Son Güncelleme:
Gece karanlığında Merapi’nin lavları kan kırmızısı akıyordu
Tevfik Yalvaç (53), ailesiyle 17 yaşında çıktığı İstanbul, İspanya kruvaziyer turundan bu yana dünyayı geziyor. Almanya’da işletme ve turizm eğitimi alıp, 27 yıl turizm sektöründe çalıştı, her fırsatta karavanıyla seyahate çıktı. Sadece İtalya’ya yaklaşık 150 yolculuk yaptı.
Latin Amerika, Uzakdoğu ve Kuzey Afrika’da pek çok ülkeyi gördü. Dört yıl önce emekli olup, evlenip Antalya’ya yerleşti. Sırt çantalı yolculuklarına artık eşiyle devam ediyor. 1998’den bu yana sekiz kez Endonezya’ya giden Yalvaç, yarın dokuzuncu yolculuğuna çıkacak ve 21 günde çok sevdiği Endonezya’nın bilmediği adalarını keşfedecek. Yalvaç “Doğu’daki yolculuklarım bana her koşulda gülümsemeyi ve hoşgörülü olmayı öğretti” diyor.
Dünya kazanında kepçe sallamayı seven biri olduğum için, Karayip’ten Uzakdoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Avrupa’nın bir çok ülkesine seyahat ettim. Ama, dünyanın adalar üzerine kurulmuş en güzel ülkesi Endonezya kadar beni hiçbir yer etkileyemedi. Ve orada beni en çok büyüleyen de Bali Adası oldu. Yani, oraya sırıl sıklam aşık oldum. Ömrüm yettiğince tüm Endonezya’yı dolaşıp görmek istiyorum.
Bali’ye geçen haziranda yedinci kez gitmiştim. Yağmur sezonu iki ay önce sona ermişti. Dört haftam vardı. Yola çıkmadan, Lombok ve Java adalarına de gitmeyi kafama koymuştum. Çünkü, bu adalardaki yaşam tarzları, orada bulunan yanardağlarla görkemli tapınakları ve doğasını görmek istiyordum. Kulağa her zaman gizemli gelen “Java Adası” ilk durağım olacaktı.
Bali’ye geldikten sonra Garuda Indonesia Havayolları’ndan gidiş-geliş yaklaşık 45 dolar ödeyerek, başkent Jakarta’nın olduğu Java Adası’nın güneyinde bulunan Jogjakarta şehrine biletimi aldım. Şehre sabah erken indim, otelimi havaalanındaki bir otel rezervasyon bürosundan ayarladım. Şehir merkezindeki bir otele, kahvaltı dahil 20 dolar ödeyecektim. Üç gün, üç gece şehirde kalacaktım.
TANRI TRIMURTİ’NİN ÜÇ FARKLI YÜZÜ
İlk gün şehri dolaşırken sempatik bir taksi şoförüyle tanıştım, sıkı bir pazarlıkla ertesi gün 12 dolara tur ayarladım. Sabah saat 08.00 gibi ilk durağımız, dünyanın en büyük ve ilginç Budist tapınaklarından, Megalang yakınındaki Mahayana Borubodur’a doğru yola koyulduk. Şoför çenebaz ve neşeliydi.
Oraya vardığımızda gözlerime inanamadım: Bu eşsiz güzelliğe sahip tapınak, 9. Yüzyıl’da üç platform üzerine kurulmuştu. Cephesi 2 bin 672 rölyef (kabartma) panel ve 504 Buda yontusuyla bezenmişti. En yukarıdaki platformun üzerinde kubbeler içine oturtulmuş 72 Buda heykeli yerleştirilmişti. Rölyeflerde Budizmingeçmişi o kadar güzel işlenmiş ki, büyülenip kalıyorsunuz. Tabii orada size rehberlik etmek isteyen birçok kişiye rastlıyorsunuz. Kimileri astronomik ücretler talep ediyor. Aldanmamak için şunu bilmekte yarar var: Ortalama bir Endonezyalı ayda 26 gün çalışıp, sadece 30 dolar kazanıyor. Ev kirası, çocuklarının okul parası, yemek ve diğer giderlerini bu bütçeyle karşılamak zorunda. Bu nedenle halk günde üç öğün pilav (pirinçin kilosu 0.12 kuruş) yiyor.
