Büyük mitinglerden büyük fırsata...

Önce Ankara-Tandoğan, ardından İstanbul-Çağlayan’da toplanan yüzbinlerce kişiye hafta sonu İzmir de eklendi.

Haberin Devamı

Bir kırmızı bayrak ormanı haline bürünen görkemli toplantıların adı, malum, “Cumhuriyet mitingleri”. Bir iddiaya göre, “şeriat tehdidi altındaki” Cumhuriyet’i koruma amaçlı büyük bir sivil hareket bu. “Şeriat tehdidi” dendiği vakit, kastedilen Ak Parti iktidarı. Zaten, söz konusu büyük kitle gösterilerinde taşınan pankartlar, atılan sloganlar, katılımcılar arasındaki “ortak payda”nın Ak Parti’ye karşıtlığını ortaya koyuyor.

Bu büyük toplantıların niteliğine ilişkin adeta bir “konsansüs” halinde ortaya atılan değerlendirme ise, bunların “şehirli orta sınıflar”ın “laiklik” gösterileri olduğu. Genellikle, tatmin edici bir gelir düzeyinde bulunan, pek sahaya çıkmayı benimsemeyen, seçim sandığına bile tutkuyla gittikleri kuşkulu, genellikle “laiklik”in korunmasını Silahlı Kuvvetler’e ihale etme alışkanlığındaki hatırı sayılır insan yığınlarının, Türkiye’nin şehir merkezlerine coşkuyla akması “bir ilk” olduğu için hayli anlamlı görünüyor.

Haberin Devamı

Ne var ki, bu gösterilerin her birinin, farklı bir “Türkiye tablosu”nda gerçekleştiğini de gözden uzak tutmamamız, bu nedenle “gündem”e etkisini de bu çerçevede görmemiz gerekli.

Ankara-Tandoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın önemli 12 Nisan konuşmasından iki gün sonra, 14 Nisan’da yapıldı. O tarihte, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasının önlenmesi öncelikli idi. “Çankaya’da imama hayır” sloganları, doğrudan doğruya Tayyip Erdoğan’ı hedef alıyordu. Tandoğan’dan Anıt Kabir’e yürüyen kitleler, ardına, Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarını almıştı.

İstanbul-Çağlayan, 27 Nisan’da Cumhurbaşkanı seçiminin tıkanması ve o gün gece yarısı ortaya çıkan “e-muhtıra” şeklindeki “askeri müdahale”den 36 saat sonra gerçekleşti. Tayyip Erdoğan ismi, zaten Çankaya ile irtibatını kaybetmişti. Bu kez, “Cumhuriyet’i koruma” adına “tepki ivmesi”, doğrudan doğruya Ak Parti iktidarının kendisine yönelmiş oldu.

İzmir mitingi, Türkiye’de seçim tarihinin belli olduğu ve 22 Temmuz’a doğru meydanların artık “Cumhuriyeti koruma” gerekçesinin zemini üzerinden dolamayacağı, sahneye siyasi partilerin iktidar mücadelesine yönelik platformlarının yansıyacağı bir zaman diliminin arifesine denk geldi. Nitekim, İzmir’de mitinge damgasını vuran, seçim için CHP-DSP birleşmesini talep eden “solda birlik” oldu.

Haberin Devamı

Paradoksal biçimde, laiklik öncelikli “şehirli orta sınıf enerjisi”nin tavana vurduğu nokta, seçim kampanyasının başlamasıyla birlikte, bu gösterilerin “istiminin tükeneceği”nin göstergesi.

 

***       ***     ***

Nitekim, İzmir mitinginden bir gün sonraki Radikal gazetesinde Neşe Düzel, siyasal bilimci, Işık Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’na “Türkiye’nin birçok şehrinde meydanları dolduran AKP karşıtı milyonlarca insanın tepkisi sandığa nasıl yansıyacak?” diye soruyor. Prof. Kalaycıoğlu, şu cevabı veriyor:

“Bu ülkede 40 küsur milyon seçmen var. Meydanlarda ise iki milyon kişi toplanıyor. Seçmenin yüzde 5’i bu. Yüzde 5 hiçbir şey ifade etmiyor. Yüzde 10’luk barajı bile geçmiyor. Bu seçmen muhtemelen AKP’ye oy vermeyecek ama bunların oyunun tamamı da tek bir partiye gitmeyecek.”

