10.003

Türklerin toplu halde davranmayı sevdiklerini biliyordum.

Ama bu kadarını hayal bile etmiyordum.

Bu bayram bütün Türkler, Dubai'yi tercih etti.

Nokta.

Allah sizi inandırsın, 10.000 kişiyiz burada.

Pardon, bizimle beraber 10.003!

Mutsuz muyum?

Ne münasebet.

Ben de severim toplu halde hareket etmeyi.

Ama arada bir.

Bu da, o ‘‘bir’’lerden biri işte.

Turla gelmedik ama önümüz, arkamız, sağımız, solumuz Türk.

Haliyle, hiç yabancılık çekmiyorum.

Ben aslında Jumeira Beach'den değil, Konyaaltı'ndan bildiriyorum!

Ha Dubai, ha Antalya...

Denize doğru yürürken, şezlonglarda güneşlenenlerin ellerindeki kitapları sayabiliyorum:

İşte size, 11. Orhan Pamuk okuyan arkadaş! Ahmet Ümit'ler ve Ayşe Kulin'ler de var. Tek tük, Birol Güven okuyanlara da rastlıyorum. Ve tabii Alem'ler Haftasonu'ları, Pasha'lar, Şamdan'lar, Gala'lar, elden ele dolaşıyor.

Çocuklar plajda ‘‘Anne, babaaa...’’ diye bağırıyor. Maaile, su sporlarını deniyor: ‘‘Lütfen anne, paraşüt yapmama da izin ver!’’ Babalar, oğullarıyla plaj voleybolu oynuyor. Kızlar, ellerine, kollarına Hint dövmeleri yaptırıyor: ‘‘İki hafta sonra geçecekmiş, n'olur yani yaptırsam? Hülya Avşar da yaptırmıştı!’’ Bazıları üstsüz güneşleniyor.

Biz gerçekten Birleşik Arap Emirlikleri'nde miyiz?

Evet, öyleyiz.

Ama benim küçük kafam karışıyor.

Hem tanık olduğum görüntüler, beynimdeki Arap ülkesi kavramıyla özdeşleşmiyor hem de hangi restorana hangi asansöre girerseniz girin, şaka gibi ama karşınızdaki direkt Türkçe soruyor. Herhangi bir tereddüt, şüphe yok yani:

‘‘Kaçıncı kata çıkıyorsunuz?’’

‘‘Ne kadar kalacaksınız Dubai'de?’’

‘‘Burj al Arap'taki deniz ürünleri lokantasında yer bulabildiniz mi? Biz bulamadık da...’’

‘‘Yeni alışveriş merkezi Mercato'yu gördünüz mü?’’

‘‘Global Village'i da tavsiye ederiz!’’

Güneş, kum, deniz, 5 yıldızlı oteller (hatta 7!), aşırı lüks ve zenginliğe ek olarak, bu dönemde bir de Alışveriş Festivali olduğunu söylemiş miydim Dubai'de.

Şimdi söylemiş oldum.

Evet, bildiniz, elinde alışveriş poşetleriyle gördüğünüz insanların çoğu Türk.

Türkler, Dubai'de akın akın alışverişteydi bu tatilde...

***

Ama itiraf ediyorum, bu bayram Türklerin istilasına uğramış olan Dubai, epey şaşırttı beni.

Hatta utandırdı.

Ben daha salak, ruhsuz, zengin ama rüküş bir yer olarak biliyordum.

Daha önce gelmişliğim var.

Doğrusu ‘‘uğramışlığım’’ olacak.

Uzakdoğu'ya giderken iki kere havaalanını arşınladım, bir kere de, yine bir yerlere uçuyordum, 8 saat kadar havaalanına yakın bir otelde konakladım.

Biri bana Dubai'yi gördün mü dediği zaman, haliyle ‘‘Evet’’ diyordum.

Biraz da küçümseyerek, içimden ‘‘İstemeden oldu, ne işim var yoksa benim orada’’ diyerek...

Nah görmüşüm!

***

İnsan, önyargılarından kurtulup şehri biraz koklayınca, gözünü dört açıp etrafa bakınca ‘‘Annem babam! Ben nereye geldim?’’ oluyor.

Gerçekten şaşırıyor.

Çölün ortasına inşa edilmiş bir yerden söz ediyoruz.

33 yıl önce, kumdan başka bir şey yok.

Bir de gel bugün gör.

Şehrin merkezi Manhattan'ı hatırlatıyor.

Paranın gözü kör olsun, dikmişler gökdelenleri.

Bugün Dubai, dünyanın ticaret ve turizm merkezlerinden biri.

2002'de 4.7 milyon turist gelmiş, 2011'de 15 milyon turist hedefliyorlar.

Bilmem kaç şerit yollardan oluşan, insana yuh artık bu kadar da olamaz dedirten, çok modern binaları olan, her tarafından zenginlik akan, sahte bir cennet.

Sahte-mahte ama cennet.

Neredeyse, şehrin üçte ikisini yabancılar oluşturuyor.

Onlar, iki üç yılda bir değişiyor, yerine yenileri geliyor. Bir tür üs Dubai.

Ve tabii her yıl daha fazla turist bu suni cenneti görmeye geliyor.

Nasıl olsa, hep yaz. Haliyle, yeni otel inşaatları son sürat sürüyor.

Adamlar gece gündüz çalışıyor, 8 ayda otel bitiriyor.

Ama ne oteller.

Suyun altına bile otel yapıyorlar ki, farklı olsun. Parasıyla değil mi kardeşim!

Burj el Arab, yani o meşhur yelken otel, şehrin sembollerinden biri.

Görmeyeni dövüyorlar. Ama orada konaklamıyorsanız, ‘‘Merhaba ben geldim. Şu oteli bir gezeyim’’ demek o kadar da kolay değil. Bizim otele girebilmek için komik maceralarımız oldu.

Anlatacağız herhalde...

***

Diyeceğim o ki, bu şehir bana Blade Runner filmini hatırlattı.

Film seti gibi bir şehir.

Her tür insan ve kültür var.

Dolayısıyla her tür kostüm ve kıyafet.

Arabı, Hintlisi, İngilizi, Türkü, Siri Lankalısı, Japonu, Çinlisi, Fransızı, hepsi bir arada yaşıyor. Görünüşte kimse kimseye karışmıyor.

Devasa otellerin lobisinde saatlerce otur ya da alışveriş merkezlerinden birinde, eline kahve al, geleni geçeni izle, hiç sıkılmazsın, o kadar tuhaf ki manzara. Simsiyah çarşaflar içinde, sadece gözleri açıkta olan kadınlar da var, en seksi kıyafetleriyle baldır bacak açık dolaşanlar da. Beyaz elbiseleriyle şeyh edasıyla (belki de öyledirler kim bilir!) korumalarıyla ortalıkta gezinen adamlar da, bizim alıştığımız gibi normal pantolon ceket giyenler de.

Kimse kimseye dönüp bakmıyor bile.

Ben hariç.

Ben herkese yiyecek gibi bakıyorum.

Ve inceliyorum.

Ve çok eğleniyorum.

Laboratuvar gibi bir şehir Dubai benim için.

Ne yazık ki bitmedi Dubai maceralarım, sizin için üzgünüm ama sürecek...
Yazarın Tüm Yazıları