Ortigia’nın gecesi, gündüzü ritüel
Kışın Sicilya’ya gitmek avantajdır. Yerlilerle kaynaşır, günlük hayatın akışına katılırsınız. Dini ritüeller İstanbul’un yaz başı düğünleri sıklığındadır. Siracusa’nın tarihi bölgesi Ortigia Adası’nda düzenlenen törenler meraklı gezginlere ortaçağ atmosferini yaşatır.
Ortigia’daki ev sahibim Flavia, “Sabah üç gibi San Franceso d’Assisi Kilisesi’nin önünde ol, tören var ” diye yazdı aralık ayında. Sicilya’da dini törenler, İstanbul’da yaz başı düğünleri sıklığında. Corinth’den buraya MÖ 8’inci yüzyılda gelen Yunanların kurduğu, anayasasını Aristo’nun yazdığı, zamanında Atina’dan, İsparta’dan da güçlü eski şehir cumhuriyeti Siracusa’dayım. Buraya danışmanlık yapan Platon, halkın, yemekten içmekten, tiyatrodan aldığı keyfi felsefesine yakıştırmadığından kınamış. Kulak vermemişler saçmalamasına. Burası kültür ve sofranın birlikte yaşadığı yer.
Ortigia Adası, Siracusa’ya köprüyle bağlı tarihi bölge. Bir anlamda İstanbul’un kardeşi. Bizans İmparatoru İkinci Konstans başkentini 663’te buraya taşımış. Ancak haberleşme zorlukları nedeniyle beş yıl sonra Konstantinopol’a dönmüş. Büyük 1693 depremi’nden sonra Prag’ı bile gölgesinde bırakan barok stilinde, Palazzo denilen görkemli saray ve kiliselerle, yoksullara hadlerini bildirircesine, baştan aşağı inşa edilen Sicilya’daki Palermo, Noto, Caltagirone şehirlerinin bir küçük örneği de Ortigia. Turizme gel gel yapmıyor. Kendi âleminde.
SABAH SAAT 3’TE BAŞLADI
Sabaha karşı saat 03.00. Sokaklar boş. Kilisenin önü, İsa’nın rahme düştüğü günü kutlama üzerine gelen her yaştan insanla dolu. Dikkatimi çeken, önünde davulu, beş altı yaşlarında çocuk. Yanında bando şefi Sicilya’da gördüğüm ilk şişman.
Üç saat boyunca bandonun peşinde, 2000 küsur yıllık Yunan şehir mimarisine uygun dar sokaklardan geçtik. Balkonlarından bakan, evlerinden sessizce çıkıp bize katılanlar çoğaldı. Bina kapılarının üstünde, balkon köşelerinde, hayali yaratıkların, güler yüzlü aslanların, meleklerin, kışkırtıcı şeytanların heykelleri. Beni de yoldan çıkaran oldu. Yanımda yürüyen, sonradan adını öğrendiğim Lorella’nın, “peşimden gel” çağrısıyla, kafileden ayrıldım. Dehlizimsi geçitlerden, yan yana yürüyemediğimiz yollardan geçtik. Gece karanlığının ardında açılan kapının beyaz aydınlığında, un rengine bürünmüş fırıncıdan sıcak sabah ekmeğini alıp geri döndük. Bandonun durmaksızın müziğiyle eşlik ettiği yürüyüş boyunca, Ortigia’nın kutsal noktalarında, Meryem Ana, İsa ikonları önünde her durduğumuzda, ‘Viva Maria’ çağrışlarının ardından, katılanların İtalyan operasını andırır sesleri gece karanlığında sokaklarda yankılandı. Sabah 06.00’ya doğru tekrar kiliseye vardık. Oturduk. Ayinin başlamasını beklerken elektrik kesildi. Derken, gökyüzünden inmişçesine, birdenbire Meryem belirdi. Heykeli üstüne tutulan spotla aydınlatılmıştı. Ardından ilahiler. İkonların tanrısal çağrışımları olabileceğini içimin ürpermesiyle anladım.
