Bezelye ayıklayan opera solisti

Sokakta dalgın dalgın yürürken, kaldırımda bezelye ayıklayan iki seyyar satıcıya takıldı gözüm.

Biri zaten yıllardır tanıdığım Enginarcı Eyüp’tü. Selamlaştık.

Yanındaki bezelyeciyi ise algılayamadım. Kıyafetiyle, tıraşıyla, bakışıyla çerçevenin içine oturmuyor ama bir yandan da çok tanıdık geliyordu.

Üstelik o da bana gülümsüyor, "N’aber Yurtsan", diyordu.

Yirmi yıl öncesine, üniversite öğrencisiyken sık sık takıldığımız Bebek’teki Kalem Bar’a ışınlandım.

Kalem Bar akşamlarına, gece 12’den sonra aşka gelip söylemeye başladığı aryalarla neşe katan, saygıyla dinlenen İstanbul Devlet Operası sanatçısı, Danimarka’dan Devlet Ödülü almış Tenor Ömer Ali Otar’dı karşımdaki bezelye ayıklayan, vakur adam.

Hani Oray Eğin vasata teslim olduk diyor ve ben de vasatı geçtim lümpene teslim olduk diye destek veriyorum ya.

Tenor Ömer Ali Otar’ı, kaldırımda 15 YTL yevmiye karşılığı bezelye ayıklamaya mahkum kılan da, bu lümpene teslim olmuşluktan başka bir şey değil.

Ben utandım, o gözünü kaçırmadan anlattı hikayesini.

1999’da, yani vasatın iktidarda olduğu dönemde başlamış yaşamındaki dramatik U dönüşü. Daha önünde 20 yıllık bir sanat kariyeri varken, pekçok opera sanatçısıyla birlikte zorla, erken emekli edilmiş İstanbul Devlet Operası’ndan.

Küsüp, cebinde 1200 dolarla ABD’ye gitmiş. Günde 16 saat çalışma pahasına dört yıl ABD’de karnını doyurmayı başarmış.

2003’te Mersin Devlet Operası’ndan dinleti hakkı kazanınca, vatan ve sanat özlemi ağır basmış, Türkiye’ye dönmüş.

İkinci darbe 2005’te, lümpenin iktidara geçtiği dönemde gelmiş. Kazandığı dinleti hakkı, iki yıl çalıştıktan sonra 2005’te elinden alınmış.

"Adeta kanım yerde kaldı Yurtsan", diye sessizce haykırıyor bana, "Ben o sahneye ait bir tenorum ve çok acı çekerek yaşıyorum"...

O noktadan sonra herşeye isyan etmiş ve küsmüş. "Doğup büyüdüğüm semtte bezelye ayıklamakla daha mutlu oluyorum, lümpenin bir sürü haset, fesat ve entrikalarıyla boğuşmaktansa", diyor.

Kaldırımda günlük 15 YTL yevmiye karşılığında bezelye ayıklayan, 20 yıl önceki mutlu günlerinden hatırladığım güleç yüzünü herşeye rağmen karartmayan Ömer Ali Otar Avusturya Lisesi, Belediye Konservatuarı Koro Bölümü, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu, çok iyi derecede Almanca ve İngilizce biliyor.

Türkiye’nin dev şirketlerine çaycısıyla odacısına danışarak pazarlama iletişimi danışmanlığı veren, gazetedeki köşesinden hedef kitlesine ayar çeken, lise mezunu olmasına rağmen üniversitede hocalık yapabilen, kendisini guru gibi pazarlayan, kriz yönetimini ağzından düşürmeyen ama magazincileri aşağılayarak kendi krizini bile yönetemeyen, fikire fikirle cevap veremeyince hemen küfüre sarılacak seviyedeki "Ali"lerin prim yaptığı Türkiye’de, Sanatçı Tenor Ali gibileri de işte ne yazık ki bu durumda...

Çıkış yolu mu? Dur bir balıkçıya sorayım...

Reklamda aklın yolu

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Necdet Sungurtekin, Amaze’in reklamlarına Reklam Kurulu’nca getirilen yayın durdurma cezasını eleştirdiğim yazıma yorumunu göndermiş. Kısaca Amaze’in içindeki D-HA miktarının az olduğunu ve fazla miktarda şeker içerdiği için obeziteyi tetikleyebileceğini söylüyor.

Bunların Reklam Kurulu’nun yayın durdurma kararını haklı çıkarmaya yetmeyeceğini düşünüyorum.

Televizyonlarda gösterilmekte olan çocuklara yönelik gıda ürünlerinin reklamlarına şöyle bir bakın. Gofretler, şekerler, cikletler, çikolatalı tatlılar, şekerli içecekler...

Hepsinde hedef aynı. Doğrudan çocukların aklını çelmeye, özendirmeye yönelik içeriğe sahipler.

Amaze reklamında ise hedef kitle ebeveynler. Yani kendi sağlıklı kararını, kendi verebilecek yetişkinler.

Amaze’in yetişkinlere hitap eden reklamı, çocuklara yönelik gıda ürünü reklamları içinde bence en sorumluluk sahibi olanı.

Yetişkinlerin de reklam mesajlarından korunması gerektiği düşüncesi, bizi reklamların tamamen yasaklanması gibi artık çağdışı kalmış bir sonuca götürür.

Serdar Ortaç’a ne sormalı

Geçen gün Serdar Ortaç, ekranda esip duruyordu.

"Ne bu magazincilerin hali?", diye...

Efendim magazinciler 15 senedir hep aynıymışlar da, gelişmemişler de hep aynı soruyu soruyorlarmış; "Bu senin arkadaşın mı?"

"Sana ne?" diye cevaplıyormuş Serdar Ortaç da.

Harika bir cevap, 15 senede kendini iyi geliştirmiş, çok orijinal bir cevap bulmuş Serdar Ortaç.

Afedersin ama ne soracaklardı ki?

Türkiye nereye gidiyor, Cumhurbaşkanlığı krizi konusunda ne düşünüyorsunuz, eğitim sistemi nasıl düzeltilmeli diye soracak halleri yok herhalde.

Bir gazetecinin, ekran sosyetiği Serdar Ortaç’a "yeni sevgilin bu mu"dan başka ne sormasını beklemeli ki?
Yazarın Tüm Yazıları