Bu CD, Cem’in Hıristiyan olduğunun kanıtı mı?

Fatih Sultan Mehmed'in oğlu ve Türk tarihinin belki de en bahtsız ismi olan Cem Sultan'ın Avrupa'daki gurbet yıllarında Hıristiyanlığı kabul edip etmediği konusu bugüne kadar çok tartışılmıştı. Yeni ortaya çıkan bir belge, bu tartışmayı şimdi başka bir noktaya getirdi: Rönesans dönemi kilise müziğinin en saygın bestecisi Josquin des Prez'in en önemli eseri kabul edilen ‘‘Lesse faire a mi’’ yani ‘‘Onu bana bırak’’ isimli dini müzik parçasını Cem Sultan'a ithaf ettiği, eserin asırlardan beri Vatikan arşivlerinde saklanan orijinal notasının üzerinde de Cem'in bir resminin bulunduğu ortaya çıktı.

BUNDAN 500 küsur sene önce bestelenmiş bir eser, o zamanlardan beri devam eden ama üzerinde hálá sonuca varılamayan bir tartışmayı yeniden gündeme getirecek gibi görünüyor: Fatih Sultan Mehmed'in oğlu ve Türk tarihinin belki de en bahtsız ismi olan Cem Sultan'ın Avrupa'daki gurbet yıllarında Hıristiyanlığı kabul edip etmediği tartışmasını...

Tartışmaları bambaşka bir noktaya çekecek olan eser, adı bizde pek bilinmeyen ama batı müziğinin en önemli isimlerinden olan bir Rönesans dönemi bestecisine, Josquin des Prez'e ait.

İşte, Josquin'den Cem'e, oradan Vatikan'a, Fransa'ya ve nihayet İstanbul sarayına uzanan garip bir kader yumağının ve bir bilinmezlikler yumağının öyküsü:

Josquin, 1450'de bugün Belçika'ya ait olan Hainault bölgesinde doğdu. Gençlik yıllarını İtalya'da geçirdi. 19 yaşındayken Milano'nun en büyük kilisesinde okuyordu, derken Ferrara sarayının koro şefi oldu ve saray tarihinin en yüksek aylığı ona ödendi ve sonraki senelerde Avrupa'yı baştan başa dolaştı, bir memleketten öbürüne taşındı.

KRALLAR KUYRUKTAYDI

Daha 40'ına gelmeden Avrupa'nın en seçkin bestecisi kabul edildi. Birbirlerine rakip olan devlet adamları bile Josquin'e hayrandılar. Bir yandan Papa Altıncı Alexander, diğer yandan da papayı reddedip kendi yolunu kuran Martin Luther, Milano'nun en zengin ailesi olan Sforzalar ve Fransa Kralı 12. Louis, Josquin'e eser besteletme kuyruğuna girmişlerdi.

1521'de anavatanı olan Belçika'da, Conde-sur-Escaut'da öldüğünde, ardında çoğu kilise için bestelenmiş yüz küsur eser bırakmıştı. Eserlerinin kendi elyazısıyla olan orijinalleri Vatikan Müzesi'ne kaldırıldı. Josquin des Prez, sonraki asırlarda çoksesli batı müziğinin kurucularından ve en seçkin bestecilerinden biri sayılacaktı.

Josquine, ölümünün üzerinden neredeyse beş asır geçmesinden sonra, şimdi çok önemli bir tarihi tartışmaya konu oldu: Cem Sultan'ın, Avrupa'da geçirdiği bahtsız senelerinde Hıristiyan olup olmadığı tartışmasına...

Tartışma, Josquine'in kilise için bestelediği dini bir eserden, ‘‘Lesse faire a mi’’ yani ‘‘Onu bana bırak’’ ismini taşıyan parçadan kaynaklanıyor. Ama eserin müzik yönü yahut diğer teknik özellikleri değil; elyazması notası, notada yeralan bir resim ve parçanın ithaf edildiği kişi tartışılıyor. Vatikan, parçanın Cem Sultan için bestelendiğini ve ona ithaf edildiğini söylüyor.

GİZLİ KALAN BİR NOTA

‘‘Lesse faire a mi’’
nin Josquin'in elyazısıyla olan orijinal notası asırlardan beri Vatikan'da, Papalık Kütüphanesi'nde saklanıyordu. Orijinal nota hiçbir zaman ortaya çıkartılmamış, eser 20. yüzyılın son senelerine kadar Josquin'e ait bu elyazmasının kopyası olan başka notalarla icra edilmişti. Vatikan, elyazmasının orijinalini araştırmacılara bundan ancak kısa bir müddet önce gösterdi ve ortaya enteresan bir durum çıktı:

Notanın üzerinde, hemen sol köşede, o devrin Türk giysilerine bürünmüş sarıklı bir gencin resmi vardı. ‘‘Lesse faire a mi’’ yani ‘‘Onu bana bırak’’ sözü bu resmin hemen yanında yeralıyordu. Vatikan'a göre resimdeki genç Cem Sultan'dı ve eser Cem'e ithaf edilmişti. Bir başka ifadeyle söyleyeyim: Papa'nın resmi bestecisi sayılan Josquin'in, kilise için ‘‘prestij eseri’’ olan bu dini parçayı bir Müslüman'a ithaf etmesi imkánsızdı ve dolayısıyla ortada Cem Sultan'ın diniyle ilgili bazı bilinmeyenler vardı.