Borabadur’dan sonra ikinci durağımız Hindu tapınağı Prambanan’dı. Borabodur’dan 40 yıl sonra yapılan tapınağın esrarengiz görünüşünden etkilenmemek imkansız. Tapınak geniş bir alana yayılıyor. Hinduizmin bölgeye hakim olması sayesinde böylesine görkemli bir yapı yapılmış. Daha sonra Endonezya’nın Müslüman olmasıyla Hindular bu bölgeyi terk etmiş. Hinduların milyonlarca tanrısı vardır, ama bunların içinde üçünün yeri ayrı: Şiva, Vişnu, Brahma. Çok bölümlü tapınağın merkezindeki yapılar Tanrı Trimurti’nin üç halini yansıtıyor. Herbiri tapınak vadisinin ana bölümünde kurulmuş. Bunlardan en büyüğü, tanrı Şiva’ya ithaf edilen, yaklaşık 47 metre yüksekliğindeki yapı. Solunda Brahma ve sağında da Vişnu’yu yansıtan tapınaklar bulunuyor.
KÖYLÜLER YANARDAĞDA ÖLÜMLE YARIŞIYOR
Java’da son durağım Merapi Yanardağı. 2 bin 914 metre yüksekliğinde yanardağın çıkış istasyonuna vardığımda, yetkililer gece saat 01.30’da istasyonda buluşulacağını söyledi. Yürüyüş öncesinde katılımcılara özel bir seminer verilecekti. Rota tanıtılacak, yanardağda patlama ihtimaline karşı bilinmesi gereken kaçış yolları gösterilecekti. İçim kıpır kıpırdı. Gece toplanan dokuz kişilik yürüyüş grubunda Fransız ve İtalyanlar’ın arasında tek Türktüm. Seminerden sonra tam iki saat ormanlar içinden geçip Merapi’ye doğru tırmandık. Çevremizdeki karanlıktan hayvanların sesleri, kükremeler, hışırtılar geliyordu. Yaşanması gereken çokilginç bir serüvendi bu. Önümüzde ve arkamızda birer rehber vardı. Cep fenerleri sadece onlardaydı. Kutsal Ana Dağ Merapi Yanardağı’na ulaştığımızda sabah saat 04.00 sularıydı ve zifiri karanlıktı. Merapi, sanki alevden göz yaşlarıyla hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve gözyaşlarını vadiye doğru oluk oluk akıtıyordu. Buna tanık olmak korkunç güzel bir histi. O an Ana Dağ Merapi ile özdeşleşiyor insan: Ona ulaşmıştım. Korku yoktu içimde. Tam tersi bir huzur kapladı içimi, başarmıştım, anneye kavuşmuştum!
Sabah gün ağarınca rehberimiz bize Merapi’nin en son patlamaları sırasında yüzlerce kişinin öldüğünü anlattı. Katılaşmış devasa, büyük bir nehir gibi ama donuk görünen lav yataklarını gösterdi. Buradan akan kıpkırmızı lavların damardan akan kandan ne farkı olabilirdi, diye düşünmüştüm. Sıcak, çılgın ve vahşi. Yerine göre korkutucu, ürkütücü. Böyle bir durumda bizler o damarların içinde olsaydık, ne hissederdik acaba?
Rehberimizin anlattığına göre, yöre halkı kutsal kabul ettiği volkanın çevresinde ölüme meydan okuyordu. Belli bir bölgeden ilerisine geçişin yasaklanmasına, bayraklar dikilmesine rağmen köylüler, hayvanları için daha yüksekten ot toplamak için yarışıyordu. Volkana en yakın otun verimi artırdığına inanılıyordu.