HOŞGÖRÜNÜN BÖYLESİ
Sicilya’da, turizm mevsimi dışında seyahat etmenin pek çok avantajı var. Stadyumdaki seyirciler gibi, önünde ayağa kalkanlar yüzünden maçı görememe konumunda kalmıyorsunuz. Fiyatlar ucuzluyor. Lorella gibi, sizi evinizde hissettirenlerle, aralarına katıp şehirlerini paylaşmak isteyenlerle tanışıyorsunuz. Kendinizi Sicilyalı gibi hissediyorsunuz. İki gün sonra, 13 Aralık’ta, binlerce insanın katıldığı şehrin en büyük törenindeydim. Sonradan Vatikan’ın azize mertebesine yükselteceği Santa Lucia, İtalya’nın ilk Hıristiyanlarından. 18 yaşındayken güzelliğine Siracusa’nın erkekleri hayran. Beğenilmesin diye gözlerini çıkarır, kendini kör eder, ömrünü İsa’ya vakfeder. Onunla evlenmek isteyenler perişan. Hıristiyan olduğu için ihbar ederler. İşkencelerden mucizeyle kurtulan Lucia, boğazından bıçaklanarak öldürülünce Hıristiyanlığın ilk azizelerinden olur.
Yılda bir yapılan töreninde Ortigia Katedrali’ndeki som gümüş ve altından bir ton ağırlığında heykeli, omuzlar üstünde şehrin sokaklarında. Kiminin ellerinde mumlar, bando ve şarkılarla on binlerce kişi eşliğinde dolaştırılıyor. Peşinde, aralık soğuğunda, günahlarının arınma kaygısında yalınayak yürüyenler. Altı saatlik yürüyüşten sonra, bir hafta kalmak üzere başka bir kilisede. Hıristiyan ortaçağını yaşıyor gibiyim...
Ertesi gün aynı sokaklarda, gene binlerce kişi. Yeni moda giysilerin satıldığı şık alışveriş caddesinde bir sokak tiyatrosu. Sophokles’in trajedisi sergileniyor. Siracusa Tiyatrosu’nun aktörleri, Palazzo’ların pencerelerinden, Artemis’in heykelinin olduğu havuzlu Arşimed Meydanı’ndan, ara sokaklardan performansa katılıyor. Oyunu seyircilerin bir ağızdan katıldığı, John Lennon’ın ‘Imagine’ şarkısıyla bitiriyorlar: “Cennetin olmadığını hayal et…, / Altımızda cehennem yok. Üstümüzdeyse sadece gökyüzü … / Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok./ Din de yok./...” Tarih boyunca, Kartaca, Doğu Roma, Arap, İspanyol, Fransız, Avusturya-Macaristan güçlerinin istilasında yaşayan Sicilyalıların yaşam anlayışlarının zenginliği ‘hoşgörü’ ve ‘tolerans’ sözlerine sığmıyor. Bir gün sokaklarda Santa Lucia’yı mucize beklentisiyle izlerken, ertesi gün aynı sokaklarda “Dinler olmasaydı dünya ne güzel olurdu” şarkısını söylüyorlar. Herkesin kendisini aynı cemaatin parçası hissettiği, İtalyanların anlamadığı kendilerine özgü dilleriyle, farklılıkları kucaklayan Sicilyalılar! Adalarından her gün havalanan İtalyan Hava Kuvvetleri’nin uçakları, Akdeniz’de tam karşımızda Libya’dan, taa uzaklardan Suriye’den kaçan mülteciler peşinde, sahil güvenlik gemilerine hemen yerlerini bildirebilsinler de kurtarılsınlar diye. Ocaktan itibaren sade Siracusa’ya sığınan her türlü yardıma muhtaç mülteciler 100 binin üstünde. Desteği reddeden Kuzey Avrupa ülkeleri, “istersen alma, senin derdin” diyor İtalya’ya.
Az sonra Katedral Meydanı’ndaki barok kilisede Caravaggio’nun Santa Lucia’nın Gömülüşü tablosuna tekrar bakmaya gideceğim. 17’nci yüzyılda Papa, kellesini getirene ödül koymuşken, buradaki Lucia resmini yaparken geçirdiği günlerini düşünmek günlerimi alabilir. Ama şimdi gözüm limandaki 19’uncu yüzyıl yazarı Enrico Cardile’ye ait metruk kalmış Kızıl Palazzo’da. Asıl kızıllık gökyüzünde. Etrafı karla örtülü Etna Yanardağı lavlarını gökyüzüne fışkırtıyor. Catania Fontana Rossa Havaalanı iki
gündür kapalı...
