Evrim SÜMER
Son Güncelleme:
O kadar büyük ve düz bir ülke ki dünya yuvarlak değil diyebilirsiniz
Aslında bilgisayar programcısı ama daha üniversite yıllarında bunun yapabileceği bir meslek olmadığına karar vermiş. Onun yerine sualtı arkeoloji dalgıçlığı ve rehberliği yapmış, Armada Otel’de çalışmış. İtalya ve Amerika’da aşçılık eğitimi almış, aşçılık da yapmış.
Uzun yıllardır kahveci. Asmalımescit’teki Şimdi Kahve’nin iki ortağından biri. Gideceği yeri samimiyetine göre seçiyor, gittiği yerlerin en orijinal hallerini yaşamaya çalışıyor. Gideceği yeri önceden okumuyor, müzeye nadiren gidiyor. Oradakiler ne yapıyorsa onu yaparak geçiriyor günlerini. Aydın Tandemir bir ay kaldığı Moğolistan’ı anlattı.
Moğolistan’a gitmeye nasıl karar verdiniz?
- Fotoğrafevi’nin keşif gezisi gibi bir şeydi bu. Moğolistan turu yapmayı düşünüyorlardı ama nereye gittiklerini onlar da bilmiyordu pek. "Gidelim, görelim, ne masraf çıkarsa paylaşalım" dendi ve çıktık yola.
Bu bir Sarı Otobüs yolculuğu muydu yani?
- Aslında evet ama Sibirya sınırında otobüsü almadıkları için orada bırakmak zorunda kaldık. Önce trenle, sonra farklı araçlarla devam ettik. Bizim grubun bir özelliği var, 1800’lerden beri karayoluyla Moğolistan’a giren ikinci turist grubuymuşuz. Ama benim seyahatim sadece bu grupla sınırlı değil. Grup döndükten sonra bir arkadaşımla oradakaldık. Toplam 35 gün geçirdim Moğolistan’da.
İlk izlenim en önemlisidir ya, sizin aklınızdaki ilk Moğolistan görüntüleri neler?
- Uçsuz bucaksız, tertemiz bir doğa. Her karesi göz yaşartıcı güzellikte bir yer gördüm ben. Trendeyiz, sınırı geçtik, güneş battı, hava kararmaya başladı; gökyüzü turuncu, etrafta ufak su birikintileri, atlar ve Moğolların "ger", bizim "yurt" dediğimiz çadır evler, çocuklar koşturuyor... Çizgi karakter Heidi’nin gerçeği gibiydi. Moğolistan o kadar büyük ve düz ki, insan orada doğup büyüse, dünyanın yuvarlak değil de düz olduğuna inanır.
İlk durağınız Ulan Bator’da günlük hayat nasıldı?
- Taksi diye bir şey yok mesela. Yoldan geçen herhangi bir otomobili durduruyorsunuz. Adam kilometre saatine bakıyor, ona göre cüzi bir para veriyorsunuz. Çok az sayıda otomobil olmasına rağmen feci kötü kullanıyorlar. Her taraf sanat galerisi dolu, herkes resim yapıyor, herkes sanatçı. Yabancı elçilikler kültür günleri organize ediyor. Moğolistan çok hızlı evrilen bir yer.
Oteller nasıldı başkentte?
- Biz çok ilginç bir yerde kaldık. Bir apartmanı, daire daire kiraya veriyorlardı. Fena değildi ama su yoktu. Suyu dışarıdan taşıyıp, ısıtıp, pedallı bir sistem sayesinde duş yapıyordunuz. Bir de yine şehrin içinde yurt denen çadırlardan oluşan bir otelde kaldık.
Bir Türk grubu olarak Orhun Anıtları’nı gördünüz değil mi?
- Tabii! Orhun Anıtları, tarihteki ilk Türkçe kayıt. M.S. 728’de yapılmış. Moğolistan’daki 600’den fazla Türk anıtının en önemlisi. O meşhur dikilitaş etrafı çitle çevrili bir alanda duruyor. Üç-dört metre yüksekliğinde; her yüzünde başka bir dilde yazı var. Biri Türkçe. Olduğu yer 200’e 30 kilometre boyutlarında bir vadi. Orada, ortada tek başına duruyor dikilitaş. Etrafında başka taşlar ve taş kaplumbağalar da var.
