Annelik, arkadaşlık ve bizim çocuklarımıza mirasımız

Eylül 1976’da tanıştım Megi ile. Şimdi Ağustos 2009’dayız. Eylül sayılır. Megi 1996’da Amerika’ya taşındı.

Sokakta vedalaşırken, yarın birbirimizi görecekmişiz gibi “Hadi öptüm baaay!” diyerek ayrılmıştık. Sonra da böğürerek zıt yönlere dönmüştük. Arada Megi gelip gitti tabii.
Ama daha da önemlisi, hayatlarımızı bir şekilde kurduk. İrtibatımız hiç kesilmedi. Onun son yılları hak etmediği kadar üzücü ve yorucu geçti. Hâlâ da geçiyor. Kıymetini bilemeyen, hakkını veremeyen bir insanın elinde arkadaşımın en güzel yılları, hele ki benden uzakta geçiyor. Buna içim parçalanıyor. Ama atlatacağını biliyorum, çünkü 8 senelik kaybının en büyük ödülü olarak iki nefis oğlu var.
Megi şimdi iki çocuğuyla bir aylığına burada. Hemen hemen her gün görüşüyoruz. Daha da güzeli, onun sayesinde yıllardır görmediğim pek çok arkadaşımla küçük buluşmalar, kahve sohbetleri yapar olduk.
Hemen hemen herkesin artık çocuğu var. Ortak geçmişlerimize, acı tatlı günlere, yaramazlık hatıralarına bir de çocuklarımız eklendi. Kimi görüşmelerde onlar da yanımızda oluyor ve oynuyorlar, kimi zaman biz büyükler, resim göstermekle yetiniyoruz. “Biz neler yaptık, ne katakullilerçevirdik. Şimdi çocuklarımız var. Ne yapacağız? Onlar da bize bunları yapacak, hazır mıyız?” muhabbeti ediyoruz.
Geçen gün Megi iki oğluyla bende kaldı. 5.5 yaşındaki büyük oğlu Türkçe biliyor. Bize geldiklerinde onu Sinan’ın odasına saldım ve “Bu odada ne istersen yapabilir, neyle istersen oynayabilirsin” dedim. Gözleri parladı. Ama benim adımı aklında tutamadığı için ona, bana kendisinin bir isim takmasını önerdim. Bana “Star” ismini taktı. Kaleyi içten fethettim tabii odada onu sınırsız bırakmakla... Yemekte de makarna vardı zaten!
Küçüğü ise 14 aylık. Başta biraz yabancılaştık. Ama sabah kahvaltısını ben verdim çünkü annesinin yoğun bir telefon trafiği vardı. Eh, popüler kadın, bunca zamandan sonra gelince boş bırakılmıyor haliyle...
Karşımda “Staaarrr, bi dakka gelebileeer misin?” diyen bir oğlan, kucağımda minicik ağzıyla ellerimden kahvaltı eden bir tombiş... En eski arkadaşımın canları... Ah dedim içimden, keşke burada kalsa Megi. Bu ufaklığı beraberce büyütürdük işte. İkinciyi doğurmama gerek yok. Onun çocuğu benim gibiydi kısa süre de olsa...
Ben ufakken annemin liseden çok yakın bir arkadaşı vardı. Ve bir kazada ölmüştü. Onun kızının uzun süre annemle görüştüğünü, bize gelip gittiğini hatırlarım.
Ben de çocuğu olan yakın arkadaşlarımı, Megi ve Elif’i düşündüm. İçimi sıkan bir konu olsa da... “Onlara bir şey olsa onların çocukları benim sayılır” dedim içimden. Bunu hissettim.
Ailenin yerini tabii ki hiçbir şey tutamaz çocuklar için. Ama arkadaşlığın kıymetini ve desteğini de kimse inkar edemez. Çocuklarımız bizim arkadaşlıklarımızı görerek, dinleyerek, paylaştıklarımızı bilerek büyüyecekler. Onların bizden alacağı en önemli miraslardan biri de bu olacak.
Megi yakında dönüyor. Onu zor ve tatsız günler bekliyor. Biliyorum ki, bazı sabahlar onun için ağlayarak güne başlayacağım. Ama çocuklarıyla bir sonraki gelişinde onu zirvede bulacağıma inanıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları