Cüneyt Ülsever: Bilimsel düşünceye bir eleştiri (3)

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

Yirminci yüzyıla hákim bilimsel metodoloji sebep-sonuç ilişkisine dayandığı için faydalı ama tekil sonuçlara ‘‘anlam kümeleri’’ yüklemeye kalktığında, a) sebepler ‘‘şeyleri’’ icat ediyor veya b) şeyler kendi kendine oluyor, veya c) tabiat icat ediyor açıklamalarından kurtulamaz.

Bu yaklaşımla şu sorular devamlı açıkta kalmaya mahkûm! Peki öyle ise bu şeylerin içindeki formül nedir? Bu formül oraya nasıl girmiş?

Bu sorulara olası cevaplar aranmadığı sürece de insan mekanik bir anlayışla, gürül gürül yaşadığı duygusal boyuta hiçbir açıklama getirememe zavallılığı (duygularımızı doğuran kimyevi bileşkeler nasıl çalışıyor, sorusunu sebep-sonuç ilişkisiyle cevaplandırmak mümkün değil) ile yetinmek zorunda.

Hele hele sosyal bilimlerin, fen bilimlerinden devşirdiği metodolojiyle, bizden değer ve duygularımızdan arındırılmış sonuçlar beklemesi başka bir çıkmaz! Bu yaklaşımla insanın mekanik davranışının yönlendirmesi dışında hiçbir yönünü ölçmek veya algılamak mümkün değil.

Sevinçle görülmektedir ki bilimsel metodolojinin bu yalnızlığına eleştiri noktaları son çeyrek asırda bizzat bilimin kendisi tarafından da üretilmektedir.

a) Genetik bilimindeki son dönemdeki akıl almaz gelişmeler insan ‘‘genomu’’ -genetik haritası- üzerindeki çalışmalarda devrimsel atılımlar yaptı. Proteinler, insan vücudunun moleküler yaratıcıları olduğu için, şimdi bilim adamları her bir proteinin çalışma kurallarını çözmeye çalışıyorlar. Esas gaye, tüm fonksiyonları ile insan denen varlığın karışımını oluşturan maddelerin çözülmesi!

20. yüzyılın en önemli biyolojik keşfi olarak genetik taşıyıcılar-DNA'ların varlığının 1953'te ortaya atılmasından sonra şimdi sıra protein-gen-DNA üçlemesinde, adına can dediğimiz varlığın nasıl oluştuğunu çözmeye geldi.

‘‘Tabiat (Tanrı!) bu canlandırma işlemini milyonlarca yıldan beri her an ve her saniye tekrar ediyor, şimdi sıra bunun nasıl ve neden olduğunu çözmeye geldi’’ diyor bir bilim adamı.

Şüpheci bilim adamları ise parçaların çözülmesinin bütünün nasıl çalıştığını belirleyemeyeceğini iddia ediyorlar. Birisi diyor ki ‘‘(Belki de sebep-sonuç ilişkisini kastederek) Parçaları çözmek sadece bir başlangıçtır. Ben size bir Boeing 777 uçağını var eden 10.000 parçasının listesini versem, bu liste uçağın nasıl uçtuğu hakkında bilgi vermez’’ (bkz. Cüneyt Ülsever-‘‘Acaba Tanrı=Bilim Olabilir mi?’’-Hürriyet, 17.06.2000).

Acaba genetik bilimi, varlığını kabul ettiği ‘‘şeylerin içindeki formülleri’’ çözebilecek mi?

b) Öte yanda Edward O. Wilson adlı bir doğa bilimcisi, yayınladığı ‘‘Birlikte Zıplama (Consilience): Bilginin Birlikteliği’’ (Knopf Yayınevi-1998) adlı eserinde ‘‘Tüm bilimler parçalanmaz bir bütündür!’’ diye iddia ediyor. Ona göre fizik, biyoloji, kimya bilmeyen bir sosyal bilimcinin araştırdığı ‘‘sosyal olguları’’ çözmesi mümkün değil.

Ayrıca ona göre ‘‘dinin genetik temelleri’’ var!

Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Edward O. Wilson ‘‘Ahlakın Biyolojik Temelleri’’ (Atlantic Monthly-Nisan 1998) başlıklı makalesinde de ahlaki düşüncenin bile ‘‘doğa bilimlerinin’’ birlikteliğinden doğduğunu ifade ediyor. ‘‘Tüm sosyal olgular ancak sinir siteminin anlaşılması ile kavranabilir.’’ Sinir sistemi de genetik bilime, o da biyo-kimyaya indirgeniyor. Böylece ‘‘ahlak’’ kavramı bile fizik bilimi etrafında dönüyor.

‘‘O kadar uzun süredir Tanrı'ya inanıyoruz ki, O artık genlere yerleşmiş!’’ (Bkz. Cüneyt Ülsever: ‘‘Kendini Arayan Türkiye’’-Timaş Yayınları-1999, ss. 142-159)

(Yarın: Son!)

Yazarın Tüm Yazıları