Arkadaşım Gülse Birsel...

Yıl seksen iki.

Benden beklenmeyecek bir performans gösterdim ve yüksek puanlı bir liseyi kazandım...

Artık resmen bir genç  kızdım, heyecanlı ve mutluydum. Yıllar boyunca giydiğim, kazık boyumla abesle iştigal eden kara önlükten de artık kurtulmuştum.

Yeni okulum kız okuluydu; tabii ki buna pek sevinememiştim. Tam flört yaşlarına gelmiştim ve lise hayatım erkeksiz geçecekti, bir de okul Beyoğlu'ndaydı evime bir hayli uzaktı.

Okulun açılmasına bir hafta kala bana garezi olduğuna inandığım Milli Eğitim Bakanı bir karar aldı ve sayesinde lisedeki ilk senemizde yine kara önlüklere büründük. (Bu durum aklıma geldikçe hala kendisini sevgi ve saygıyla anarım.).

Okulun ilk günü geldi çattı, babamın elinden tutarak o kasvetli binaya girdim ve birilerine teslim edildim.

Sınıfa vardığımda dikkatimi ilk çeken şey benim gibi kazık kadar boyu olan, sarışın mavi gözlü bir kızdı.

Tam, ay nasıl tanışsam acaba diye düşünürken tüm şirinliğiyle yanıma geldi.

"Selam ben Gülse Şener, senin adın ne?"

"Selam, ben de Hale Ayşe Aral, Tekin Aral'ın kızıyım ben." (Küçüklüğümden beri ne zaman adım sorulsa babamı da hep eklemek gibi bir alışkanlığım vardı.)

"Hımmm" dedi, "tanışırken baba adlarını da söylememiz gerektiÄŸini düşünmemiÅŸtim, ama illa gerekliyse iyi o zaman, benimki de Gültekin".Â

Babamı tanımamıştı lafı da gediğine koymuştu.

O sırada sınıftaki diğer kızlar her ne hikmetse bu Gülse'nin etrafını sarmaya başlamışlardı; bana ise ilgi pek yoktu, gıcık olmuştum bu duruma. Halbuki boylarımız ve burunlarımız aynıydı! O gün bu durumu mavi göz farkına vermiştim. (Sonraki günlerde anladım ki gözden de değilmiş; kız kıpır kıpır, bıcır bıcır her daim güleryüzlü benim tam aksime.)

Sınıftakilerle kaynaşıp, samimiyeti bağlayıp kendini sınıf başkanı da yaptırıverdikten sonra bana dönüp dedi ki:

"Davul bile dengi dengine gel benimle otur istersen, anlaşabilir miyiz bilemem ama en azından boydan yırtıyorsun".
Â
Sıra arkadaşımı bulmuştum. Kendinden emin bu kız ayrıca kesin çok çalışkandı. Ben de böylelikle lise hayatımdaki başarılarımı da bir nevi garanti altına almıştım tabi eğer kıllık yapmaz ve kopya verirse...
Â
İlerleyen günlerde sıkı dost olduk, ortak noktalarımız çoktu, ilgi alanlarımız aynıydı. İkimiz de Olivia Newton John'a tapıyorduk; yemek yemek bizim hayattaki en büyük zevkimizdi, vücut ölçülerimizdeki benzerlik sayesinde ikimizin de artık birden fazla gardrobu vardı.

Sabahları o Gayrettepe'den ben Göztepe'den gelir, okula girmeden tavukçuda buluşur, önce tavuk suyuna çorba içer, arkasına pilav üstü tavuk yer, bağlamayı da su muhallebisiyle yapardık.

Sınıfa varıldığında ben uyurdum, kendileri günün derslerine bir göz atar, günlük plan programını yapar, kalan vaktinde ise Şekspir okurdu.
Â
En büyük kavgamız ise ben uyandığımda kopardı. Uykudan nalet kalktığımdan  her sabah Gülse'ye sataşırdım.

" Niye günaydın demedin Gülse, şu kolunu çeksene, ceketin niye burnumun dibinde..."

"Offff Ayşe! Sabah sabah yine bayma beni; ayrıca istersen hatırlatıyım senin zerre kadar kafanın ermediği matematik var ya işte bugün ondan sınavımız var bilmem anlatabildimmiii!!?"

Beynimden aşağı kaynar sular dökülürdü sırnaşmak için her türlü numarayı çekerdim ama eğer gerçekten kızdıysa o gün asla kopya vermezdi.

Haftasonları programımız belliydi. Önce kuaför sonra Vakkorama bazen de ya onda ya bende makarna partisi. Tabii ki ben Gülse'ye gitmeyi tercih ederdim çünkü sınıfça aşık olduğumuz inanılmaz yakışıklı bir abisi vardı.

Geçen yıllarla beraber arkadaşlığımız adeta kardeşliğe dönüştü.

Aslında sanırım ben onu olmayan ablam yerine koymuştum, bana inanılmaz güven verirdi ve bana  zarar gelmesine asla izin vermezdi. Onun tarafından korunup kollanmaya çok alışmıştım. Belki beni bu kadar sahiplenmesinde geçirdiğim hastalıkların da payı vardı..

Belki de kendini hiçbir şartta salıvermemesi, duruşunu hiç bozmaması, yaptığı her işin altından yardımsız kalkabilmesiydi bende güven duygusu uyandıran. Bilmiyorum...
  Â
Ama bu durumun  keyfini doyasıya çıkartıyordum, onu biliyorum.

"Gülse koş panik atağım tuttu ama bak bu sefer kesin ölüyorum!"...

"Gülse acil gelmen lazım, sevgilim  beni terk etti! Annenlere söyle bizde kalman lazım bu gece, yoksa sensiz katlanamam ben  bu acıyaaa!"..

Ve daha bir dolusu.

Okul bitti, yollar kısmen de olsa ayrıldı.

O istediği işi yaptı. Çok başarılı oldu, tüm Türkiye'nin sevgisini kazandı.

Ben istediğimi yaptım gittim evlendim; kocamın ve çocuğumun sevgisini kazandım.

Geçen yıllar içinde eskisi kadar fazla görüşemedik, hayat herkesi değişik yönlere itti.

Bundan bir sene önce Londra'da bir mağazada gördüğüm sadece bir çift kalmış olan ayakkabıya  pençelerimi geçirmek üzereyken biri benden daha seri davranıp ayakkabıyı kaptı! Tam car-car söylenecektim ki kafamı çevirince Gülse'yle  göz göze geldim.

Kriz halinde gülmeye başladık... Sonra o "sen al" dedi, ben "yok sen al" dedim.

Aman dedik, "Ha sen almışın ha ben, ne fark eder! Yine eskisi gibi beraber giyeriz.".

 O gün anladık ki birbirimiz için hissettiğimiz hiçbir şey değişmemiş. Sanki bir teneffüse çıkmışız bir süreliğine, sonra zil çalmış teneffüs bitmiş, yine aynı sırada buluşmuşuz.

Gittik patlayana kadar yemek yedik yine, artık daha sık görüşmeye karar verdik. Tam otellerimize doğru gitmek üzere ayrılmışken, hazır etraf ecnebi dolu kimse anlamaz diyerek itirafı bastım bağırarak:

"Tamam işte söylüyorum, ilk ve son kez! Her zaman benden dört santim  daha uzundun ve sesin de Olivia'ya benden daha çok benziyorduuuuu."

Oh be rahatladımmmm...
Yazarın Tüm Yazıları