GERÇEK ŞAMAN PEŞİNDE
Sizin maceranız grup döndükten sonra başladı galiba?
- Gruptan bir arkadaşımla orada kaldık. Feride (Gürsoy), Şamanizm’le çok ilgiliydi. Gerçek bir Şaman bulma peşinde onunla yollara düştük. Üniversitede bu konuda ders veren bir profesör bulduk, onunla saatlerce konuşup dört isim aldık. "Bunlar hayatta kalan gerçek Şamanlar, gidin bunları bulun" dedi. Adamların ismi ve köy ismi vardı elimizde sadece. Bunların biri kuzeydeki Hatgal’da yaşayan Badrah isimli bir Şaman’dı. Başladık onu aramaya...
Nasıl gittiniz onu aramaya?
- Çok enteresan bir yolculuktu. Önce cip kiraladık. Üç gün ciple gittik, minicik bir kasabaya geldik. Kasaba da demek zor; yurtlardan oluşmuş bir yerleşim. Komşuya gitmek yürüyerek 15 dakika sürüyor. Atla iki dakika... Orada çok az İngilizcesi olan bir rehber bulduk. Dört at kiralayıp rehberin köpeği Basır’ı da alıp 15 gün at üstünde dolaştık. Dünyanın en yüksek irtifa dalış rekoru kıran ekipte olmaktan Kaş-Uluburun batığında kazı yapmaya, yapmadığım tuhaflık yok ama bu hepsinin üstünde bir macera ve histi.
Neden?
- Bir kere, o süre boyunca ne bir insan, ne de insanla ilişkili bir şey gördük. Tek gördüğümüz; kartallar, doğanlar, şahinler, onların avladığı tavşanlar, Basır’ın kovaladığı ördeklerdi. Bugün, medeniyetten bu kadar uzak olmak mümkün değil. Düşünün, insan olan en yakın yer beş gün mesafede. İnsan, medeniyet demek de değil. Elektrik, hastane vs. olan bir yere de ayrıca bir beş günlük mesafedesiniz muhtemelen. Çok da acılı bir yolculuktu bu. Moğol eyerleri ahşaptan, inanılmaz can acıtıyor. Gündüzleri her yer karasinek doluydu. Gözlüğümün üstü, kirpiklerim, ağzım, burnum, ellerim yüzlerce sinekle kaplıydı. Benimkiler bir yana, bir de atın üstündekilerle uğraşıyorsunuz. Esas onları kovalamak lazım ki; at rahatsız olmasın, yola devam etsin. Bir süre sonra hissetmez oluyorsunuz.
Fiziksel çile karşılığı manevi tatmin durumu söz konusu yani...
- O anda çektiğiniz eziyet, manevi tatmini falan andırmıyor o sırada. Her gün sekiz saat at binip, ufacık bir çadırda yatınca biraz zor anlıyorsunuz. Ama gece olup da yıldızlar, güneşin batışı, turnalar ve şahinlerle başbaşa kalınca oluşan hisleri anlatacak kelime yok tabii.
KADININ YOLCULUK ŞARKISI
Buldunuz mu peki Badrah’ı, nasıl bir adamdı?
- Hatgal’da bulduk. Doğa şartları o kadar ağır ki, yaşı yüzünden anlaşılmıyor. 40 da olabilir, 70 de... Her şey uzaktan daha enteresan gözüküyor. Gerçek bir Şaman denince ne beklersiniz? Yanar-döner, tüylü, acayip kıyafetli, fener alayından çıkmış gibi bir tip bekliyor insan. Ama Badrah mahallenin doktoru kılığında, sıradan bir adamdı. Bizi görünce şaşırdı da, ne işiniz var burada dedi. Bizim bir derdimiz yok, sağlığımız yerinde... Ona hep şifa arayanlar, derdi olanlar geliyor. Buraya kadar gelmişler, ben de bir güzellik yapayım dedi herhalde ve Şaman’ın aynası denen aletini çıkardı. Sarı metalden bir disk bu, orasında bir halka ve onun ucunda bezler, deri parçaları, tüyler, tohumlar ve otlar var. Ona bakıp kehanetlerde bulundu bize ama öyle aman aman şeyler değildi. Sohbet ederken ilginç şeyler anlattı ama. Benim aklımda kalanların en bilgece olanı, "Bu benim enerjim ya da becerim değil. Bu; rüzgarın, nehrin, dağların ve ayın gücü. Ben sadece onun tercümanıyım" oldu.
