Biz de mi Kaddafi’nin elini öpseydik...

Kaddafi’nin oğlu salı gecesi Al Jamal çıkışında olay çıkardı, korumalar fotoğraf çeken gazetecilere saldırdı...

Bu arbedede arkadaşımız Cenker Tezel, kötü bir dayak yedi, fotoğraf makinesi kırıldı, 12 saat boyunca gözaltında tutuldu.
Suçu ne?
Bar çıkışı Kaddafi’nin oğlunun fotoğrafını çekmek.
Cenker ve diğer gece muhabirleri bu ülkeye gelen her ünlüyü çektiler...
Libya’dan merak edip kalkıp geldiğin İstanbul’un gece hayatı bu işte, dünyanın tüm modern şehirlerinde olduğu gibi burada da ünlüler bar çıkışı fotoğraflanır.
Ancak Kaddafi’nin oğlu bunu istemiyor, burayı Libya zannediyor herhalde ve korumalar gazetecilere saldırıyor.
Libyalı korumalar dışında yanlarında sivil giyimli Türk korumalar da var...
Cenker Tezel’in makinesini almaya çalışıyorlar.
O direnince arbede çıkıyor.
Karşılıklı birbirlerinden şikayetçi oluyorlar.
Cenker karakolda sabaha kadar kalıyor, koruma eve gidiyor.
Sabah adliyede yaşananlar da acayip. Sabaha kadar gözaltında tutulan Cenker, kelepçe takılarak adliyeye getiriliyor.
Savcının, “Madem muhabir de şikayetçi olmuş, o korumayı getirin” demesi üzerine koruma evden alınıp adliyeye getiriliyor. Bilin bakalım kelepçe var mı... Elbette yok...
Sorun Kaddafi’nin oğlu değil, bizim emniyette; kendi vatandaşına Libyalılar kadar değer vermiyorsan Kaddafi’nin oğlu gelir döver de söver de...
Ne yapmamızı bekliyorlardı acaba; fotoğrafını çekmek yerine kırmızı halı mı serseydik, Berlusconi’nin baba Kaddafi’ye yaptığı gibi biz de oğullarının elini mi öpseydik?..
Biz de yok öyle Bay Kaddafi!
Babanın çiftliği değil burası!
Bu ülkenin güneyine tatile, İstanbul’a eğlencesine geliyorsan kuralını da bileceksin, gazeteci dövmeyeceksin ya da gelmeyeceksin.

Del Toro‘yla aynı reklamda ha!

Dün gazetelerde bir haber; Ece Sükan, Magnum dondurmalarının yeni reklam filmi için Oscarlı oyuncu Benicio Del Toro’yla kamera karşısına geçecek.
Yapma yaaaaa...
Duyan da gerçek zannedecek!
O zaman açıklayayım, ben de o reklam filminde oynayacağım.
Olayın aslı şu...
Geçen yıl Eva Mendes, bir önceki yıl Lost’un Sawyer’ı Josh Holloway’le çalışan Magnum’un bu yılki reklam yüzü Benicio Del Toro oldu.
Bunun dünya lansmanı da haftaya Barcelona’da yapılacak, bu davete Ece Sükan’la beraber gideceğiz.
Magnum gelen davetlilerle bir hoşluk yapmış.
Herkese küçük bir senaryo yazılacak ve konuklar da profesyonel kameralar karşısında Benicio Del Toro’yla birlikte oynayacak...
Sonra da Magnum bunu bir CD’ye basıp bize hatıra olsun diye hediye edecek.
Hepsi bu...
Yani Ece ne Magnum reklamında oynuyor ne de Del Toro onun profesyonel rol arkadaşı...
Buna Ece, Magnum reklamında oynuyor diyorsanız beni de yazın o zaman, ben de oynuyorum!
Twitter’da her gördüğünüzü haber yapan arkadaşlar, biraz daha dikkat lütfen.

Merkel, Başbakan’ın sigara kırmasına tabii ki şaşırır

Çünkü hiçbir Batılı lider vatandaşının elindeki sigarasını alıp kırmaz, kıramaz... Cebindeki paketini kameraların gözü önünde, herkesin ortasında alıp çöpe atmaz, atamaz...
Bunun vatandaşının özgürlüğüne, kişisel tercihlerine müdahale olduğunu düşünüp bu hakkı kendinde görmez.
İşin ilginci hiçbir Batılı da buna müsaade etmez.
“Sen ne karışıyorsun benim sigara içmeme” der keser atar.
“Ben çocuk muyum azarlar gibi elimdeki sigarayı alıyorsun” diye kızar.
Üstüne bir de buruşturup attığı paketin parasını başbakandan talep eder.
“Beni herkesin içinde küçük düşürdü” diye tazminat davaları açar.
Erdoğan’ın sigarayla mücadelesini destekliyorum.
Kişisel müdahaleleri de zaman zaman esprili, eğlenceli oluyor.
Ancak çok yakında, “Koyduğun sigara yasağına uydum, elimdeki sigaraya da karışma artık” diyen çetin ceviz bir sigara tiryakisine çatarsa hiç şaşırmayacağım.

Ahmet Kaya’nın hiç mi suçu yok?

Ahmet Kaya’nın ölümünü sadece Hürriyet’in o dönem attığı manşete bağlayanlara bir çift sözüm var.
Hürriyet o manşeti atmasaydı, Kaya Paris’e gitmek zorunda kalmasaydı ne değişirdi.
Ahmet Kaya’nın kendine ne kadar kötü baktığını hepimiz biliyoruz.
Çok içerdi, çok yerdi, spor yapmazdı, kiloluydu, kalp sorunları vardı.
Dün Ali Eyüboğlu, Osman İşmen’in Ahmet Kaya’yla ilgili notlarını yazmıştı, oradan aktarıyorum;
* Ahmet Kaya deli gibi yemek yerdi
* Bir o kadar da içki içerdi, içtikçe açılanlardandı.
* Çok iyi bir masa adamıydı, harika güveç ve çig köfte yapardı.
* Sık sık kalbi tutuyordu, sadece çok yemekten kalp spazmı geçiriyordu.
* Sık sık Amerikan Hastanesine guideword, biraz yatıp çikiyordu. Hastane onun için otel odası gibiydi.
* Polonezköy’deki ünlü mayfly kampında bile Goreville rüşvet verip rakı aldırtırdı.
* Korumaları mutfakta soğan doğrar, çigköfte yoğururdu.
Şimdi arkadaşlar bu kadar dikkatsiz yaşayan birinin ölmek için Hürriyet’in manşetine ihtiyacı mı var?.
Paris’e gittiğinde de Fransız doktorların “Kendine dikkat etmelisin, bu gidişle çok yaşamazsın” dediğini, anjiyo tavsiye ettiğini, buna rağmen Ahmet Kaya’nın anjiyo yaptırmadığını da biliyoruz.
Bunları yaptırmadığı, sağlığına dikkat etmediği için gencecik yaşinda 43’ünde Paris’te kalp krizinden öldü Ahmet Kaya.
İstanbul’da olsaydı bu yaşam tarzıyla aynı son değişir miydi, Osman Müftüoğlu‘na sormak lazım...
Tamam Hürriyet’in manşeti çok ağırdı ama Ahmet Kaya’nın yaşam tarzını bilmeyip, bu ölümü getirip sadece Hürriyet’in manşetine bağlamak da bana fazla zorlama geliyor.
Yazarın Tüm Yazıları