Alya (4), sevgilisiyle (5), baş başa yemeğe çıktı

Her şey, posta kutuma düşen bir mesajla başladı:

"İzniniz olursa... Oğlumuz Aslan Cem, kızınız Alya Mey’i doğum günü için romantik bir akşam yemeğine davet ediyor. Bice’de spagetti yemeye Alya ne der acaba?"

*

Öyle bakakaldım Yonca’dan gelen mesaja. "Vay be" dedim. 4 yaşındaki kızım ilk "date"ine çıkacak. 5 yaşındaki "sevgilisi"yle.

Bir sürü duyguyu aynı anda hissettim:

Sevindim, heyecanlandım ve paniğe kapıldım.

"Bu çocuklar bize ait değil aslında. Bizden bağımsız bir hayatları var. Bir süreliğine bize emanet edildiler ama sonra uçup gidecekler" dedim. Bu gerçek, içime oturdu birden.

Alya hiç gitsin istemedim.

Kalsın hep benimle, bizimle.

*

Aslan Cem, Alya’nın favori erkek arkadaşı. Hayır, hayır cümleyi yeniden kuruyorum: Alya, Aslan Cem’e aşık!

"Büyüyünce evleneceğiz, anne-baba olacağız" diyor, ekliyor: "Üzülme, sen de bizimle yaşarsın, çocuklarımıza bakarsın!"

Uyanık ya, dadı meselesini de benimle hallediyor! Ben de "Hayır güzelim, ben de babanla sevgiliyim. Onunla Yeni Zelanda’ya gideceğiz, çocuk mocuk- bakamam, kusura bakma!" diyorum.

Ona belli etmiyorum ama bu evlilik lafına, ben, evvel eski sinir oluyorum.

Masal kitaplarında da prens geliyor, kızla evleniyor, erken evlenmek matah bir şeymiş gibi, ben tabii Alya’ya okurken çaktırmadan masalın sonunu değiştiriyorum, kızla prens, evet sevgili oluyorlar, ama evlenmiyorlar, iş kuruyorlar, birlikte aya gidiyorlar, uzayda lokanta açıyorlar...

*

Aslan Cem de aşık olunmayacak gibi değil hani. Zeki, fırlama, esprili ve çok şeker bir çocuk. 5 yaşında ama düşük bel pantolonlar, siyah skinny jean’ler ve siyah Converse’ler giyiyor. Bizimki ise ne bulsa... Yeter ki "pink" (pembe) olsun! İşte Alya, bu çocuğa, "Seni çok özledim" telefonları açıyor. Bazen evine giderken giydiği elbiseyi bana gösteriyor: "Sence beğenir mi?" Ben de zaman zaman "Aman canım Aslan Cem’den başka çocuk mu yok!" diye gıcıklık yapıyorum.

O da suratıma, "Anne, sen aşk nedir bilir misin?" der gibi acıklı acıklı bakıyor.

İşten dönen sevgilime kapıda sarıldım, kulağına fısıldadım: "Alya’nın Asla Cem’le bu akşam date’i var."

Pek hoşuna gitti. "Babaaaaa" diye o sırada merdivenlerden inen Alya’yı öptü ve "Hadi hazırlan, Aslan Cem’le yemeğe gidiyorsun..." dedi.

"Büyüklerin lokantasına mı?"

"Evet" dedi babası.

"Uzun makarna yiyebilecek miyim?"

"Evet."

(Bu uzun makarna mevzu çok önemli, kısa makarnayı bebekler yiyor, biz var olan en uzun makarnaya terfi ettik!)

"Peki Cola içebilecek miyim?

Daha Seven Up’ı yeni denemişti, böyle de edepsiz, sınırları sürekli zorluyor.

"Bir defalık iç bakalım" dedi babası, "Yemekten sonra teşekkür etmeyi de sakın unutma."

*

Alya, babayı duymadı bile.

Aklı fikri ne giyeceğindeydi. Kadın, her yaşta kadın. Gardrobundan pempe bir elbise seçti kendine, pembe tokalar, pembe don, pembe çoraplar ve pembe lastik ayakkabı.

