Bir şans daha verin

Olimpiyat Stadı’na ulaşımda önceki gece yetkililer üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi. Oysa yaşanan işkenceden kurtulmanın yolu basit; 2005 Şampiyonlar Ligi finalindeki uygulamanın aynısını yapmak. İstanbul Valisi Muammer Güler, bir daha sorun yaşanmayacağının sözünü verdi.

GALATASARAY-Bordeaux maçı gecesinin bir kazananı bir kaybedeni vardı. Galip olanı G.Saray taraftarı, mağlup olanı da bu maçın trafik organizasyonunu gerçekleştiremeyen yetkililerdi.

G.Saray iki senedir seyircinin yokluğundan sitem ediyordu. Son dönemde bir türlü diyalog kurulamayan seyirci önceki gün patladı. Belki de uzun süren hasretin coşkusuyla tribüne koştu. Hem de ne koşmak. Atatürk Olimpiyat Stadı’na ulaşmak büyük bir işkenceye direnmeyi gerektiriyordu. Ve taraftar tüm bu zorluğa göğüs gererek, son anlarında bile takımını seyredip desteklemek için 85. dakikada da olsa stada girdi. İşte takımına yürekten bağlı, bu gerçek futbol seyircisine teşekkür edip alınlarından öpüyorum.

Ya kaybedenler

Gelelim gecenin mağluplarına... Trafik sorunuyla yetkililer sınıfta kaldılar. G.Saray Başkanı Özhan Canaydın, 3 gün önce 60 bin biletin satıldığını kamuoyuna duyurdu. Bu demek ki, bedavalısı, davetlisiyle stada gelecek kişi sayısı 90 bine ulaşacak. G.Saray seyirci sayısını ilan etti, belediye otobüslerini verdi, peki işler neden aksadı? Öncelikle bu 90 bin kişiye göre tedbir alınmadı. Umursamazlık, ilgisizlik işleyişi aksattı.

Yollarda çalışmalar var, ama ne işaretle uyarılar, ne de bir düzenleme yapılmıştı. Bazı yollar trafiğe kapatılabilir, bazı yollar tek yön veya çift yön olarak verilip akışı stada ulaşıma göre düzenlenebilirdi. Hafriyat kamyonlarının, tanker gibi ağır vasıtaların o bölge yollarını kullanmaları engellenebilirdi.

Görevli ekiplerle trafiğin yönlendirilmesi sağlanabilirdi. Ama dedim ya bunlar yapılmadı.

Vali söz verdi

Oysa bunların hepsi çok değil Mayıs 2005’te Atatürk Olimpiyat Stadı’ndaki Şampiyonlar Ligi finalinde en ufak bir aksıklık yaşanmadan uygulanmıştı. Milan-Liverpool finalinde binlerce insan bu stada en ufak bir sorun yaşanmadan gidip, gelmişti.

Geçen yaklaşık 1.5 yılda herşey daha iyiye gitmesi gerekirken neden kötüye gitti dersiniz. Yanıtı basit; umursamazlık. Allah’a bırakılmış bir gündü 12 Eylül. Sayın İstanbul Valisi Muammer Güler ile dün görüştüm. Sayın Vali, bundan sonra Şampiyonlar Ligi finalindeki gibi önlemler alacaklarının ve aynı sıkıntının bir daha tekrarlanmayacağının sözünü verdi. Toplu taşıma araçlarının kullanımından tutun da organizasyonun her aşamasında valilik ile belediyenin koordinasyon kuracağını belirtti.

Çözümü basit

Ben de söz veriyorum, bu işin peşini bırakmayacağım ve aynı sıkıntının tekrar yaşanmaması için elimden gelen gayreti göstereceğim. Şimdi G.Saray taraftarının yapması gereken şey, bu stada bir avans daha vermek. Ben seyircimizin bu yaşanan sıkıntıyı bir defalık olsun sineye çekeceğine ve Olimpiyat Stadı için G.Saray’a bir şans daha vereceğine yürekten inanıyorum. Yeniden aynı çile yaşanırsa da, isteyen istediği gibi eleştirsin, isteyen takımını desteklemeye gelsin, istemeyen gelmesin.

