GeriSeyahat İspanya’nın taş mücevheri: Toledo
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İspanya’nın taş mücevheri: Toledo

İspanya’nın taş mücevheri: Toledo

Yazısıyla Hürriyet Seyahat’in 10. yıl yarışmasında ikinci olan okurumuz Şenay Lüle, ödül olarak yedi günlük İspanya turu kazanmıştı.

Jolly Tur’un sponsorluğunda geçen ay çıktığı gezide yolu Toledo’ya da düştü. Ülkenin ortasındaki bu kent büyüleyici taş evleri, Alcazar Sarayı, katedraliyle tek başına bir sanat yapıtı gibi. Ayrıca ünlü ressam
El Greco’nun yaşadığı yer olmasıyla ünlü. Lüle, izlenimlerini kaleme aldı.

Birkaç gündür hırçın ve rengârenk bir coğrafyadayım. Roma ile Mağribilerin hüküm sürdüğü, mutlu bir Altın Çağ ile koloni fetihlerinin yaşandığı, engizisyonun doğduğu, çılgın şövalyelerin at koşturduğu, kırk yıl boyunca kanlı bir iç savaşın kararttığı, Cervantes’in aydınlatıp El Greco, Goya, Velazquez, Picasso ve Dali’nin boyadığı resimli bir öykünün içinde dolaşıyorum. İspanya’dayım. Kıpkırmızı sangria kadar güzel, flamenko gibi hüzünlü bir ezgi İspanya. On yıl önce ziyaret ettiğim bu topraklarda yeniden bulunmak beni mutlu ediyor. Eski başkent Toledo ilk durağım.
Kızımla beni Toledo’ya götüren araba çorak Castilla-La Mancha topraklarında ilerlerken, ilk kez yıllar önce gördüğüm Toledo’yu anımsamaya çalışıyorum. Granit bir kaya üzerine yapılanmış bu şehirden hafızama yer edenler şunlar: En tepede mimari bir kütle olan Alcazar Sarayı, görkemli bir katedral, at nalı kemerli sinagoglar, cumbalı taş evler, daracık sokaklar ve Toledo’yu sarıp sarmalayarak akıp giden Tajo Nehri! Bir de Santo Tome Kilisesi’nde karşıma çıkıveren El Greco’nun ‘Orgaz Kontu’nun Toprağa Gömülmesi” adlı başyapıtı... İşte ne unutulacak kadar sıradan bir şehirdir Toledo ne de vazgeçilecek bir sevgili...

YALNIZ GÜZEL

Madrid’e her geldiğinizde, Don Kişot’un epik maceralarında ölümsüzleşmiş La Mancha Ovası’ndaki bu yalnız güzeli tekrar tekrar ziyaret etmek istersiniz. Ve haksız da sayılmazsınız. Her şey bir yana sadece El Greco ve ‘Orgaz Kontu’ sizi bu topraklara çekmeye yeter de artar bile...
İki kuleyi Mağribi kemerleriyle birbirine bağlayan Puerta del Sol’den giriyoruz kente. Basamaklı sokaklar Zocodover Meydanı’na açılıyor. Mağribi döneminde burada kurulan hayvan pazarının adıyla anılan meydandan kalkan oyuncak trenle kısa sürede tüm kenti turlamanız mümkün. Ama kentin sokaklarında kaybolmak ve ayaklarınız şişene kadar yürüyerek dolaşmak bence en güzeli. UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki kent kurulduğu günden bu yana birçok kez el değiştirdi. MÖ 193 yılında Romalılar tarafından fethedilince kente ‘Toletum’ adı verildi. MS 5. yüzyılda Vizigotların siyasi ve dini başkenti oldu. Mağribiler MS 711 yılında İspanya’yı istila edince de kent, bu defa Cordoba Emirliği’nin eline geçti. 1012 yılında Emirlik parçalanınca bağımsız bir krallığa başkentlik yaptı. 1805 yılında ise Leon Kralı VI. Alfonso’nun eline geçti. Kutsal Roma İmparatoru II. Felipe, başkenti Madrid’e taşıdıktan sonra kentin ruhani önemi devam etse de zamanla bu da azalmaya başladı. Bugün bir müze-kent görünümü sergileyen Toledo, bütün bu el değiştirmeler ve fetihler sayesinde sahip olduğu altmışa yakın cami, kilise, sinagog, saray, çeşme, köprü, hastaneyle büyülü güzelliğine kavuştu.

