Çevirmenin gözlerinden yaşların aktığı an

Savaş bittiğinde, Grass evine dönüyor. Yenilgi sırasında evleri Rus işgalinden geçiyor. Grass annesine soruyor: Ruslar geldiğinde nasıldı? Ruslar size?... Annesi ağzını kapatıyor.

Silahı eline hiçbir zaman almıyor. Emir üstüne emir yağıyor, yine almıyor. Oysa asker, savaş için silah altında.

Ceza olarak patatesleri o soyuyor, mangasında sıraya çağrılıyor, emir üstüne emir yağıyor, silahı eline yine almıyor.
/images/100/0x0/55ea40a2f018fbb8f8741735
Ceza olarak, tek başına saatler süren yat-kalk talimine katlanıyor, haşarat kaynayan kovayla ekibin kullandığı tuvaleti temizliyor, çukurdan pislikleri topluyor, manganın çizmelerini parlatıyor, sıraya çağrılıyor, silahı eline almayı yine reddediyor.

Ceza olarak, dayak atılıyor, yatağı ıslatılıyor, elbiseleri paralanıyor, sıraya çağrılıyor, emir üstüne emir yağıyor, silahı eline yine almıyor. Oysa, asker ve savaş için silah altında.

O asker bir istisna. İstisna olmak, aslında reddetmesini bilmek.

Nobel ödüllü Günter Grass’ın biyografik romanı "Soğanı Soyarken", savaş, faşizm ve hayatın her yönüyle iç içe giren yaşanmışlıklar zinciri. Grass anılarını aktarırken, soğanı soyuyor, soğanın her kabuğunda yeni bir serüven, yeni bir anı. Soğanı soyarken, insanın gözleri yaşarıyor. Grass’ın söylediği gibi.

Roman, Almanya’da ve dünya edebiyatı çevrelerinde büyük tartışma yaratıyor. Çünkü, Grass ilk kez bu derece açık biçimde, Nazi gençliği içinde yer aldığını itiraf ediyor. "Genç Nazi’ydim, sonuna kadar inançlıydım. Kendimi temize çıkarmak için, bizi kandırdılar bile diyemem. Hayır, kandırılmaya ben izin verdim." (s. 38)

ÖLÜMLE BURUN BURUNA

Nazi olmanın coşkusunu yaşarken, ödül alacağı kesin olan, Nasyonal Sosyalist gazetenin yazı yarışmasına ka-tıl-mı-yor. İleriyi düşünüyor, yazarlık kariyerine gölge düşebilir, kaygısıyla. Evrensel olabilmek bu olsa gerek. Sadece yazar olarak değil, evrensellik, insanlık hallerine örnek olmak açısından. Yanlışlık olmasın, o sırada henüz 18-19 yaşında.

Grass birliğini kaybediyor, orman içinde kayboluyor. Tek başına. Karşıda Rus askerleri. Onların konuşmalarını duyacak kadar yakın. Ölümle burun buruna. Ruslar ağaçların ve çalılıkların arasında "düşman" arıyor. O da, bir çalılığın içinde, ağaçların arasında. Ölüm tuzağını çoktan kurmuş, kurtuluş bir mucize ki, sonra gerçekleşiyor, ama o yine de ölüme beş kala "ağaçların reçine kokusunu" içine sindirmekle meşgul. (A.g.k., s.122).

Tıpkı, Çelebi Mehmet’in huzurunda, kendisini idama götüren ölüm fetvasını dinlerken, Şeyh Bedrettin’in, "mermer bir çeşmeye akan çırılçıplak su sesini" duyması gibi.

Evrensellik böyle bir şey. Romanı, daha doğrusu, Grass’ın yaşamını evrensel kılan bu ayrıntılar.

İkinci Dünya Savaşı’nın gaddar tarafı Almanlar. Ancak, savaşın arka planında acı çekmiş, savaşın darmadağınık ettiği, yerinden yurdundan sürdüğü Almanlar var. Savaş bittiğinde, Grass evine dönüyor. Yenilgi sırasında evleri Rus işgalinden geçiyor. Grass annesine soruyor: "Ruslar geldiğinde nasıldı? Ruslar sizi..."

DEFALARCA TECAVÜZ

Annesi ağzını kapatıyor, "Geçti bunlar, özellikle kız kardeşin için bu kadar soru sorma, sormakla bir şey düzelmez, hayattayız, geçmiş geçmişte kaldı." (s. 244)

Geçmiş korkunç. "Annem Rus askerleri tarafından nerede ve kaç kere tecavüze uğradığını ortaya koyan bir cümleyi asla ağzına almadı, kız kardeşimi korumak için, onun yerine kendisini sunduğunu annemin ölümünden sonra, kız kardeşimin dolaylı sözlerinden anladım. Kelimeler yoktu." (s. 245)

Kitabı Türkçe’ye İlknur Özdemir çeviriyor. Özdemir, daha önce pek çok çeviriye başarıyla imza atıyor. Kendisinin de bir öykü kitabı var.

Kitabın sonuna doğru, Grass’ın annesinin ölümünü anlattığı bir bölüm var. Annesine ağıt. (s. 333-34). Annesi son nefesini verirken, Grass’ın gözünün önünden bütün bir hayat ve savaş geçiyor. O cephede, hatta yaralanıyor.

Annesi cephe gerisinde ama, en büyük insanlık acılarından birini yaşıyor. Düşman askerlerinin tecavüzüne uğruyor. Kızını korumak adına. Hayatta kalabilmek adına. "Yaşamak, yani ağır bastığından".

Çevirmen İlknur Özdemir o bölümü çevirirken, gözyaşlarını tutamıyor.

Gerçek mutlaka bu kadar insafsız mı olmalı?
Yazarın Tüm Yazıları