Başka nereleri gördünüz?
- Feride bir sohbette karayoluyla yapılan yolculuklarda kadınların şarkı söylemelerine dair bir hikaye duymuştu. Tutturdu, Hatgal dönüşünde Morön’den Erdenet’e öyle gidelim diye. Orada uçak da tehlikeli zaten. Ön sıralar yok, keçiler, çadırlar falan açıkta gidiyorsunuz. Peki dedim, bir minibüsle 24 saat boyunca nasıl rahatsız gittik, anlatamam. Dizlerimden aşağısı doluydu, bacaklarımı aşağı uzatamadım, dik durunca da kafam tepeye değiyordu, kambur durmak zorunda kaldım. Ama kadınların şarkılarına tanık olduk bir molada. Ağıtı andıran şarkılar, genizden gelen bir sesle söylüyorlar. Gerçekten göz yaşartıcıydı.
Erdenet neresi?
- Burası Moğolistan’ın kuzeydoğusunda bir maden şehri. Benim için enteresandı çünkü hiç o kadar büyük bir açık maden görmedim. Çıkanları taşıdıkları kamyonların sadece tekerleği bile altı-yedi metre yüksekliğinde. O kamyonlarla maden ocağının içini dolaştık. Beş-altı kilometre çapında 400 metre derinliğinde insan yapısı bir delik. Çok heybetli bir görüntü.
HAYATIN DURDUĞU ÜÇ GÜN
Nadaam Festivali’nde Moğolistan’da hayat üç günlüğüne duruyor. Bütün ülkede kutlanıyor, biz Hatgal’daki kutlamalara denk geldik. Medeni dünya için Formula 1 neyse, onlar için de Nadaam öyle. Festivalin başlangıcı başka, bitişi başka bir olay. At yarışları, okçuluk, güreş müsabakaları yapılıyor. At yarışında gerçekten atlar yarışıyor, jokeyleri değil. Binenler de çocuklar zaten. Moğolistan’a aşık olma sebeplerimden birine burada tanık oldum: Ödül, birinciye değil, sonuncu olana veriliyor. O müsabakaları kazananlar Shumacher muamelesi görüyor, reklam yıldızı falan oluyor. Temmuz ayında, üç aşağı beş yukarı aynı zamanda yapılıyor her sene.
KARANLIKTA AYIŞIĞI OYUNLARI
Moğolistan’da yol diye bir şey yok. Biz gittiğimizde o kocaman ülkedeki toplam asfalt yol 500 kilometreydi. Bazı yerlerde patika var, gerisinde bir iz bile yok. Doğanın ortasında gidiyorsunuz. Orhun Anıtları’ndan dönerken otobüsümüz çamura saplandı ve grubun yarısı yardım bulmak için yola koyuldu. Beş-altı saat yürüdük, ıssız yolda bir ineğin çektiği arabasıyla bir adamla karşılaştık. Birkaç kilometre onunla yol aldık. Çok üşüdük, yağmura yakalandık, derelerden geçmek zorunda kaldık, çok yorulduk ama hayatımın en hoş tecrübelerinden biriydi. O karanlıkta ayışığının oyunları unutulacak gibi değildi.
En sevdiği 5 yer
á Bam (İran) á Moğolistan á Nepal á Azor Adaları á Van-Çavuştepe
seyahatte ne okuyor
Hiçbir şey okumuyor.
ne dinliyor
Yerine göre değişiyor. ECM firmasının çıkardığı CD’leri tercih ediyor.
ne giyiyor
Çok sevdiği, giyilmekten eskimiş, rahat ettiği kıyafetleri deniyor.
ne yiyor, ne içiyor
İstisnasız, her şeyi yiyor ve deniyor. Bir sonraki destinasyonu, böceklerin günlük hayatta yendiği bir yer olacak.
neyle seyahat ediyor
Yürümeyi seviyor, "yürüyemiyorsam eğer, motosiklet" diyor.
nerede kalıyor
İnsanlarla iç içe olabileceği, ucuz ve basit pansiyonları seviyor.
kimle seyahat ediyor
1996’da Katmandu otobüsünden tanıştığı ve sonradan ortak da olduğu Alp Ekşioğlu ile.
