Son Güncelleme:
Bir solukta Kilikia
Åžimdi raÄŸbet kültür turlarında. Gezginler bilinen rotaların yerine kültür, tarih, lezzet içeren yeni rotalar arıyorlar. Geçen hafta böyle bir tura katıldım ve Kilikia bölgesinde tarih ve yemek fırtınasına tutuldum.Kültür turlarına raÄŸbet giderek artıyor. Türkiye'nin tarihî ve coÄŸrafî zenginliklerini keÅŸfetmek isteyenlerin oluÅŸturduÄŸu talep, birçok turizm ÅŸirketini bu tür turları düzenlemeye zorluyor. Bir yandan deniz, güneÅŸ tatili pazarlayan ÅŸirketler için son zamanlarda tur paketlerinin içine kültürü de katmaya baÅŸladılar. Gördüğüm kadarı ile birçok turizm firması ilginç rotaların peÅŸine düşmüş. Geçen hafta Viking Turizm ÅŸirketi ile Hilton Oteli’nin düzenlediÄŸi bir kültür gezisine katıldım. Gezi cuma akÅŸamı, Seyhan Nehri'nin kıyısında yükselen Adana Hilton Oteli'ndeki Ä°talyan yemeÄŸi ile baÅŸladı. ‘Adana'da Ä°talyan YemeÄŸi olur mu?’ diye sorarsanız, ‘olmaz’ derim. Ama biz oraya vardığımızda saat 21.00'i geçmiÅŸti ve Adana Kebapçılarının mangalları sönmeye yüz tutmuÅŸtu. Yemekte yanımda oturan otel müdürüne, neden yöre yemeklerinin sunulduÄŸu bir lokanta olmadığını sordum. Bu eksikliÄŸin farkında olduklarını, özel mangallar ısmarladıklarını, yaz başına doÄŸru kebap servisinin baÅŸlayacağını söyledi.Aslında yabancılar dışında, otelde kebap yemeÄŸe çok raÄŸbet olmayacağını sanıyorum. Çünkü iÅŸ için Adana'ya gelenler, iÅŸ yaptıkları firmaların yetkilileri tarafından hemen kent içindeki meÅŸhur kebabçılara götürülüyorlar. Ben de kebabı otel yerine, dumanaltı olmuÅŸ kebabçıda yemeyi tercih ederim.Yolculuk ertesi sabah erkenden baÅŸladı. Antakya yolu üstündeki ilk durak ‘Yılanlı Kale’ oldu. 1097 yılında Haçlı orduları tarafından inÅŸa edildiÄŸi söylenen bu kale, kuzeye doÄŸru uzanan Dumulu, Anavarza ve Kozan adlı daÄŸ kalelerinin ilk halkasını oluÅŸturuyordu. Halk arasında Åžahmeran Kalesi olarak anılan ve Ceyhan Ovası'nı kuÅŸbakışı seyreden kale, asırlar boyu doÄŸal ve insanî saldırılara uÄŸramasına raÄŸmen, heybetinden bir ÅŸey kaybetmemiÅŸti.Yol üstündeki ikinci durak, yığma bir tepenin üstündeki Toprakkale'ydi. Kervan yollarının kesiÅŸtiÄŸi yerde yükselen 8 burçlu kaledeki cengaverler, dönem dönem Çukurova'yı haraca kesen eÅŸkiyanın korkulu rüyası olmuÅŸtu. Kale, Roma, Abbasi, Selçuklu, RamazanoÄŸulları ve Osmanlı ordularına barınaklık etmiÅŸti. Bu nedenle de her köşede baÅŸka bir uygarlığın izine rastlamak mümkün oluyordu.Kalenin burçlarına tırmanırken, orada bizi bekleyen sürprizden habersizdim. Surlarla çevrili meydanlığa geldiÄŸimde, iÅŸtah açıcı bir masa ile karşılaÅŸtım. Hilton ekibinin kurduÄŸu masanın üstünde, tabak tabak meyve ve yeni sıkılmış meyve suyu sürahileri bizi bekliyordu. Bir köşede ise iki genç müzisyen, keman ve flüt eÅŸliÄŸinde müzik ziyafetine giriÅŸmiÅŸlerdi. SusuzluÄŸumu serin meyve suları ile giderdim. Kıpkırmızı kan portakalının buruk tatlı-ekÅŸi tadını damağımda dolaÅŸtırarak, aÅŸağıda uzayıp giden bereketli ovayı seyrettim. Yol üstündeki Ä°skenderun Demir Çelik Fabrikası'nın dev bacalarından çevreye yayılan siyah dumanlar ve fabrikanın eskimekle birlikte hálá ürküten büyüklüğü, hemen kıyısındaki Akdeniz'in lacivert görüntüsüyle tezat teÅŸkil ediyordu. Birisi kan ter içinde bir çalışmayı diÄŸeri ise ‘vur patlasın çal oynasın’ türü bir yaÅŸamı çaÄŸrıştırıyordu.AskerliÄŸimin bir bölümünü yaptığım Ä°skenderun'u görünce tanımakta güçlük çektim. Palmiyelerin yükseldiÄŸi kordon boyu, denizden doldurulmuÅŸ ve kahvelerle süslenmiÅŸ kıyı ÅŸeridi ile kent tam bir Akdenizli'ydi. Bu denize kıyı veren kentlerdeki yüksek yaÅŸam gustosu, bu kentte de farkediliyordu. Ä°skenderun sırtını Gavur DaÄŸları'na yaslamıştı. Dağın karlı zirvelerinin hemen altında görüntüye giren yayla evleri, boÄŸucu yaz günlerinin cennet sığınaklarına benziyorlardı. Bunları düşünürken aklıma SoÄŸukoluk geldi. Oradaki ÅŸehvet yuvalarında, alkol ve insan kokusu sinmiÅŸ odalarda yaÅŸanan yasak aÅŸkları, dökülen kanları, yıkılan yuvaları ve sönen yaÅŸamları hatırlamaya çalıştım. Benim gençliÄŸimde, kirli yaÅŸamların sığınağı olan ünlü yayla, geçmiÅŸine artık kalınca bir sünger çekmiÅŸti.GEÇMÄ°Åž VE BUGÃœNDöne döne tepelerden aÅŸağıya inen yoldan, Amik Ovası'nın görüntüsü muhteÅŸemdi. YeÅŸilin tonları ve aradaki kahverengi tarlalar, bereketi örten renkli bir yorganı çaÄŸrıştırıyordu.Asi nehri ile Habib Neccar Dağı'nın arasına yayılmış olan Antakya, tarihteki görkemini pek yansıtmıyordu. Roma döneminde 300.000 nüfusu ile imparatorluÄŸun en kalabalık ve en önemli kenti olan Antakya, ÅŸimdilerde çarpık yapılaÅŸmanın tüm çirkinliklerini yansıtıyordu. Kentin aslında geçmiÅŸiyle ilgili söyleyecek birçok sözü vardı: Ä°sa'nın havarisi Aziz Petrus, dini yayma çılışmalarına burada baÅŸlamıştı. Ä°lk kilise burada kurulmuÅŸ, ilk vaftiz töreni burada gerçekleÅŸtirilmiÅŸti. Hıristiyanlar için kutsal bir kentti. Ardından Osmalılar, Ä°ngiliz, Fransız iÅŸgalleri, bağımsız Hatay Devleti ve Türkiye'ye ilhak. Böylesine zengin geçmiÅŸe böylesine dağınık ve özensiz bir bugün pek yakışmıyordu.Her ÅŸey bir yana Hatay Arkeoloji Müzesi bir yanaydı. Dünyada eÅŸi benzeri bulunmayan mozaikler bu müzede sergileniyordu. 1934 yılında temeli atılan bu müzedeki mozaikler beni ÅŸaÅŸkına çevirdi. O minicik ve renkli taÅŸların binlercesi bir araya getirilip eÅŸsiz birer tablo yaratılmıştı. Tabloda yer alan insanların yüzlerindeki ifade bile ayan beyan belli oluyordu. Mozaik ustaları küçük çekiçlerini, ressamın fırçası gibi ustaca kullanmışlardı.Harbiye'de Hidro restoranda, mezelerle donanmış masanın başına oturduÄŸumda hálá mozaiklerin etkisindeydim. Kendime gelip önüme konan yemekleri tadmaya baÅŸladığımda, damağımın keyiften çatlayacağını düşündüm. ZeytinyaÄŸlı ve tereyaÄŸlı humus, çökelek salatası, zahter salatası, piÅŸmiÅŸ kıymayla birlikte sunulan çiÄŸköfte, nar ekÅŸisi ile tadlandırılmış yeÅŸil salata, oruk (yassı içli köfte), patlıcan salata, sıcak suya batırılıp ılık sunulan yöre peyniri... Bunları birer ikiÅŸer tadarken, Hatay'ın ünlü tavuk ızgarasına yer kalmadığını fark ettim. TavuÄŸu geri çevirdim ama tepsiyle ortaya konan künefeye ‘hayır’ demeyi beceremedim.BAÅžKA BOYUTLARDAKültür ve lezzet saldırısından kurtulup tekrar Adana'ya döndüğümüzde kebab yemeÄŸe mecalimiz kalmamıştı. Otelin Türk hamamında yorgunluk atıp, bir sonraki koÅŸturma için uykuya çekildik.Ertesi günkü turu bundan üç ay önce yapmıştım. Önce Tarsus'ta Aziz Paulus Kilisesi'ne gidildi. Beyaz plastik iskemlelerin yerli yerinde durduÄŸunu görüp üzüldüm. Antik Roma yolunda yine keyifle yürüdüm. Restorasyonu süren eski Tarsus mahallesine bir kez daha hayranlığımı sundum. Serinleme molası verdiÄŸimiz Mersin Hilton otelinde, kendime taze meyve sularıyla ‘doping karışımları’ yaptım. Vaktim olmadığı için ziyaret edemediÄŸim Mersinli aziz dostlarımın kulaklarını çınlatmakla yetindim. AyaÅŸ'taki Kanlıdivane (Kanytelis) denen antik harabelerde, asırlık taÅŸlara bir kez daha dokundum. Ortadaki kutsal obruÄŸun içindeki Bizans mezar anıtı kabartmasına bakıp, bu küçük kent hakkında yeni kurgular yaptım. Kilikia'yı keÅŸfetmek ve anlamak için buraya bir çok kez daha gelmem gerektiÄŸine karar verdim.Gezi, bu yöreye yapılan tüm geziler gibi ünlü Narlıkuyu Koyu'ndaki öğle yemeÄŸi ile sona erdi. Bir önceki geliÅŸimde burada sunulan lezzetlerle tanışmıştım. Onun için sipariÅŸ verirken pek bocalamadım: Tavada kalamar, ızgarada Ä°skenderun karidesi, nar ekÅŸili yeÅŸil salata (yanında taze sarmısak), deniz koruÄŸu turÅŸusu ve yiyebildiÄŸin kadar ızgara laÄŸos balığı.Viking Turizim ve Hilton Oteli’nin daveti sayesinde kültür, tarih ve lezzet dolu bir hafta sonu geçirdim. Fırsat ve olanak buldukça bu tür turlara sizlerin de katılmasını öneriyorum. Yeni yeni baÅŸlayan kültür gezilerinin (öncüsü Fest Turizm) insanı baÅŸka boyutlara taşıdığına inanıyorum.Â