Bir sol ki! (II)

DÜN dediğim gibi, utangaç bir “sosyalist” sıfatıyla yetinen ama evrensel kriterlere göre komünist çizgide olan “Birgün” gazetesi referandumu şu inanılmaz özetle sonuçlandı:

“Sağ yüzde 60, sol yüzde 40”!

Pes ki pes ve de böyle “sol”a (!) kitakse!

* * *

ÖYLE, çünkü insaf, halkoylaması plebisite dönüştüğü için AKP’ye karşıtlıkta buluşan ve başka ortak paydası olmayan yamalı bohça bir hayır koalisyonuna nasıl “sol” denilebilir?

“Sol” tanımının yine evrensel kabul görmüş asgari ve minumum kıstasları yok mudur?

Oysa yukarıdaki tahlile göre, türbanlı hizmetçiden tiksindiği için Moldavya’dan “fam dö şambr” getirten botokslu Nişantaşı sosyetiği; cenazede “kana kan, intikam” şiarı attıktan sonra Kürt esnafın dükkânını kundaklayan taşra ırkçısı; aynı Kürtlere dekolte göbeği ile taş fırlatan kızıl ojeli İzmir dilberi; veya dört çarpı dört otomobilinde cep telefonuyla kâh firma müdürüne, kâh borsa simsarına talimat veren işadamı “sol” (!) oluyor. Breh breh breh!

Dolayısıyla, yukarıdaki “cici merkez”in ve “şık semtler”in “hayır”ını “evet”le göğüsleyen o yüzde atmışlık çevre, periferi, avam, pleb, varoş falan da “sağ” addediliyor.

Eminim, Fransız Devrimi’ndeki saflaşmadan ötürü ilk kez 28 Ağustos 1789’da lügate girmiş olan “sağ - sol” terimleri o gün bugündür hiçbir zaman böylesine altüst, böylesine tahrif ve böylesine dejenere edilmemiştir ki, bunu Türk “sosyalistler”e  (!) borçluyuz.

Bravo ve bravissimo, işte terminolojiye ve literatüre yepyeni bir katkı yaptılar.

* * *

BELKİ beni şu avuntuyla teskine çalışacaksınız: “Canım uzun etme ve şükret. Hiç olmazsa ‘ulusalcılar’ gibi o yüzde atmışa ‘aptal’ dememişler de ‘sağ’ diye geçiştirmişler”.

Hayır, böyle bir züğürt tesellilerine karnım tok! Tok, çünkü yukarıdaki “solcu tahlil” (!) aslında sonsuz hazin bir gerçeği bir defa daha gözler önüne seriyor. O gerçek de şudur:

Evrensel sol kültüre yabancı CHP’yi zaten hesaba katmıyorum ama, kendine Marksist diyen öteki “sol” da, tek tük istisnalar hariç, Türkiye’de devlet ideolojisine eklemleşmiştir.

Egemenlerle ruhi bütünlüğü vardır. Kıstaslarını İttihatçı, Kemalist ve laikçi eksende; yani öz itibariyle, hadi biat demeyelim de statükoya komşuluk çizgisinde belirlemektedir.

Ta 1920 TKP’sinin Sansaryan Hanı işkencelerinden 12 Mart 1971 darbesinin “ordu kılıcını attı” sevinçlerine; oradan da bugünkü referandum analizlerine, ülkemizdeki “radikal sol” (!) cellâdına âşık bir maktuldür. Söz konusu statükoyla mazoşist bir ilişki yaşamaktadır.

Ona yaklaşıldığı ölçüde “sol” sıfatını bahşetmektedir. Uzaklaşma da “sağ” olmaktadır

Üstelik ağzıyla kuş tutsa bile, yukarıdaki “sol” (!) öyle Marksist falan da değildir!

* * *

DEĞİLDİR ve illâ bir “izm” kullanılcaksa da, bizimkiler olsa olsa “Lassalist”dir.

Bununla, Hegel’in devlet kuramını Marx ve Engels’den bile daha çok amentü bellediği için onlarla uluorta çelişen 19. yüzyıl Alman sosyalisti Ferdinand Lassalle’yi kastediyorum.

O Lassalle ki özgürlükçü demokrasiye karşı beslediği nefretten dolayı otokrat Prusya şansölyesi Bismarck’la uzun uzun mektuplaşmaktan ve baş başa görüşmekten çekinmemiştir.

Artı, 1862 tarihli “Anayasa Nedir” risalesine bir bakın, “liberal kandırmaca” diye bizzat anayasa kavramını çöpe atan Breslavlı bu “keskin devrimci”yle bizim “keskinler”in aynı telden çaldığını anında fark edersiniz. Ustası da, çırağı da otorite ideolojisiyle flört eder.

1862 Almanya’sında burjuvalar, 2010 Türkiye’sinde de yüzde atmışlar “sağ” addedilir

Varsa yoksa fetiş bir işçi sınıfı ki, o sınıf da ancak Ferdinand Lassalle’in “rasyonel diktatörlük” dediği ve tabii yine devletle özdeşleşen bir “sol” yapı tarafından kurtarılacaktır.

Oysa bu kafa değişmediği takdirde, referandumun o kıymeti kendinden menkul yüzde kırklık “sol”u (!) bile bizim “Lassalistler”i daha da çok marjinalleşmekten kurtaramayacaktır.
Yazarın Tüm Yazıları