Cırcırböceği çaldı saz, bütün yaz!

TUTUKLULUK süresini en çok on yıl ile sınırlayan yasa yürürlüğe girince, aralarında 188 cinayet ile suçlanan Hizbullah mensupları ve bazı mafya babaları da serbest kaldılar.

Haberin Devamı

Gazetelerin önemli bölümünde dün bu durum kınanıyordu. “Adalet bu mu”, “iyi niyetli yasalar canilere yaradı” gibisinden yorumlu başlıklar atılmıştı.
Önce şu konuda hepimizin hemfikir olması gerek: Hakkında mahkemelerce verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmayan herkes masum kabul edilmelidir. Sanıkların kimliklerinin ve işledikleri iddia edilen suçun ağırlığının önemi yoktur.
Temel insan hakları dediğimiz şey herkes için geçerlidir, adil yargılanma herkesin hakkıdır.
Devlet üzerine düşeni yapamıyor diye, insanların peşin suçlu kabul edilerek uzun süreler hapiste tutulması çağımızın adalet anlayışı ile bağdaşmıyor.
Ve bunun böyle olacağı da bir sürpriz değildi.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nu bu hükümet değiştirdi. Değiştirirken, bu maddenin yürürlüğünü, kanunun kabul edildiği tarihten 6 yıl sonrasına bırakan da bu hükümetti.
Bu altı yıla neden gerek duyuldu, onu da biliyoruz: Bu süre içinde Türkiye’nin adalet sistemini modernleştirecek yatırımlar yapılsın, polis kendini geliştirsin, sanıklar hakkındaki delilleri daha hızlı ve doğru olarak toplayabilsin, mahkemeler ve Yargıtay üzerindeki iş yükünü hafifletecek düzenlemeler yapılsın!
Bunların hiçbiri bu altı yıl içinde yapılmadı.
Soruşturma dosyaları eksik ve hatalarla dolu, yargılamalar bu nedenle bitmek bilmiyor, kararların önemli bölümü Yargıtay’da bozuluyor. Mahkemelerin sayısı az, binaları yetersiz, dosyalar biriktikçe birikiyor.
Ve hükümet, bütün bu olup bitenlerde kendi sorumluluğu hiç yokmuş gibi davranıyor. Bütün bu süreyi yargı ile kavga ederek geçirdikten sonra şimdi olup biteni seyrediyor.
Bir ülkede hükümet, orada olup biten her şeyin sorumlusudur. Toplumun adalet duygusunu derinden yaralayan bu durumun da sorumlusu olduğu gibi!

Haberin Devamı

Üniversitede porno film tartışması

BİLGİ Üniversitesi’nde iki öğretim üyesi ve bir öğretim görevlisinin işine son verilmesine yol açan olay, Türkiye’deki genel bir kafa karışıklığına da işaret ediyor. Olayı ortaya çıkaran Tempo Dergisi oldu. Bir öğrencinin, bitirme ödevi olarak okulun stüdyosunda bir porno film çektiği ile ilgili bir haberdi bu.
Haber önce derginin Ocak ayı sayısında, sonra da gazetelerde yayımlanınca üniversite üç öğretim üyesinin işine son verdi, kıyamet de bundan sonra koptu.
Aralarında öğretim üyeleri ve sanatçıların da bulunduğu birçok kişi, üniversitede porno film çekilmesini, bir tür “bilimsel özgürlük” olarak algılıyor. Çekilen filmi bir sanat eseri gibi algılayıp, sesini yükseltenler de var.
Pornografi, kadına yönelik erkek şiddetinin en kaba yollarından biri! Ve ne sanat ile ilgisi var, ne de bilimsel özgürlük ile.
Bir öğrenci böyle bir bitirme ödevini yapmaya karar verdiği zaman ona bunun yanlışlığını, pornografinin kadına yönelik şiddeti yücelttiğini anlatacak olanlar hocaları olmalıydı.
Bunun ihmal edilmiş olması, şimdi bunu bilimsel özgürlük kılığına sokmayı gerektirmiyor.
Üniversite elbette pornografiyi tartışabilir, toplumdaki karşılığını inceleyebilir. Ama bunun porno film çekmek ile bir ilgisi de olamaz.
Bir küçük not da gazeteciler için ekleyeyim: Bu haber Tempo Dergisi’nde yayımlandı. Bir haberi bir başka yayından aktarırken kaynağı belirtmek kimsenin gazeteciliğinde bir eksiklik yaratmayacağı gibi, bir meslektaşın emeğine saygının da bir gereğidir.

Haberin Devamı

Hep aynı şey oluyor

ANKARA’da, ODTÜ’den AKP Genel Merkezi’ne protesto yürüyüşü yapmak isteyen öğrencilere polis müdahale etti ve artık alıştığımız kötü görüntüler bir kez daha ortaya çıktı.
Öğrencilere gaz sıkıldı, aşırı şiddet uygulandı, öğrenciler de ellerine geçirdiklerini polise fırlattılar.
Polisin, bu tür olaylara müdahalesinde hep sorunlar çıkıyor. Şu temel gerçek unutuluyor: Protesto gösterisi yapmak temel bir haktır ve polisin müdahalesi bu hakkı kullanmak isteyenlerin çevrelerine zarar vermesini önlemek ve hatta çevreden o gruba yönelik olabilecek saldırı girişimlerini engellemektir.
Gösteri yapan grubu bir çember içine almak ve sonra yorulup dağılmalarını beklemek dururken, bir elde cop, diğer elde gaz ile hücuma geçmek hep bu sonucu doğurur ve polis açısından hiç de olumlu bir görüntü yaratmaz.
Öte yandan öğrenci liderlerinin sorumluluklarını da unutmamak gerekir. Liderlik, aynı zamanda başında bulunduğunuz kitleye gelebilecek zararları öngörmek ve onları bu zarardan korumayı da gerektirir.
Kalabalıkları gösteri yapmaya ikna edip, sonra da polisin önüne dayak yesinler diye atmak liderlik sayılmaz.
Öğrenci liderleri bunu görüp, gösterinin böyle bir müdahaleye olanak vermeyecek şekilde yürütülmesini sağlamalıydılar.

Yazarın Tüm Yazıları