GeriSeyahat Bergen’in hayal ekspresi Flamsbana
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bergen’in hayal ekspresi Flamsbana

Bergen’in hayal ekspresi Flamsbana

Oslo’dan Bergen’e uzanan otoyol doruğu karlı dağlar, coşkuyla akan derelerin arasından geçiyordu. Ülkenin ünlü şelalesi Voringfossen de bu yol üstündeydi.

Otobüsümüz 800 metre yükseklikteki seyir alanı yakınında mola verdi. Şelaleye yaklaştıkça suyun sesi artıyordu. 830 metre yükseklikten, büyük bir gürültüyle dökülen suların aşağıdaki dereyle buluştuğu noktadan gökyüzüne doğru bir bulut yükseliyor ve bu bulut Voringfossen’in güzelliğini perdelemeye çalışıyordu.
Tekrar yola çıktığımızda, dağlardan deniz kıyısına doğru ilerlerken yolun her iki yanındaki yeşil alanlarda ağaçlar belirmeye başladı. Yağmur geliyordu, gökyüzü tamamen bulutla kaplanmıştı. Kıyıya vardığımızda Norveç’in ikinci büyük fiyordu Hardanger’e gelmiştik. Zirvesi karlı dağların alt bölümleri ormanla kaplıydı. Deniz derin koylarla ormanların içine giriyordu. Suyun rengi yeşille mavi arası bir tondu. Uzaklara baktım. Sanki dağlar denizi kucaklamış, bırakmak istemiyordu.

BERGEN’İN CİNLİ TEPESİ

Bergen’e ulaştığımda, kenti kuşbakışı seyretmek için fünikülerle 320 metre yükseklikteki Floyen Tepesi’ne çıktım. Manzara usta bir ressamın elinden çıkmışcasına mükemmeldi. Kent, bir yarımada üstüne kurulmuştu. İstanbul gibi yedi tepeliydi. Muntazam sokaklarını, rengârenk binalarını, yarımadadan uzanan iki uzun köprüyü, merkezdeki fıskiyeli havuzu seyrettim bir süre. Limandaki yolcu gemileri bu manzarayı güzelleştirirken, havuz ve iki köprü sakil duruyordu. Parktan ayrılırken troll heykeli dikkatimi çekti. Kuzey efsanelerinin kahramanı meşhur cindi karşımdaki.
Otele dönüp biraz dinlendikten sonra gece yarısı aydınlığında şehri dolaşmaya çıktım. Balıkçılar Pazarı kapanmıştı. Balık lokantalarında turistler yemek yiyordu. Limana indim, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Hanseatic Evleri’ni gördüm. Rengârenk ahşap binalar depo olarak yapılmıştı. Otelime doğru yürürken, birkaç turist ve eğlenmeyi sürdüren bir gruptan başka kimse kalmamıştı sokakta.
Bergen’de bir günüm daha vardı ve çevredeki doğal güzellikleri görmek için en iyi yolun tren yolculuğu olduğunu biliyordum. Sabah erkenden kalkıp otelimin önündeki gardan trene bindim. Elektrikli tren beni 866 metre irtifadaki Myrdal istasyonuna ulaştırdı. İstasyon, dağları aşıp yolcularını deniz seviyesindeki Flam’a indiren demiryolu hattının üstündeydi. Flamsbana Treni’ne binip, dağları aşıp, Flam’a gidecektim. Treni beklerken çevremdeki huzur veren manzarayı seyrettim. Pamuk yığınını andıran bulutlar arasından gökyüzünün mavisini zar zor görüyordum. Hava ılık ve güneşliydi. Çevredeki dağlar yemyeşildi. Çoğunun zirvesindeki karlar henüz erimemişti.

55 DAKİKALIK SERÜVEN

Trenim çok geçmeden geldi. Harikulade vadi manzaralarını yolcularına göstermenin gururuyla ormanların arasından süzülerek geçiyordu. Düşük bir hızla aşağılara doğru iniyordu. Reinunga Gölü’nün güzel manzarasını geride bırakıp, geçit vermeyecekmiş gibi görünen sarp dağlara yöneldi. Yıllar önce büyük zahmetle açılmış bir tünelden geçtik. Tünel çıkışında tren durdu, fotoğraf makinesini, kamerasını kapan kendisini telaşla dışarı atıyordu. Ben de peşlerine takıldım. Muazzam Kjos Şelalesi karşımdaydı...
Şelaleden sıçrayan sular çevredeki çimenleri ıslatmıştı. Kalabalığın arasından sıyrılıp, rahat fotoğraf çekebileceğim bir nokta aradım. En uygun açıyı bulduğumda, gördüğüm manzara müthişti. Şelalenin haşmetli görüntüsü, genişliği, coşkulu dökülüşü, deresine kavuştuğunda çıkardığı sesin gücü beni adeta büyüledi. Tren görevlisinin uyarısıyla toparlanıp, vagondaki yerimi aldım.
Tren, bir tarafı nehir, diğer tarafı yamaç olan zikzaklı dağ yolunda ilerliyordu. Köprülerden, tünellerden geçip fiyorda doğru yaklaşmaya başladı. Bulunduğum vagonun ön ve arka pencereleri açıktı. Yol arkadaşlarımın farklı ulustan olduğunu birbirlerine bağırmalarından anlıyordum. Güzel bir manzara belirdiğinde birbirlerini hayret nidalarıyla uyarıyor, fotoğraf çekmek için pencereden pencereye koşturuyorlardı. Yol boyunca vahşi doğayı doyasıya seyrettim, şelalelere el salladım.
Flam’a geldiğimi, içerisinde bir limanın, tren istasyonunun ve birkaç renkli ahşap binanın bulunduğu vadiyi gördüğümde anladım. Yolculuğum 55 dakika sürmüştü. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Vadiyi çevreleyen, yeşil bitki örtüsüyle kaplı, yamaçlarında şelalelerin bulunduğu dağların manzarası etkileyiciydi. Fiyort gezisi yapan büyük yolcu gemilerinin rotalarındaki duraklarından biriydi Flam. İskelesine Costa Atlantica isimli heybetli gemiyi yanaşmıştı. Bu güzel manzaraya hiç yakışmıyordu. Keşke açıkta demirlemiş olsaydı. Limanın hemen yakınında turistik bir alışveriş merkezi bulunuyordu. Tek katlı ahşap binalarda hediyelik eşya satan mağazalar ve restoranlar vardı.

False