3 Ekim’den az önce...

SÜTUN yazarı olmayan pek bilmez... Birkaç gün tatil yapıp geri gelince insan kaleminin paslandığını hisseder. Lafa nereden başlayacağını tayin etmekte zorlanır.

Neyse ki hem bizde mesele çok, hem de Avrupa Birliği (AB) ile ‘tam üyelik’ müzakerelerine başlama öncesindeki günlerde karşılaştığımız Avrupai oyunlar insanı zorlanmaktan kurtarıyor.

Önce belirtelim:

Temel nokta Avrupa Birliği ile 3 Ekim 2005 tarihinde oturup ‘tam üyelik’ müzakerelerine başlamamızdır. Bu eşiği başarıyla aşmak yeni bir dönemi başlatmak anlamına gelir. Onu da kendi koşulları içinde değerlendirir, ona göre çözüm üretiriz. O nedenle ‘müzakerelerin çok çetin geçeceği’ne ilişkin beyanlar, ‘Türkiye’yi bıktırıncaya kadar zorlayacaklarına’ ilişkin öngörüler doğru olsa bile, bizim inancımıza göre ‘3 Ekim’de müzakerelerin başlaması’ yanında fazla önemli değildir.

Müzakerelerin ‘doğası gereği ucu açık’ olacakmış.

Bu ‘doğal’ durum daha önceki aday ülkelerle görüşürken neden yoktu?

Kaldı ki, ‘Üyeliğe almaya kararınız yoksa, bizimle oturup neyi müzakere edeceksiniz?’ sorusuna da AB bugüne kadar makul bir yanıt üretebilmiş değil.

Müzakerelerin başlaması kaydıyla söyleyelim:

Bu sürecin gerçekten zor geçeceğini AB üyesi ülkeler bugüne kadar sergiledikleri güven sarsıcı politikalar ve tavırlarla bize zaten öğrettiler:

Son örneği, Türkiye’yi destekleyen AB Dönem Başkanı İngiltere ortaya koydu. Gümrük Birliği Anlaşması’na Ek Protokolü imzaladığımız gün, yani 29 Temmuz’da Türkiye tarafından yayınlanan deklarasyonda ‘Bu imza, Rumları tanıma anlamına gelmez’ dedik diye biliyorsunuz Rumlar, Fransızlar, Avusturyalılar kıyameti kopardılar. Onu izleyen bir buçuk ay boyunca İngiltere hep ‘Türkiye’ye anlayış gösterelim’ diyordu. Biz de İngiltere’nin Rumlar başta olmak üzere diğer AB üyesi ülkeleri ikna edip ‘Rumları tanımanın, müzakereler bitinceye kadar zorunlu görülmeyeceği’ tezini kabul ettireceğini beklemeye başlamıştık.

Daha önce kaç kere gördüğümüz oyun bir kere daha oynandı ve ‘Ne yapalım ki bunlar çok şımarık, söz geçiremiyoruz’ bahanesiyle Rumların istediği her şey AB deklarasyonuna kondu.

Nasıl Türkiye’nin deklarasyonu hukuken bir değer taşımıyorsa, AB adına yayınlanan deklarasyon da hukuken yok sayılabilirmiş.

Siz onu külahıma anlatın...

O deklarasyondaki cümleler yarın öyle bir metinde daha karşımıza çıkar ki... ‘Hani hukuken değeri yoktu?’ desek de kimseye dert anlatamayız.

Nitekim bakın, akla hayale gelmeyen bir tuzağı karşımıza çıkardılar:

Türkiye, NATO üyesi ama Rumlar (Güney Kıbrıs) değil... Ama yarın Rumların da NATO üyesi olması gündeme gelince Türkiye bu öneriyi veto edememeli imiş. Bize ‘O haktan peşinen vazgeçin. Rumlara hayır deme hakkınız hiç olmasın’ diyorlar. Yani daha müzakere başlamadan sinirlerimizi kontrol ediyorlar.

İyi de utanmazlığın bu kadarı biraz fazla olmuyor mu?
Yazarın Tüm Yazıları