Papalık Kütüphanesi'nde yapılan son araştırmalar, Josquin'in eserinin ilk defa 1495'in 20 Ocak'ında, Vatikan'da bizzat Papa Alexander'ın idare ettiği bir áyin sırasında okunduğunu gösteriyor ve o gün yapılan áyin, Cem Sultan açısından da bir özellik taşıyor: Cem, kendisini almak ve başlatacağı yeni Haçlı Seferi'nde Türklere karşı rehin olarak kullanmak için Vatikan'a gelen Fransa Kralı Sekizinci Charles'la beraber áyinden tam sekiz gün sonra, yani 28 Ocak'ta Roma'dan ayrılıyor. Josquin'in eserinin icra edildiği ayinin maksadı da, çıkılacak olan işte bu yolculuğun kutsanması!

Bu seyahat aslında Cem'in son yolculuğu olacak, bahtsız şehzade Roma'dan ayrılmasından sadece bir ay sonra, 25 Şubat 1495 gününün sabahı İtalya'da, Castel Capuana taraflarında acılar içerisinde can verecek ve Papa tarafından önceden zehirlenmiş olduğu iddiası ortaya atılacaktır.

Kesin söylemiyorum, bağlayıcı bir ifade de kullanmıyorum ama, Katolik Kilisesi'nin en seçkin dini müziklerinden birinin Cem Sultan'a ithaf edilmesinin gerisinde yatan tek sebep, bestecinin Cem'le olan dostluğu, yahut duyduğu hayranlık veya bu bahtsız şehzadenin kaderinin verdiği hüzün olmayabilir.

Cem Sultan'ın soyundan gelenler asırlardan beri Malta'da yaşıyor ve Hıristiyan olmalarının yanısıra, ‘‘Papalık Prensi’’ unvanını hálá taşıyorlar.

Ben, bir dostumun bana geçenlerde hediye ettiği bu CD'nin kitapçığını okuyunca, ‘‘Josquin'in müziği, tarihimizin bu karanlık hadisesinin aydınlanmasında bir kıvılcım vazifesi görebilir mi?’’ diye düşündüm.


Altı aylığı 20 bin altına kiralanan bahtsız şehzade


Cem Sultan, Fatih Sultan Mehmed'in küçük oğluydu. 1459'da doğdu, o devrin en meşhur alimlerinin elinde yetişti, daha çocukluğunda devleti idare etmeye alıştırıldı, sancak beyliği ve valilik yaptı, zamanının meşhur bir şairi olarak bilindi ama Türk tarihinin en bahtsız isimlerinden biri oldu.

Babası Fatih Sultan Mehmed 1481 Mayıs'ında öldüğünde Cem 22 yaşındaydı. Tahta ağabeyi Bayezid oturunca başkaldırdı ama yenildi. Mısır'a, oradan da Hicaz'a gitti, yeniden Anadolu'ya geçip Bayezid'le boş yere tekrar savaştı, sonra memleketini ebediyyen terketti ve tarihin en acı gurbet hikáyelerinden olan bir maceraya atıldı.

Önce, Rodos'a gitti. Adanın o zamanki hákimi olan şovalyeler Cem'i hem Avrupa'ya, hem ağabeyi Bayezid'e pazarladılar. Her iki taraftan da binlerce altın kopardılar ama Türkler'in baskın yapıp Cem'i kaçırabilecekleri endişesiyle şehzadeyi Fransa'ya yolladılar. Şovalyelerin reisi olan d'Aubusson, yüklü bir para ve ‘‘kardinal’’ páyesi karşılığında Cem'i Roma'ya götürüp Papa Innocent'e sattı.

Vatikan'ın hayali, Cem'i bir Haçlı seferinde kullanmaktı ama şehzade teklifleri reddetti. Bayezid, Cem'i iade etmesi yahut öldürmesi için Papa'ya hazineler teklif ediyor, Papa ise altın akıtan bu musluğu açık tutabilme çabasıyla şehzadeyi bir kaleden ötekine naklediyordu.

Derken Innocent öldü, yerini o zamanların İtalya'sının en kanlı ailelerinden birinden, Borjiyalardan gelen Roderica aldı ve ‘‘Altıncı Alexandre’’ olarak papalık tahtına oturdu. Cem'i pazarlamaya o da devam etti ve İstanbul'dan her sene gene keseler dolusu altın geldi. Günün birinde Fransa Kralı 8. Charles, Cem'den istifade ederek Kudüs'e uzanan yeni bir Haçlı Seferi açmayı düşündü, Roma'ya girdi ve Papa şehzadeyi krala teslim etmeye mecbur kaldı. Cem'i gerçi ‘‘altı aylığına 20 bin altına kiralamış’’ görünüyordu ama ona bir daha sahip olamayacağının da farkındaydı.

20 Ocak 1495 günü Vatikan'da Kral ile Cem'i uğurlamak maksadıyla yapılan ayini Papa Alexander bizzat idare etti ve Josquin des Prez'in Cem'e ithafen bestelediği ‘‘Lesse faire a mi’’, ilk defa işte bu ayinde okundu. Kafile bir hafta sonra yola çıktı ama Cem bu yeni gurbetine uzanışından birkaç gün sonra, 1495'in 25 Şubat'ında acılar içinde can verdi. Vatikan haraç kaynağı haline getirdiği şehzadeyi başkalarına yár etmemiş, önceden zehirlemişti.

Avrupa, Cem'in ölüsünden bile keselerle altın kazandı. Fransa'da şehir şehir gezdirilen cenaze Bursa'ya getirilip defnedildiğinde şehzadenin ölümünün üzerinden iki sene geçmiş ve Sultan Bayezid'e bir servete malolmuştu.

Josquin des Prez

Besteci Josquine, ölümünün üzerinden neredeyse beş asır geçmesinden sonra, şimdi çok önemli bir tarihi tartışmaya konu oldu: Cem Sultan'ın, Avrupa'da geçirdiği bahtsız senelerinde Hıristiyan olup olmadığı tartışmasına...
Yazarın Tüm Yazıları