Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Kağıt adam

Kim bilir kim?

Ama genç biri.

Ben 55'in altındaki herkesi genç addediyorum.

55-65 arasını da orta-yaşlı, tamam mı?

Bir itirazı olan var mı?

*

Bu genç adamın da terapiye gitmeye itirazı yok.

Çünkü başedemediği bir sorunu var.

Obsesif Compulsif Bozukluk, tıbbi adı.

Tıbbi adını boş verin, mali müşavir olan bu genç adamın bir takıntısı var: Kağıtlara bakmak! Önüne gelen bütün kağıtlara bakmak! İmzası var mı, yok mu, onu anlamak. ‘‘Senet yerine geçer mi, geçmez mi?’’yi kavramaya çalışmak. Ben ona Kağıt Adam ismini taktım. Tabii ki, bu Kağıt Adam'la hiç tanışmadım. Tanışmam da gerekmiyor. Hikayesini dinledim ve şunu fark ettim: Sorunlarımız farklı olsa da, hepimizin o ya da bu şekilde bir şeylere kafaya takıyoruz. Takıntılarımızla birlikte, yaşayıp gidiyoruz. Belki Kağıt Adamlar, Kağıt Kadınlar değiliz, belki de hiç olmayacağız, ama kimbilir, belli mi olur, belki günün birinde olabiliriz de. Demek istediğim, varolan takıntılarımızı farklı şiddetlerde yaşasak da, hepimiz aslında birşeyiz. Ben mesela rahatlıkla ‘‘Tırnaksız Kadın’’ olduğumu söyleyebilirim. Yiyorum anasını satayım. Tırnaklarımı mı, kendimi mi, bilmeden...

*

Kağıt Adam, sadece ofisindeki kağıtlara bakmıyor.

Bir bilseniz, nasıl cehennem azaplarında yaşıyor.

Taksim'in göbeğinde arabasını durduruyor, çünkü İstiklal Caddesi'nin girişinde yerde gördüğü kağıda bu sefer de kafayı takıyor, arabanın flaşörlerini yakıyor, ‘‘İçim rahatlasın, bir de gidip, o kağıda bir bakayım!’’ diyor. O da ana kuzusu, n'apsın! Ama bilinçli bir ana kuzusu! Günün birinde soluğu bir terapistte alıyor. Ben burada cırt diye anlatıyorum. Ama bu tedavi haftalar, aylar sürüyor. Kağıt Adam ve başvurduğu terapist sorunu eşelemeye başlıyorlar.

Bakın yüzeyde nelerle karşılaşıyorlar:

Kağıt Adam, yıllar yılı gerçek senetlere imza atmış.

Karabasanlar yaşamış. ‘‘Borcum günün birinde bitecek mi, bitmeyecek mı Allah'ımı?'' diye feci sıkıntılara düşmüş ama hep ödemeye devam etmiş, sonunda da çok çok güzel bir ev sahibi olmuş. Evi de karısının üzerine yapmış. Kağıt takıntısı da, bunun akabinde başlamış...

*

Peki derinlerde nelerle karşılaşıyorlar?

İşte o da terapistin mahareti.

Elinde matkap aşağılara inmeye çalışıyor, Kağıt Adam'a günün birinde eşiyle ilişkilerini soruyor. Kağıt Adam da, ‘‘Gayet iyi. Hiçbir sorun yok’’ diyor. Terapist eşiyle görüşüp görüşemeyeceğini soruyor.

Şimdi burada duralım tamam mı?

Obsessif Compulsif Bozukluk'larda mutlaka şu soru sorulmalıymış:

Ne ise uğraştığı o takıntısı insanın, onunla uğraşmasa ne ile uğraşacaktı? Yani, öyle bir problem var ki, kişi dikkatini ona vermemek için buna veriyor! Görmezden geldiği problemin ne olduğunu anlamak için de terapist, Kağıt Adam'ın eşiyle konuşuyor.

Karşısında oturan kadın çok net.

Küt diye söylüyor:

- Evlilik dışı bir ilişkim var. Aynı apartmanda oturan bir adam. Evliliğimi de, sevgilimle olan ilişkimi de sürdüreceğim. Yapabileceğim birşey yok: İstemiyorsa çeker gider!.

*

Çoğumuz bir dolu şeyi aslında biliyoruz. Ama bilmezden gelmeyi tercih ediyoruz.

Kağıt Adam bu durumla, yani karısının bir aşığı olduğu, gerçeğiyle yüzleşirse, biliyor ki, kadından ayrılması gerekecek.

Aynı zamanda evden de vazgeçmesi!

Ve yeniden senetlere girmesi...

Yeni bir ev sahibi olabilmek için de yine senet, sepet ve kağıtlarla didişmesi, daha fazla çalışması, daha fazla para kazanması...

Sonra mı ne oluyor? Bugün bu ekte röportajını okuyacağınız (okuyacaksınız değil mi?) Psikolog Dr. Nevin Eracar, Kağıt Adam'ı şuna ikna ediyor: Kağıt takıntısı, onu uğraşmak istemediği, korktuğu o probleminden koruyor. Gün geliyor Kağıt Adam karısından boşanıyor. Ve sanırım sonunda takıntısını da yeniyor.

Konumuzla ilgisi yok ama...

Ben hala tırnaklarımı yemeye devam ediyorum.

Çağın moda ilişkisi

Biliyorsunuz, yeni moda şirketler var.

Hani yeni moda bir ‘‘iş dünyası’’.

Bankalar, telefon şirketleri, endüstriyel kuruluşların yönetim organizasyonları, sigorta şirketleri, leasing şirketleri vesaire vesaire.

Hani bu yeni dünyada eğitimler yapılıyor, seminerler veriliyor.

‘‘Etkili İletişim’’ öğretiliyor.

Çünkü kurumların geleceği, sağlığı düşünülüyor.

*

‘‘Ee ne var bunda?’’ diyorsunuz değil mi?

Ben de öyle dedim.

Çünkü üzerine hiç düşünmemiştim.

Ama Dr. Nevin Eracar, gerisini getirdi.

Sonuçlarını değerlendirdi.

Anlattıklarını dinleyince gülümsedim:

‘‘Ben de öyle gruplarla çalışıyorum. Dersler veriyorum. Bunları yaparken insanları birbirlerine yakınlaştırıyoruz. ‘Etkili İletişim' diyoruz ve bunun kurallarını öğretiyoruz. ‘İnsanların gözüne bakarak konuşacaksın!' Oyunlar oynanıyor. Diz dize, sırt sırta. İş yerindeki insanlarla, sıcak, yakın bir ilişki nasıl kurulur, tüm bunlar anlatılıyor. Bu eğitimler, şirketlerde, şehir dışında beş yıldızlı otellerde, hatta yurtdışında bazı yerlerde veriliyor. Ama sonra n'oluyor? Kişi karşısındakinin farkına varıyor! Ve işyerinde ilişkiler yaşanmaya başlıyor! O kadar çok geldi ki bu tür vaka. O zaman dedim ki, kendi kendime, ‘İşte, bu çağın moda ilişkisi bu!'. Oysa, evdeki eşle böyle bir şey yok. Pazar günleri haldır haldır Migros'ta alışveriş yapılıyor. ‘Eve ne alalım? Çocuğun okulu n'olacak?' konuşuluyor.’’

Yazarın Tüm Yazıları