Java nüfusunun yüzde 95’inden fazlası Müslüman’dı. Ama geçmişten gelen Hinduizmin, anemizmin etkileri hâlâ sürüyordu. Doğa üstü güçlere inanç azalmamıştı.
Asya’daki gezilerimde, beni etkileyen, hayatımı olumlu şekilde yönlendiren bir çok şeyin dışında şunu öğrendim: Yaşadığımız evrene, doğaya, canlılara, insanlara saygı duymalıyız. Her koşulda hoşgürülü olup, aç ve mağdurken bile gülümsemeyi unutmamalıyız.
Dünya kazanında kepçe sallamayı seven biri olduğum için, Karayip’ten Uzakdoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Avrupa’nın bir çok ülkesine seyahat ettim. Ama, dünyanın adalar üzerine kurulmuş en güzel ülkesi Endonezya kadar beni hiçbir yer etkileyemedi. Ve orada beni en çok büyüleyen de Bali Adası oldu. Yani, oraya sırıl sıklam aşık oldum. Ömrüm yettiğince tüm Endonezya’yı dolaşıp görmek istiyorum.
Bali’ye geçen haziranda yedinci kez gitmiştim. Yağmur sezonu iki ay önce sona ermişti. Dört haftam vardı. Yola çıkmadan, Lombok ve Java adalarına de gitmeyi kafama koymuştum. Çünkü, bu adalardaki yaşam tarzları, orada bulunan yanardağlarla görkemli tapınakları ve doğasını görmek istiyordum. Kulağa her zaman gizemli gelen “Java Adası” ilk durağım olacaktı.
Bali’ye geldikten sonra Garuda Indonesia Havayolları’ndan gidiş-geliş yaklaşık 45 dolar ödeyerek, başkent Jakarta’nın olduğu Java Adası’nın güneyinde bulunan Jogjakarta şehrine biletimi aldım. Şehre sabah erken indim, otelimi havaalanındaki bir otel rezervasyon bürosundan ayarladım. Şehir merkezindeki bir otele, kahvaltı dahil 20 dolar ödeyecektim. Üç gün, üç gece şehirde kalacaktım.
TANRI TRIMURTİ’NİN ÜÇ FARKLI YÜZÜ
İlk gün şehri dolaşırken sempatik bir taksi şoförüyle tanıştım, sıkı bir pazarlıkla ertesi gün 12 dolara tur ayarladım. Sabah saat 08.00 gibi ilk durağımız, dünyanın en büyük ve ilginç Budist tapınaklarından, Megalang yakınındaki Mahayana Borubodur’a doğru yola koyulduk. Şoför çenebaz ve neşeliydi.
Oraya vardığımızda gözlerime inanamadım: Bu eşsiz güzelliğe sahip tapınak, 9. Yüzyıl’da üç platform üzerine kurulmuştu. Cephesi 2 bin 672 rölyef (kabartma) panel ve 504 Buda yontusuyla bezenmişti. En yukarıdaki platformun üzerinde kubbeler içine oturtulmuş 72 Buda heykeli yerleştirilmişti. Rölyeflerde Budizmingeçmişi o kadar güzel işlenmiş ki, büyülenip kalıyorsunuz. Tabii orada size rehberlik etmek isteyen birçok kişiye rastlıyorsunuz. Kimileri astronomik ücretler talep ediyor. Aldanmamak için şunu bilmekte yarar var: Ortalama bir Endonezyalı ayda 26 gün çalışıp, sadece 30 dolar kazanıyor. Ev kirası, çocuklarının okul parası, yemek ve diğer giderlerini bu bütçeyle karşılamak zorunda. Bu nedenle halk günde üç öğün pilav (pirinçin kilosu 0.12 kuruş) yiyor.