MİMARİ HARİKASI KATEDRAL

Zocodover Meydanı’na açılan daracık sokaklara sapıyorum. Zikzaklar çizen ve gelişigüzel birbirini kesen bu sokaklar bir medinayı, Arap kentlerini anımsatıyor bana. Şaşırmıyorum. Toledo ne kadar Batılıysa o kadar da Doğuludur çünkü. Arap-Hıristiyan ve Yahudi kültürü arasında olağanüstü bir bağ kuran evlerin de birbiri içinde eriyip kaynadığı hemen fark ediliyor. Bu iki-üç katlı taş evler herhangi bir kesintiye uğramadan her şeyi bal peteği rengine boyamıştır. Kalın ahşap kapıların ardındaki iç avlu ve her evin ön yüzüne yapışan cumbalar mahremiyet hissine karşılık merak dürtünüzü uyandırır, hayal gücünüzü zorlar ama sadece önlerinden geçer gidersiniz. Kafesli cumbaların arkasında sevgilisini gözleyen bir çift göz yüzyıllar öncesinde kalmıştır. Bu kapalı kapılar ve kör duvarlar size bir film platosundaymışsınız izlenimi verse de daracık sokakların açıldığı her minik meydanda pahalı butiklerin, şık kafelerin ve Toledo çeliğinden yapılmış kılıçlar satan hediyelik eşya dükkânlarının arasında bugünkü Toledo’yu yaşarsınız.
Gezmeye doyamayacağınız bu sokakların birçoğu heybetli bir katedrale açılır: Toledo Katedrali. İlk katedral Vizigotlar tarafından yaptırılsa da Mağribiler tarafından camiye dönüştürüldü ve 1226 yılına kadar cami olarak kullanıldı. Aziz III. Fernando şimdiki katedralin inşasını 1227 yılında başlattı ama 16. yüzyıla kadar tamamlanamayan katedral pek çok mimari üslup barındırıyor. Şıkır şıkır parlayan ana altarın panosu sizde altın hissi uyandırsa da aslında ahşap oymacılığının harikalarındandır. Bir diğer ahşap oymacılığı, koro mahallinde karşınıza çıkar ve ince işçiliği ile sizleri şaşırtır. Toplantı odasındaki Mudéjar tarzı tavanlar, şapelin hemen arkasındaki 18. yüzyıl başyapıtı barok üsluplu ‘Transparant’ bu katedralin yapılışının çok uzun yıllara yayıldığını doğrular. Farklı bir gelenekle, tavandan sarkan ilginç şapkalar daha önce aşağıya gömülmüş başpiskoposların mezarlarını gösterir ve şapkanın sarktığı ip ne zaman koparsa -günler veya yıllar sonra da olsa- mezar da o zaman mahzene kaldırılır.

EL GRECO’NUN EŞSİZ ESERLERİ

Dini eserleri ve El Greco’nun tablolarını içeren hazineye çeviriyorum yönümü. Kendini ilham aldığı Toledo’ya adayan El Greco, yapıtlarının tümünü bu şehirde üretmiş, adı Toledo ile özdeşleşmiş, burada evlenip burada vefat etmiş.
Katedralden çıkıyorum, az önce gördüğüm resmin ve El Greco’nun yaşadığı bu şehrin bende uyandırdığı manevi tatmin duygusuyla sokaklardan aşağıya doğru iniyorum. Her şeye rağmen asıl rengini Greco’nun paletinde bulan kent, günbatımı kızıllığına boyanırken Tajo Nehri’nin bulanık suları kararıyor. Şehrin tam ortasında bulunan, duvarlarında asılı yüzlerce prangayla özgürlük sembolü Alcazar Sarayı, katedralin gotik çan kulesi ve bu güzeller güzeli kent silueti gecenin karanlığında yapay ışıklara bürünüp yalnızlığına ve karamsarlığına meydan okuyor. Yunanistan’da başlayıp burada, bu taş mücevherde sonlanan yolculuk dünya sanat tarihine bir “dev” kazandırıyor.

False