Çözüm kolay; Şampiyonlar Ligi finalinin uygulamasını yapmak. Yoksa bu stada gerek de yok. Seyirci istemeyen bir işte, çayır çimen olarak kullanabilirsiniz.

Protokol Tribünü yol geçen hanından farksız

FİKRİMCE, "stat anarşisi" sorununa önce "Protokol Tribünü"nden başlayarak, çözüm getirmek gerekiyor. "Uyulması gereken kuralların genel adı" anlamına da gelen protokolün, stadyumlarda tam bir kural tanımazlığa dönüştüğüne sık sık tanık oluyoruz.

Protokol Tribünü’nde oturma yetkisi kurallara bağlanmış, ama buna uyulmadığını hepimiz biliyoruz. Hatır, gönül ya da başka etkenlerle, bu kural rahatlıkla çiğnenebiliyor. Bir yolunu bulan, parasını ödeyen herkes Protokol Tribünü’nde oturabiliyor. Protokol Tribünü’ndeki karmaşa bununla da bitmiyor.

Saldırılar seyrediliyor

Kimi zaman bu kişiler, kimi zaman da gerçekten "protokole dahil zevat" içinden birileri, konuk takımın başkan ve yöneticilerine -ki, bunlar yabancılar da olabiliyor- sözlü ve hatta eylemli saldırılarda bulunuyorlar. Ve maalesef, aynı yerde bulunan mülki amirler, güvenlik güçleri de bu saldırıları sadece seyretmekle yetiniyorlar.

Fenerbahçe’nin Şükrü Saracoğlu Stadı’nın Protokol Tribünü’nde oturan bir milletvekili, fanatik amigolara taş çıkartırcasına aşırı tepkiler veriyor, hırçın davranışlar sergiliyor. Kendisiyle aynı takımı tutan yanındaki seyircilerin bile bundan rahatsızlık duyduğu anlaşılıyor. Görülüyor ki, işin cıvığı çıkmış.

Denetim altına alınmalı

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan protokol tribünleri derhal denetim altına alınmalı, hak edenlerin dışındaki kişilerin buraya girişlerinin engellenmesinden başlanarak, gereken önlemler uygulamaya konulmalı ve "yol geçen hanı" olmaktan çıkarılmalıdır.

Bu işin, sıkı takipçisi olacağım. Bir müddet düzelmesini bekleyeceğim. Olumlu adımlar atılmazsa, isim vererek somut açıklamalarda bulunmaktan kaçınmayacağım.

FEDERASYONU YOK SAYAMAZSINIZ

FENERBAHÇE’nin türlü bahanelerle federasyon aleyhine başlattığı kampanya, sistemli ve kesintisiz biçimde sürüyor. Bol gollü galibiyetlerinde dahi federasyon aleyhine tezahürattan vazgeçmiyorlar.

Fenerbahçe, alışkanlık haline getirdiği bu tutumunu derhal masaya yatırmalıdır. Herkesin huzuru için yöneticiler, üzerine düşeni yapmalı, taraftarını, seyircisini, yandaşlarını uyarıp, sağduyuya davet etmelidir. Burada da asıl görev ve sorumluluk, Aziz Yıldırım’a ait olduğundan, kendisinden gecikmeden bu yolda açıklamalar bekliyorum.

Bir şeyin altını çizelim: Fenerbahçe, federasyonun "patron" olduğu bir ligde federasyonu yok sayamaz.

Bu kadro ve seyirci avantajı ile hala özlediği başarıyı yakalayamayan Fenerbahçe, federasyonu suçlamaktan vazgeçip, bunun nedenlerini kendi içinde aramaya başladığında, doğru yolda ilk adımı atmış olacaktır.

DEREYİ GÖRMEDEN

MİLLİ
Takımımız’ın Malta galibiyeti ile Avrupa Şampiyonası’na gidiyormuşuz gibi havalara girdiğimizi gözlüyorum. Rakiplerimiz Norveç ve Macaristan, hiç de kolay geçilecek ekipler değil.

İsviçre ile oynadığımız Avrupa Şampiyonası eleme maçından önce de aynı havalara girmiştik. İlk maçta hiç beklemediğimiz bir sonuçla karşılaşıp, 2-0 yenildik. Rövanş için ülkemize gelen konuk İsviçre takımına karşı havaalanından itibaren başlattığımız tacizi, saha içinde de sürdürdük. Bu olumsuz görüntüler, İsviçre karşısında ortaya koyduğumuz güzel oyunu gölgelemekle kalmadı, yabancıların gözünde "saldırgan millet" imajının doğmasına neden oldu, tüm dünya tarafından yadırgandık. Sonrasında da, giderilmesi olanaksız cezalarla baş başa kaldık.

Futbol, sonuçta bir spor ve oyundur. Yenmek de var, yenilmek de...

"Motivasyon" ile "tahrik"i birbirine karıştırmayalım. Bir daha aynı olumsuzlukları yaşamamak için, başta federasyon yetkilileri olmak üzere, herkes amacını aşan iddialı söylem ve açıklamalardan kaçınmaya özen göstermelidir.

Genç hakemler...

MERKEZ Hakem Kurulu’nun hakemlik kurumunu, şu ya da bu biçimde yıpranmış belli isimlerin tekelinden çıkarmak için genç hakemlere görev vermesini, doğru buluyorum.

Daha da önemlisi, ülkemizde her alanda (özellikle başkanlıkta) hakim olan, her ne olursa olsun, statükoyu ve görevi devam ettirme anlayışını ortadan kaldırmaya dönük bu radikal uygulamanın diğer alanlarda da yansıma bulmasını, başka kişi ve kurumlara da örnek olmasını diliyorum.

Hemen genç hakemlerimizin önünü kesmeyelim. Yüce önderimizin ulusumuzun geleceğini emanet ettiği gençlerimize, futbol maçı yönetme sorumluluğu vermekten korkmayalım.

Zorunlu bir yanıt

GEÇTİĞİMİZ cumartesi günü trajı yüksek bir gazetede yayınlanan, benim de yönetici olarak içinde yer aldığım transfer alış-verişi ile ilgili yazıdaki yanlışlık, bu düzeltmeyi yapma zorunluluğunu ortaya çıkardı. Belli ki, bu arkadaşımız araştırma yapma gereğini duymadan yazıyı kaleme almış. Oysa, ilgililere açacağı bir telefonla doğru bilgilere ulaşabilirdi.

1996-1997 sezonunda finansman için gereken nakdi, kişisel olarak bankaya borçlanarak sağladım. (Daha sonra faizlerin tümünü, anaparanın da bir bölümünü bizzat ödedim.) Bu parayla İrfan Kurtoğlu’nu gönderip, yeni ihtilal olmuş Romanya’dan bin bir zorluk ve ekstra harcamalarla Adrian İlie’yi 1.000.000 dolara, Iulian Filipescu’yu 400.000 dolara Galatasaray’a transfer ettik. Daha sonra Adrian İlie’yi 7.500.000 dolara, Filipescu’yu 3.500.000 dolara sattık ve böylece çok iyi bir gelir elde ettik.

Ayrıca, Avrupa kulüplerinin de zaman zaman, örneğin 20.000.000 dolarlar seviyesinde yaptıkları transferleri, sıfır bonservislerle ve futbolcunun alacağı taksitlerin bir kısmını da cepten ödeyerek, başka kulüplere kiraladığı ya da sattığı da bir gerçektir. Bu tür yazıları bazen benim gazetemde de görüyorum. Yeni yöneticilere şirin görünmek adına, yaşamının yarısını bu yolda harcayan bizleri yok saymak, en hafif tabiriyle, hiç de hoş değil.

Yaptıklarımız için kimseden övgü beklemiyoruz, ama haksız yergiye de tahammülümüz olmaz.
Yazarın Tüm Yazıları