Ağla sevgili yurdum

Gece gelen telefonları sevmem.

Acıdır, belalıdır, yürek hoplatır.

Kim sever ki zaten?

Tam iki hafta izin almış, dertten tasadan, gündelik hayatın hay huyundan uzakta dinleneceğim diye düşünürken o yürek hoplatan telefonlardan biri geldi.

Tansu hırçın sesle ’Neredesin’ dedi.

Uygunsuz, olmamam gereken bir yerde yakalanmış gibi mahcup, Paris’te dedim.

Saat gece yarısını geçmiş, bilirim erken yatar, o zaman bu telefon da neyin nesi?

Pat diye söyledi: Türkiye toz duman!

Adına muhtıra mı, bildiri mi ne denir bilemem, ama internet sayfasında yayınlanıp elden teslim edilmediğine göre sanal olduğu kesin metni o son satırına kadar aktarıp ben son satırına kadar dinledikten sonra telefonu kapattığımızda, evinde konuk olduğum arkadaşlarım da dahil kimsenin gözüne uyku girmeyeceği belli oldu.

Ne oluyordu?

Ne olacaktı?

Sorular, sorular...

Cevabını ancak zamanın verebileceği sorular.

Ağla sevgili yurdum

Ne garip şey şu bellek.

Çoktan silinip gittiğini düşündüğün anıları virgülüne kadar saklayıp en küçük çağrışımda çıkarıp önüne sermekte üstüne yok.

Yirmi yedi yıl önce, gene bir gece yarısı telefonu ile uyanıp yürek tetikte, kulak eşikte sabahı sabah ettiğim mıh gibi aklımda.

O zaman da aynı soruları sormuş, ne olacak diye kıvranıp durmuş, sokağa da çıkamadığımız için telefonlara sarılıp olabilecekler üzerine tahmin üstüne tahmin yürütmüştük.

İyimserler akan kan sonunda duracak diye seviniyor, kötümserler demokrasi rafa kalkmaya görsün ülke kaçınılmaz olarak zifiri karanlığa gömülür diyor, her kafadan bir ses yükseldiği halde kimse geleceğin ne getireceğini tam olarak kestiremiyordu.

Sonra hep birlikte yaşadık ve gördük.

Kendimi seninki şartlı refleks diye yatıştırmaya çalışıyorum ama nafile.

Yüreğim Selanik.

Ev halkı ayakta. Televizyonun karşısına geçip belki bir kanal olup biteni aktarır diye gözümü ekrana dikiyor, BBC-CNN arasında gidip geliyorum. Tık yok. Fransız kanallarına gelince, onlardan zaten umudum yok. Hemen her kanal Sarkozy ve Segolene arasındaki çekişmeye kilitlenmiş. Kim ipi göğüsleyecek, kim birinci turda Bayrou’ya giden yüzde on sekiz buçukluk oyu kendi lehine çevirecek, kimin bu yarışta şansı daha yüksek, hemen her kanalda tıpkı bizdeki gibi tartışma programları...

Hayatımda ilk kez Fransızları kıskandığımı hissediyorum.

İşte burada da cumhurbaşkanlığı seçimi var.

İşte burada da siyasi rüşvetlerden, çelmelerden söz ediliyor. İşte burada da rakipler birbirini fena halde, hem de belden aşağı vurarak hırpalıyor, ama kimsenin aklından Fransa’nın ertesi sabah nasıl bir rejime uyanacağı sorusu geçmiyor.

Evlerinde konakladığım dostlarım, Türkiye’ye yabancı insanlar değil. Bundan tam yirmi yedi yıl önce tayin edildikleri Ankara’ya tam da darbenin olduğu gün gelme bahtsızlığına uğradıkları için bütün günü o zamanların hayli pörsük Esenboğa Havaalanı’nda geçirmek zorunda kalmış ve onu izleyen dört yıl da Ankara’nın puslu havasını solumuş kişiler.

Gene de olup bitenleri tam olarak algıladıkları söylenemez.