Haberin Devamı

Bu doğru bir tespit. Türkiye’nin meydanlarının, önümüzdeki günlerde zorunlu olarak “zinde güçler”den boşalacağı, “seçim sandıkları”nın “görünmeyen seçmenler” tarafından doldurulacağı süreç çalışmaya başlayacağı vakit, 22 Temmuz sonrası Türkiye’nin ipuçlarını edineceğiz. Şu ara yapılan seçim araştırmalarının da hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını düşünenlerdenim. Haziran sonundan önce, seçimin muhtemel sonuçlarını hissedemeyeceğiz.

Hele, 4 Haziran’da partilerin seçmen listeleri görülmeden yapılacak hiçbir seçim tahmininin seçim sonuçları bakımından anlamlı sonuç vermesi mümkün gözükmüyor.

Bununla birlikte, üzerinde durulmaya değer “yol işaretleri” mevcut. Seçim simulasyonu konusundaki ciddiyetiyle tanınan Prof. Dr. Seyfettin Gürsel, Referans’ta dünkü yazısında “22 Temmuz seçimlerinin tek kritik belirleyicisi muhafazakar sağ oyların paylaşımı demiştim. 3 Kasım 2002’de AKP, DYP ve ANAP sırasıyla yüzde 34.3; 9.8 ve 5.4 oy alarak toplamda yaklaşık yüzde 50 oyu paylaştılar. 22 Temmuz’da da aşağı yukarı bu oyu paylaşacaklar. Bu paylaşım kabaca 38-40 AKP, 12-10 DP şeklinde olduğu takdirde AKP’nin kazanma ihtimali çok yükseliyor. Üstelik DTP’nin seçtireceği bağımsız adaylara rağmen” diyerek dikkat çekti.

Haberin Devamı

Daha ilginçi, Seyfettin Gürsel’in “Peki bu iktidarı engellemek için CHP’nin izlediği ve mitinglerin tırmandırdığı kutuplaşma siyasetinin doğru bir strateji” olup olmadığına ilişkin kendi sorusuna verdiği cevap: “Kutuplaşma CHP’nin oylarını arttırsa bile, eğer kutuplaşma DP’yi barajın altına itmekle sonuçlanırsa, tek başına iktidara gelmek için AKP’ye gereken oy oranı yüzde 37’ye düşüyor.”

 

***        ***       ***

 

Bugün bile seçimlerin “en büyük favorisi” görülen Ak Parti’nin 22 Temmuz yarışmasına giden yolda, “liderliğini şampiyonluğa dönüştürmesi”nin yolu, son haftalarda kendisinden TBMM’de esirgenenin acısını sandıkta çıkartmak, yani “rövanşist” bir politika yerine, “merkeze daha fazla yaklaşmak”tan geçiyor.

Haberin Devamı

Bunu seçim listelerindeki tercihlerinde ortaya koyabilir. Partinin “tarihi arka planı”, bunun böyle olacağını kuvvetli ihtimal haline getiriyor. MNP-MSP-Refah hattı, “köktendinci tonlar” taşıyan “siyasi İslamcılık”ı ifade ediyordu. Fazilet Partisi, pekala “ılımlı İslamcı” diye nitelenecek, “laik Cumhuriyet esasları”yla daha barışık bir siyasi organizma idi. Ak Parti ise, daha kurulduğu gün, “İslamcı” etiketini reddetti.

Bu, bugün geldiğimiz noktada, bir çok insana“inandırıcı” gelmeyebilir ama Tayyip Erdoğan’ın “Nisan-Mayıs 2007 dersleri”ni doğru çıkartması ve “Haziran 2007” ile birlikte pekala “merkezci” bir vitrinle “22 Temmuz 2007” yönünde yol alabileceği ihtimalini yabana atmayın.

22 Temmuz seçim sonuçları, kendi meşruiyetini üretecektir;ayrıca “merkez”e kaydığı su götürmeyecek bir partinin seçim başarısı, “askeri darbe”yi Türkiye’nin gündeminden çıkartabilecektir.

İçinden geçtiğimiz günler, Türk siyasi hayatını geleneksel “kışla-cami parantezi”nden çıkartacak bir “fırsat eşiği” olabilir. Ak Parti, bu “fırsat”ı kullanabilirse...

Yazarın Tüm Yazıları