Borabadur’dan sonra ikinci durağımız Hindu tapınağı Prambanan’dı. Borabodur’dan 40 yıl sonra yapılan tapınağın esrarengiz görünüşünden etkilenmemek imkansız. Tapınak geniş bir alana yayılıyor. Hinduizmin bölgeye hakim olması sayesinde böylesine görkemli bir yapı yapılmış. Daha sonra Endonezya’nın Müslüman olmasıyla Hindular bu bölgeyi terk etmiş. Hinduların milyonlarca tanrısı vardır, ama bunların içinde üçünün yeri ayrı: Şiva, Vişnu, Brahma. Çok bölümlü tapınağın merkezindeki yapılar Tanrı Trimurti’nin üç halini yansıtıyor. Herbiri tapınak vadisinin ana bölümünde kurulmuş. Bunlardan en büyüğü, tanrı Şiva’ya ithaf edilen, yaklaşık 47 metre yüksekliğindeki yapı. Solunda Brahma ve sağında da Vişnu’yu yansıtan tapınaklar bulunuyor.
KÖYLÜLER YANARDAĞDA ÖLÜMLE YARIŞIYOR
Java’da son durağım Merapi Yanardağı. 2 bin 914 metre yüksekliğinde yanardağın çıkış istasyonuna vardığımda, yetkililer gece saat 01.30’da istasyonda buluşulacağını söyledi. Yürüyüş öncesinde katılımcılara özel bir seminer verilecekti. Rota tanıtılacak, yanardağda patlama ihtimaline karşı bilinmesi gereken kaçış yolları gösterilecekti. İçim kıpır kıpırdı. Gece toplanan dokuz kişilik yürüyüş grubunda Fransız ve İtalyanlar’ın arasında tek Türktüm. Seminerden sonra tam iki saat ormanlar içinden geçip Merapi’ye doğru tırmandık. Çevremizdeki karanlıktan hayvanların sesleri, kükremeler, hışırtılar geliyordu. Yaşanması gereken çokilginç bir serüvendi bu. Önümüzde ve arkamızda birer rehber vardı. Cep fenerleri sadece onlardaydı. Kutsal Ana Dağ Merapi Yanardağı’na ulaştığımızda sabah saat 04.00 sularıydı ve zifiri karanlıktı. Merapi, sanki alevden göz yaşlarıyla hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve gözyaşlarını vadiye doğru oluk oluk akıtıyordu. Buna tanık olmak korkunç güzel bir histi. O an Ana Dağ Merapi ile özdeşleşiyor insan: Ona ulaşmıştım. Korku yoktu içimde. Tam tersi bir huzur kapladı içimi, başarmıştım, anneye kavuşmuştum!
Sabah gün ağarınca rehberimiz bize Merapi’nin en son patlamaları sırasında yüzlerce kişinin öldüğünü anlattı. Katılaşmış devasa, büyük bir nehir gibi ama donuk görünen lav yataklarını gösterdi. Buradan akan kıpkırmızı lavların damardan akan kandan ne farkı olabilirdi, diye düşünmüştüm. Sıcak, çılgın ve vahşi. Yerine göre korkutucu, ürkütücü. Böyle bir durumda bizler o damarların içinde olsaydık, ne hissederdik acaba?
Rehberimizin anlattığına göre, yöre halkı kutsal kabul ettiği volkanın çevresinde ölüme meydan okuyordu. Belli bir bölgeden ilerisine geçişin yasaklanmasına, bayraklar dikilmesine rağmen köylüler, hayvanları için daha yüksekten ot toplamak için yarışıyordu. Volkana en yakın otun verimi artırdığına inanılıyordu.
Java nüfusunun yüzde 95’inden fazlası Müslüman’dı. Ama geçmişten gelen Hinduizmin, anemizmin etkileri hâlâ sürüyordu. Doğa üstü güçlere inanç azalmamıştı.
Asya’daki gezilerimde, beni etkileyen, hayatımı olumlu şekilde yönlendiren bir çok şeyin dışında şunu öğrendim: Yaşadığımız evrene, doğaya, canlılara, insanlara saygı duymalıyız. Her koşulda hoşgürülü olup, aç ve mağdurken bile gülümsemeyi unutmamalıyız.