Clau, yani sen sosyal demokrat bir partinin, hem de Sosyalist Enternasyonel’in bir üyesi olan CHP’nin, Avrupa karşıtı olduğunu mu söylüyorsun, diyor. Evet diyorum. Son zamanlarda tam da Avrupa parlamentosunun bütün dini simgeleri, bu arada da türbanı yasaklamasının ardından hız kestiği söylense de, İslami bir parti olan AKP’nin Avrupa Birliği yandaşı mı olduğunu söylüyorsun, gene evetliyorum.

O zaman bunda korkulacak ne var der gibi yüzüme bakıyor.

Öyle kolay değil işte.

Toplumun diğerini dışladığı bir kamplaşmaya doğru gittiğimizi, siyasi partilerin yapılarındaki bozukluğu, seçim kanunundaki saçma sapan barajın yol açtığı sorunları, onun da iyi bildiği darbeden miras anayasamızın başımıza ördüğü çorapları, demokrasinin aynı zamanda bir uzlaşma sanatı demek olduğunu bilmeyen ham politikacıları, çoğunluğu ele geçirenin kendinden menkul bir güvene kapılıp gerçekleri göz ardı ettiğini, kaşınanları, kaşıyanları, hálá darbelerden medet umanları, yaşadığımız coğrafyanın bize lütuf mu bela mı olduğunu kestiremediğimizi anlatmaya çalışıyorum.

Anlamıyor. Haklı.

Ne yapsın?

Bizim bile anlamakta zorluk çektiğimiz şeyleri o nasıl anlasın?

Paris erken gelen yazın güzelliğini yaşıyor.

Evin bütün pencereleri açık.

Dışarıdan gecenin geç vakti olmasına rağmen Champ de Mars’da eğlenmeye devam eden gençlerin sesi geliyor. Şarkı söylüyor, kahkaha atıyor, öpüşüp koklaşıyorlar. Belli ki kafalar dumanlı.

Biraz sonra onların da sesi kesildi ve şehir gecenin koynuna çekildi.

Evde durmak ölüm.

Ama sokağa çıkamayacak kadar kötürümüm.

Sonunda sabah oldu.

Telefona sarılıp erken uyandığını bildiğim herkesi aramaya başlıyorum. Onlar da şaşkın. Henüz hükümetten ses yok. Kızılay’da bilmem ne toplantısı varmış, Başbakan da katılacakmış, toplantı sonrası bir açıklama yapması bekleniyormuş, Hasan Cemal zehir zemberek bir yazı yazmış, pazar günü Çağlayan’da miting varmış, yığınla sivil toplum örgütü mitinge çağrı yapıyormuş, katılımın yüksek olacağı düşünülüyormuş, şuymuş buymuş ama gelen haberlerin hiçbiri içimi rahatlatmaya yetmiyor.

Rue de Grenelle’den Saint Germain’e La Hune kitapçısının önündeki gazete bayiine kadar koşar adım yürüyorum. Derdim bir Türk gazetesi alıp bakmak. Bilmiyor değilim, gazetelerin Avrupa baskıları genellikle erken basılır ve son dakika gelişmelerine yer veremezler ama gene de bir umut.

Yok, onlarda da dişe dokunur bir şey yok.

Bir anda üstüme müthiş bir yorgunluk çöktü.

Flore’da bulduğum ilk boş iskemleye oturdum.

Bir kahve, bir kahve daha.

Yan masadaki yaşı yetmiş ama işi bitmemiş adam başını kaldırmadan Le Monde okuyor. Ve Sarkozy adının geçtiği her haberde yüzü asılıyor.

Bir ara göz göze geldik.

Kaldırımda yürüyen kalabalığı, kaykaya binen şortlu çocuğu, şifon elbisesinin içinde salınarak yürüyen sarışını, köpeğini gezdiren gamsız adamı, pantolonu poposundan sarkan ve doğduğu yer teninde yazan genç Afrikalıyı gösterip bunların umurunda değil belki, ama pek yakında burada kalabalık olarak başkalarını göreceğiz, dedi.

Anlamadım.

Anlamadığımı anlayıp, polisi, dedi.

Beterin de beteri var diye düşündüm ama sustum.

My Beloved Country, bana gençliğimi borçlusun!
Yazarın Tüm Yazıları