Büyükşehir’in boşanan zembereği ve metromuz

GEÇTİĞİMİZ hafta içinde Cebeci’de Cemal Gürsel Bulvarı üzerinde yürürken, ‘Güven Saat’in önünden geçtim.. Hatırladığım kadarıyla, artık kimsenin adını bilmediği zemrebekli, kurmalı saatlere can veren bir tamirci idi.. Hala da ayakta..

Zamana ve teknolojiye böyle direnebilmesine şaşırdım, şaşırdığım kadar da sevindim.
Saat eskiden özel bir şeydi..
Erkek çocuklarına sünnet olduklarında, kız çocuklarına ilkokulu derece ile bitirdiklerinde satın alınırdı genellikle..
Dedelerimizin köstek saatlerinin dokunulmazlığı vardı. Üzerinde lokomotif resmi olduğu için ‘şimendifer’ olarak anılan Serkisof marka saatler en cakalı olanlarıydı..
Evlerin duvarlarında, sallangacı durmaksısın devinen ve saat başı, saat sayısı kadar vuran çanları ile herşeyin tanığı duvar saatleri..
Guguklu saatler, daha çok ‘Avrupai’ evlerde duvarları süslerdi.
Bugün ise nerededeyse baktığımız her yerde saat var.
Telefonda, bilgisayarda, arabada, televizyonda, her yerde..
Saatlere ve geçmişe böylesine dalıp da ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü hatırlamamak olur mu..?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın o unutulmaz eserini..
Popülizm ve para hastalarının, nasıl bir anda insanlıktan çıkıp yüz değiştirebildiğini anlatan edebiyat şaheseri..
Bunları düşünerek ‘Güven Saat’in önünden geçtim ve 20 - 30 metre ilerideki Dikimevi Ankaray istasyonunun merdivenlerinden inmeye başladım.
Ahmet Hamdi Tanpınar..
Zaman, O’nun şiirlerinde de başka çınlardı..
“Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,
Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil..”
Ankaray istasyonuna girdiğimde, kendimi gerçekten hafiflemiş hissediyordum..
Ta ki duvarda gördüğüm bir pano ile irkilene kadar..
Camlı panonun içinde bir harita..
Şehir planı üzerinde Ankaray ve metronun güzergahlarını gösteriyor..
Gözlerime inanamadım..
Tekrar tekrar baktım..
Bütün haritaların üzerinde kocaman puntolarla ‘1998’ yazıyordu..
Bir anda zaman tünelinden geçip, 1998’e gitmiş olamayacağıma göre..?
Önce hüzünlendim, çünkü bu hiçbir Ankaralı’nın hak etmediği bir ‘aşağılama’ idi..
En az 1998’den bu yana metro hikayeleri ile kandırıldığımızın belgesi..
Birileri adına, ilk defa gerçekten utandım..
Demek ki bu kentte, çağdaş ulaşım açısından zaman 1998’de durmuş, Büyükşehir’in zembereği 11 yıl önce boşanmıştı..
Gerisi laf-ı güzaf..
Gerisi hikaye..
Gerçekten hikaye..
Yazarın Tüm Yazıları