarda çalkantılar yaşandığında, fiyat oluşumu zorlaşmakta ve çoklu fiyat sistemi yoluyla piyasa dışı bir fiyatta yakalanmak yerine, yatırımcılar ihale sonucunu görüp ikinci piyasada işlem yapmayı tercih etmektedirler.Tek bir ihale bazında bakıldığında, çoklu fiyat sistemi Hazine açısından bir avantaj sağlıyormuş gibi görünse de, ihalelerdeki derinliği azalttığından, orta dönemde Hazine'nin maliyetlerini olumlu ya da olumsuz yönde değiştiren bir yöntem olmamaktadır.Buna karşılık, Hazine ihalelerinde kullanılan yöntemi 2-3 yılda bir değiştirmek piyasanın derinliğini olumsuz etkileyen bir oyun olmaktadır.
Yazarın Tüm Yazıları