"Biraz fazla pembe olmadı mı?" dedim.

"Hayır ben pink feviyorum" dedi.

Ekledi: "Anne, saçlarımı yıkamam lazım."

Abartıyorsam, Allah belamı versin! Daha 4 yaşında ama bir sürü şeyin farkında, fönle saçlarını kuruturken, kafasını yere eğip, alttan kurutması gerektiğini, o zaman saçlarının tas gibi kafasına yapışmayacağını bile biliyor.

"Hadi tamam, güzel oldun!" dedim.

Sonra eline bir dinozor aldı.

"Bu ne?"

"Aslan Cem’e hediye."

İşte o sırada kapı çaldı. Koştuk hep birlikte. O da ne? Aslan Cem kapıda, elinde bir buket çiçekle bekliyor. Nasıl şeker, nasıl tatlı. Annesi de elinde bir kamerayla yanlarında. "Bu ilk date’i çekmeyeceğiz de, neyi çekeceğiz?" dedi Yonca. Plan şu: Çocuklar ayrı bir masada oturacak. Yonca ile Arda başka bir masada. Hem göz kulak olacaklar hem de onları uzaktan görüntüleyecekler.

"Sana pink çiçek almak istedim ama ancak bunları bulabildim" dedi Aslan Cem ve kırmızı laleleri uzattı. Bizimki de sıkıca sarıldı ona ve dinozoru eline tutuşturdu, "Bu da senin. En sevdiğim dinozorumu sana hediye ediyorum!"

*

Biz sevgilimle, üzüm gibi kalakaldık arkada... Bunlar gittiler...

Bice’nin kapısına gelince Aslan Cem, Alya’ya kapıyı tutuyor, iki küçük şey, lokantadan içeri giriyor, Abdullah onları bembeyaz örtülü bir masaya yerleşiyor, içki ve yemek siparişlerini alıyor. Bice, evimiz gibi bir yer, o yüzden personeli isimleriyle biliyoruz. Sonra oranın idarecisi, her şeyi, Mustafa geliyor, "Nasılsınız?" diyor, Aslan Cem’e eğiliyor, numaradan "Yemeği nasıl ödemeyi düşünüyorsunuz beyefendi?" diyor. O da cebinden kredi kartını çıkarıyor, gururla, "Bununla ödeyeceğim" diyor, "Adımı yazmayı biliyorum!" "Tamam" diyor Mustafa, en ciddi haliyle.

Sonra iki kafadar baş başa kalıyor.

Ayaklarının bile yere değmediği beyaz örtülü bir masada. Derken uzun makarnalar geliyor. Yonca, Allah’tan pilli çatallar koydurtmuş masaya, düğmesini çevirdin mi, çatal kendi etrafında dönüyor ve senin bir şey yapmana gerek kalmadan makarnalar üzerine dolanıyor.

Bir süre çatala coşku yaptılar, ama şaka- maka yediler makarnalarını.

Sonra Alya’nın doğum günü pastası geldi, bir güzel üfledi.

O arada bir küslük yaşadılar.

Pastanın orasını ben yiyeceğim, yok sen yiyeceksin diye.

Oyunlar, kaprisler, alınmalar, barışmalar.

Yemin ederim bir yetişkin erkekle kadının arasında yaşanan ilişkinin neredeyse aynısı.

Sonunda da yolda uyuya kaldılar.

Alya, eve Yonca’nın kucağında geldi.

Ben onu yatağa yatırırken, bir ara gözlerini açtı ve "Anne, yemek çok güzeldi" dedi.

*

Biliyorum.

Çünkü kahkahalar ve gözyaşları içinde izledim.

Yonca, o geceyi kameraya almakla kalmamış, bize bir film olarak hediye etti.

Hayatımda gördüğüm en eğlenceli film.

Alya, akşamları bağırıyor:

"Anne baba, gelin ’date movie’mi seyredelim."
Yazarın Tüm Yazıları