Pazarda pazarlığın yerini espri ve keyifli sohbet almış
Gece katıldığım tören sabah saat 06.30’da bittiğinde Ortigia’nın deniz kıyısında şehrin uyanışını görmeye, pazar yerine gittim. Tarihi bölgenin girişinde, Apollon Tapınağı’nın yanındaki sokakta. 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde Athena Tapınağı. Devasa sütünları bugün katedrali taşıyor. Araplar döneminde aynı sütunlar caminin parçası. Sicilya’da dinler değişirken aynı binalar yeni tanrıların hizmetinde. Benzer durumların olduğu başka ülkelerden farklı olan, burada yaşayanlar bu karmaşık geçmişten övünerek söz ediyor, sahip çıkıyor.
YILBAŞINDA KIRMIZI SUTYEN ÂDETTEN
Pazarda ilk karşılaştığım kişi Casa del Pesce’deki Marko. Tezgâhında 14 çeşit balık. Sarde, luvari, tonno, fanfole, tripliz, spatole, misto… İki dakika yürüyüş mesafesinde, sabah güneşinin ilk ışıklarında seferden dönen balıkçılar. Ağlarını ayıklamadan önce kat kat giydiklerinden soyunuyorlar. Sessizler. Sandaldan sandala muhabbet yok. Açık denizde geçirdikleri soğuk, gece saatlerinden sonra, ağlardan balıklarını ayıklamanın tekrarında. Bana romantik gelse de elleri fabrika işçisi monotonluğunda hareket ediyor. Bir balıkçı kürekle girdi limana. Sahilde tamir malzemesiyle bekleyen usta motoru karaya aldı. Kaynak yapacak. Başında birikip onun çalışmasını seyreden delikanlılar İtalya’da kapitalizmin son krizinin ifadesi. Oyalanıyorlar. Tamirden, motordan anlarcasına bakıyorlar. Kahveler çoktan açılmış. İtalya’nın her tarafında olduğu gibi sabah kahvaltısı sokakta. İddialı bir kahvaltı?
Kahveyle tatlı çörek.
İlk müşterilerin gelmesiyle pazarda koro da başlıyor: “Baccola! Baccola! Orate!” Pazarcıların sesleri birbirleriyle yarışmıyor, aynı şarkıyı tamamlıyor. Yoksa bana mı öyle geliyor? Dillerini bilsem de anlayamayabilirim ne demek istediklerini. İstanbul’da Levent’te evimizin önünde pazar kurulduğunda öğrenmiştim. Satıcılar, patlıcan, domates, üzüm, karnıbahar derken kendi aralarında dalga geçiyor, özel bir dil kullanıyordu önlerinden geçen kadınları tarif ederken. Burada kadın müşteri seyrek. Mutfak alışverişini çoğunlukla erkek yapıyor. Kadınlar girişteki iç çamaşırı tezgâhlarının başında. 31 Aralık gecesi kadınların kırmızı sutyen, don giymesi âdet. Sabahın ilerleyen saatlerinde müşteriler, özellikle burada oturan yabancılar, liman tarafındaki şarküteride. Keyif, kendilerine verilen tadımlık peynirler ve zeytinlerle başlıyor, dükkânda kurulan sofralarda genç Sicilya şarapları ikram ediliyor. Uzaktan, müşterilerinden hafifleyen Marko’nun gitarı eşliğinde şarkıları duyuluyor. Alışverişte pazarlık yok. “Kaç para” diye sormak yok. Sohbet var. Espri var. Kısa da olsa, bir ilişkiyi paylaşmanın keyfi var.
SANKİ BİR SAHNE
İki tarafı da sandallarla dizili balıkçı limanında, genellikle boş olan, teknelerin bağlanmadığı bir alan var. Pazar yerinden oraya geçtim. İki köprünün arasına pota kurmuşlar. Bugün maç günü. Yoksa hep antrenman yaparlarken seyretmiştim. Oyuncular küçük, çevik, ters döndüğünde alabora olmayan kayaklarda su polosu oynuyor.
Her zamanki gibi günün gelişine bırakmıştım yapacaklarımı. Bir kaç yüz metrekarelik alanda şuna bakayım, dinleyeyim, bunu tadayım derken yarım gün geçmiş. Ortigia’yı dolaşacağıma, Ortigia benim etrafımda dolaşıyor. ‘Sakin şehir’, ‘Yavaş yemek’ uygulamalarından sonra yaptığıma ‘yavaş turizm’ diyorum. Ben az çok olduğum yerdeyim. Etrafım Ortigialıların günlük hayatlarını oynadığı sahne. Dalıp gittiğim görüntüler, beni içine alan olaylar gün boyunca değişiyor. Köprü başında durup gelip geçenleri seyretsem, fotoğraf çeksem, gün sonunda belgesel yapacak kadar anı ve gözlemlerim olacak.