çantasının olmazsa olmazları
Olmazsa olmazı yok, ihtiyacı olan her şeyi gittiği yerde buluyor.
Moğolistan’a gitmeye nasıl karar verdiniz?
- Fotoğrafevi’nin keşif gezisi gibi bir şeydi bu. Moğolistan turu yapmayı düşünüyorlardı ama nereye gittiklerini onlar da bilmiyordu pek. "Gidelim, görelim, ne masraf çıkarsa paylaşalım" dendi ve çıktık yola.
Bu bir Sarı Otobüs yolculuğu muydu yani?
- Aslında evet ama Sibirya sınırında otobüsü almadıkları için orada bırakmak zorunda kaldık. Önce trenle, sonra farklı araçlarla devam ettik. Bizim grubun bir özelliği var, 1800’lerden beri karayoluyla Moğolistan’a giren ikinci turist grubuymuşuz. Ama benim seyahatim sadece bu grupla sınırlı değil. Grup döndükten sonra bir arkadaşımla oradakaldık. Toplam 35 gün geçirdim Moğolistan’da.
İlk izlenim en önemlisidir ya, sizin aklınızdaki ilk Moğolistan görüntüleri neler?
- Uçsuz bucaksız, tertemiz bir doğa. Her karesi göz yaşartıcı güzellikte bir yer gördüm ben. Trendeyiz, sınırı geçtik, güneş battı, hava kararmaya başladı; gökyüzü turuncu, etrafta ufak su birikintileri, atlar ve Moğolların "ger", bizim "yurt" dediğimiz çadır evler, çocuklar koşturuyor... Çizgi karakter Heidi’nin gerçeği gibiydi. Moğolistan o kadar büyük ve düz ki, insan orada doğup büyüse, dünyanın yuvarlak değil de düz olduğuna inanır.
İlk durağınız Ulan Bator’da günlük hayat nasıldı?
- Taksi diye bir şey yok mesela. Yoldan geçen herhangi bir otomobili durduruyorsunuz. Adam kilometre saatine bakıyor, ona göre cüzi bir para veriyorsunuz. Çok az sayıda otomobil olmasına rağmen feci kötü kullanıyorlar. Her taraf sanat galerisi dolu, herkes resim yapıyor, herkes sanatçı. Yabancı elçilikler kültür günleri organize ediyor. Moğolistan çok hızlı evrilen bir yer.
Oteller nasıldı başkentte?
- Biz çok ilginç bir yerde kaldık. Bir apartmanı, daire daire kiraya veriyorlardı. Fena değildi ama su yoktu. Suyu dışarıdan taşıyıp, ısıtıp, pedallı bir sistem sayesinde duş yapıyordunuz. Bir de yine şehrin içinde yurt denen çadırlardan oluşan bir otelde kaldık.
Bir Türk grubu olarak Orhun Anıtları’nı gördünüz değil mi?
- Tabii! Orhun Anıtları, tarihteki ilk Türkçe kayıt. M.S. 728’de yapılmış. Moğolistan’daki 600’den fazla Türk anıtının en önemlisi. O meşhur dikilitaş etrafı çitle çevrili bir alanda duruyor. Üç-dört metre yüksekliğinde; her yüzünde başka bir dilde yazı var. Biri Türkçe. Olduğu yer 200’e 30 kilometre boyutlarında bir vadi. Orada, ortada tek başına duruyor dikilitaş. Etrafında başka taşlar ve taş kaplumbağalar da var.
GERÇEK ŞAMAN PEŞİNDE
Sizin maceranız grup döndükten sonra başladı galiba?
- Gruptan bir arkadaşımla orada kaldık. Feride (Gürsoy), Şamanizm’le çok ilgiliydi. Gerçek bir Şaman bulma peşinde onunla yollara düştük. Üniversitede bu konuda ders veren bir profesör bulduk, onunla saatlerce konuşup dört isim aldık. "Bunlar hayatta kalan gerçek Şamanlar, gidin bunları bulun" dedi. Adamların ismi ve köy ismi vardı elimizde sadece. Bunların biri kuzeydeki Hatgal’da yaşayan Badrah isimli bir Şaman’dı. Başladık onu aramaya...
Nasıl gittiniz onu aramaya?
- Çok enteresan bir yolculuktu. Önce cip kiraladık. Üç gün ciple gittik, minicik bir kasabaya geldik. Kasaba da demek zor; yurtlardan oluşmuş bir yerleşim. Komşuya gitmek yürüyerek 15 dakika sürüyor. Atla iki dakika... Orada çok az İngilizcesi olan bir rehber bulduk. Dört at kiralayıp rehberin köpeği Basır’ı da alıp 15 gün at üstünde dolaştık. Dünyanın en yüksek irtifa dalış rekoru kıran ekipte olmaktan Kaş-Uluburun batığında kazı yapmaya, yapmadığım tuhaflık yok ama bu hepsinin üstünde bir macera ve histi.
Neden?
- Bir kere, o süre boyunca ne bir insan, ne de insanla ilişkili bir şey gördük. Tek gördüğümüz; kartallar, doğanlar, şahinler, onların avladığı tavşanlar, Basır’ın kovaladığı ördeklerdi. Bugün, medeniyetten bu kadar uzak olmak mümkün değil. Düşünün, insan olan en yakın yer beş gün mesafede. İnsan, medeniyet demek de değil. Elektrik, hastane vs. olan bir yere de ayrıca bir beş günlük mesafedesiniz muhtemelen. Çok da acılı bir yolculuktu bu. Moğol eyerleri ahşaptan, inanılmaz can acıtıyor. Gündüzleri her yer karasinek doluydu. Gözlüğümün üstü, kirpiklerim, ağzım, burnum, ellerim yüzlerce sinekle kaplıydı. Benimkiler bir yana, bir de atın üstündekilerle uğraşıyorsunuz. Esas onları kovalamak lazım ki; at rahatsız olmasın, yola devam etsin. Bir süre sonra hissetmez oluyorsunuz.
Fiziksel çile karşılığı manevi tatmin durumu söz konusu yani...
- O anda çektiğiniz eziyet, manevi tatmini falan andırmıyor o sırada. Her gün sekiz saat at binip, ufacık bir çadırda yatınca biraz zor anlıyorsunuz. Ama gece olup da yıldızlar, güneşin batışı, turnalar ve şahinlerle başbaşa kalınca oluşan hisleri anlatacak kelime yok tabii.
KADININ YOLCULUK ŞARKISI
Buldunuz mu peki Badrah’ı, nasıl bir adamdı?
- Hatgal’da bulduk. Doğa şartları o kadar ağır ki, yaşı yüzünden anlaşılmıyor. 40 da olabilir, 70 de... Her şey uzaktan daha enteresan gözüküyor. Gerçek bir Şaman denince ne beklersiniz? Yanar-döner, tüylü, acayip kıyafetli, fener alayından çıkmış gibi bir tip bekliyor insan. Ama Badrah mahallenin doktoru kılığında, sıradan bir adamdı. Bizi görünce şaşırdı da, ne işiniz var burada dedi. Bizim bir derdimiz yok, sağlığımız yerinde... Ona hep şifa arayanlar, derdi olanlar geliyor. Buraya kadar gelmişler, ben de bir güzellik yapayım dedi herhalde ve Şaman’ın aynası denen aletini çıkardı. Sarı metalden bir disk bu, orasında bir halka ve onun ucunda bezler, deri parçaları, tüyler, tohumlar ve otlar var. Ona bakıp kehanetlerde bulundu bize ama öyle aman aman şeyler değildi. Sohbet ederken ilginç şeyler anlattı ama. Benim aklımda kalanların en bilgece olanı, "Bu benim enerjim ya da becerim değil. Bu; rüzgarın, nehrin, dağların ve ayın gücü. Ben sadece onun tercümanıyım" oldu.
Başka nereleri gördünüz?
- Feride bir sohbette karayoluyla yapılan yolculuklarda kadınların şarkı söylemelerine dair bir hikaye duymuştu. Tutturdu, Hatgal dönüşünde Morön’den Erdenet’e öyle gidelim diye. Orada uçak da tehlikeli zaten. Ön sıralar yok, keçiler, çadırlar falan açıkta gidiyorsunuz. Peki dedim, bir minibüsle 24 saat boyunca nasıl rahatsız gittik, anlatamam. Dizlerimden aşağısı doluydu, bacaklarımı aşağı uzatamadım, dik durunca da kafam tepeye değiyordu, kambur durmak zorunda kaldım. Ama kadınların şarkılarına tanık olduk bir molada. Ağıtı andıran şarkılar, genizden gelen bir sesle söylüyorlar. Gerçekten göz yaşartıcıydı.
Erdenet neresi?
- Burası Moğolistan’ın kuzeydoğusunda bir maden şehri. Benim için enteresandı çünkü hiç o kadar büyük bir açık maden görmedim. Çıkanları taşıdıkları kamyonların sadece tekerleği bile altı-yedi metre yüksekliğinde. O kamyonlarla maden ocağının içini dolaştık. Beş-altı kilometre çapında 400 metre derinliğinde insan yapısı bir delik. Çok heybetli bir görüntü.
HAYATIN DURDUĞU ÜÇ GÜN
Nadaam Festivali’nde Moğolistan’da hayat üç günlüğüne duruyor. Bütün ülkede kutlanıyor, biz Hatgal’daki kutlamalara denk geldik. Medeni dünya için Formula 1 neyse, onlar için de Nadaam öyle. Festivalin başlangıcı başka, bitişi başka bir olay. At yarışları, okçuluk, güreş müsabakaları yapılıyor. At yarışında gerçekten atlar yarışıyor, jokeyleri değil. Binenler de çocuklar zaten. Moğolistan’a aşık olma sebeplerimden birine burada tanık oldum: Ödül, birinciye değil, sonuncu olana veriliyor. O müsabakaları kazananlar Shumacher muamelesi görüyor, reklam yıldızı falan oluyor. Temmuz ayında, üç aşağı beş yukarı aynı zamanda yapılıyor her sene.
KARANLIKTA AYIŞIĞI OYUNLARI
Moğolistan’da yol diye bir şey yok. Biz gittiğimizde o kocaman ülkedeki toplam asfalt yol 500 kilometreydi. Bazı yerlerde patika var, gerisinde bir iz bile yok. Doğanın ortasında gidiyorsunuz. Orhun Anıtları’ndan dönerken otobüsümüz çamura saplandı ve grubun yarısı yardım bulmak için yola koyuldu. Beş-altı saat yürüdük, ıssız yolda bir ineğin çektiği arabasıyla bir adamla karşılaştık. Birkaç kilometre onunla yol aldık. Çok üşüdük, yağmura yakalandık, derelerden geçmek zorunda kaldık, çok yorulduk ama hayatımın en hoş tecrübelerinden biriydi. O karanlıkta ayışığının oyunları unutulacak gibi değildi.
En sevdiği 5 yer
á Bam (İran) á Moğolistan á Nepal á Azor Adaları á Van-Çavuştepe
seyahatte ne okuyor
Hiçbir şey okumuyor.
ne dinliyor
Yerine göre değişiyor. ECM firmasının çıkardığı CD’leri tercih ediyor.
ne giyiyor
Çok sevdiği, giyilmekten eskimiş, rahat ettiği kıyafetleri deniyor.
ne yiyor, ne içiyor
İstisnasız, her şeyi yiyor ve deniyor. Bir sonraki destinasyonu, böceklerin günlük hayatta yendiği bir yer olacak.
neyle seyahat ediyor
Yürümeyi seviyor, "yürüyemiyorsam eğer, motosiklet" diyor.
nerede kalıyor
İnsanlarla iç içe olabileceği, ucuz ve basit pansiyonları seviyor.
kimle seyahat ediyor
1996’da Katmandu otobüsünden tanıştığı ve sonradan ortak da olduğu Alp Ekşioğlu ile.
çantasının olmazsa olmazları
Olmazsa olmazı yok, ihtiyacı olan her şeyi gittiği yerde buluyor.