GeriSeyahat İçimizdeki Robinson
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İçimizdeki Robinson

İçimizdeki Robinson

Ben hep Robinson misali, ıssız bir adada kaybolmak isterim. Ruhum ne zaman sıkılsa düş yolculuklarına çıkar, uzaklardaki küçük adalara sığınırım. Dünya edebiyatındaki ada konulu eserleri hiç kaçırmam. Bu kitapları okurken kendimi hep kahramanın yerine koyarım.Bugünlerde, kaçıp gitmek, kalabalıklardan uzaklaşmak, kaybolmak isteği sık sık kapımı çalar oldu. Bir yanda bitmek tükenmek bilmeyen ekonomik kriz, bir yanda gelecek hafta yapılacak seçim için meydanlarda haykırılan ipe sapa gelmez vaatler fırtınası, diğer yanda Bush'un savaş inadı... Tüm bunların medyaya yansımasıyla oluşan karamsar bir ortam... Çevremde bir sürü gülmeyen yüz... Tüm bunları duymayacağım, görmeyeceğim bir yerlere kaçmak istiyorum.Kaçmak denince aklıma hemen Alaska'da, Susitma Nehri'ni aşıp gittiğim, ormanın içindeki kulübe gelir. Orada gazetesiz, televizyonsuz, telefonsuz ve radyosuz geçirdiğim beş günü hiç unutamam. Başım sıkılıp ruhum daraldığında bir de ıssız küçük adayı düşlerim. Karayip Denizi'ndeki ‘St. George's Cave’ adlı adada kaybolduğum günleri özlerim.Uzak denizlerde, dünyanın kaygısından uzakta, iş-güç-para tasalarından soyunmuş olarak, mavi denizin dört bir yandan kucakladığı, yeşil örtülere bürünmüş, günlük güneşlik ıssız bir adada kaybolmak hayalini kurmayan var mıdır acaba? Ben bu düşten hiç kurtulamam. Kurtulmak da istemem. Bu düş, sakinleştirici bir ilaç gibi etki yapar. İçimdeki tüm sıkıntıları alır götürür. Yaşamdan ne zaman bunalsam, hemen düşlerimdeki adaların sessizliğine sığınırım.Mutluluk özlemi, serüven düşkünlüğü, gerçeklerden kaçma... Neden ne olursa olsun ada kavramı, insan oğlunun düşlerindeki yerini her zaman almıştır. Edebiyat dünyasının en rağbet gören eserlerinde, mutlaka bir ada teması vardır. Örneğin Robinson Crusoe'nun adası, Guliver'in gezilerindeki adalar, Define Adası, Doktor Moreau'nun Adası... Tüm bunlar ve diğer adalar kaçışların, maceraların ve nefes kesen yolculukların değişmez simgesi olmuşlardır.Gözlerden uzaklardaki erişilmez adalar, ayrıca ilk çağlardan beri ütopya yazarlarının en favori mekánları arasında yer almıştır. Bu hayal adalar anlatılırken, bazen işin ucunun kaçtığı bile olmuş, olmayan adaların var olduğuna inanılmıştır. Bunun en güzel örneği, İrlandalı din adamı St. Brendan'ın yolculuklarını anlatan eserde görülür. St. Brendan, yeryüzü cennetini bulmak için yollara düşer. Denizlerde tam yedi yıl dolaştıktan sonra aradığı adayı bulur. Koyu ve yoğun bir karanlık, bu adayı bir duvar gibi sarmalayıp gözlerden gizlemiştir. O karanlık aşılınca, sürekli gündüzün hüküm sürdüğü ada görüntüye girer. Bu adanın yerlerinde değerli taşlar, ovalarında sürekli meyve veren ağaçlar, yaz kış eşsiz güzellikte açan çiçekler vardır.St. Brendan'ın bu düş adası, yüz yıllar boyu haritalarda gösterilmiş, gerçek adalarla karıştırılmıştır. O dönemde bu cennet adayı bulabilmek için, Avrupa'dan koca deniz filoları sefere çıkarılmıştır. Kristof Kolomb bile gezi günlüğünde, bu düşsel adanın coğrafi yerinden gerçekmiş gibi söz etmiştir.TOPLUMDAN KAÇIŞBenim düşlerimde ‘Kaçış Adaları’ baş rolü oynar. Onun için, kahramanı ıssız bir ada olan tüm anlatıları, bir solukta okur bitiririm. Robinson Crusoe'yu hangi yaş dönemimde olursam olayım, döner döner bıkmadan yeniden okurum. Hep Robinson olmayı düşlerim ama, bir türlü beceremem ya da cesaret edemem. Robinson olamadan öleceğimi bile bile, bu düşü kurmaktan asla vazgeçmem. D.H. Lawrence'ın ‘Adaları Seven Adam’ adlı uzun öyküsü de favorilerim arasındadır. Bu öykünün kahramanı da benim gibi (belki de sizin gibi) herkesten uzaklaşmak, yalnız kendisinin olan bir adaya sığınmak ister. Bu öykü, insanın toplumdan kaçış özlemini dile getiren en güzel örneklerden biridir.Ada tutkunu diğer bir yazar da Lawrence Durrel'dir. Avrupa kültürünün karmaşasından bunalan yazar, soluğu Akdeniz adalarında alır ve burada kendisiyle başbaşa kalır. Ada denince Sait Faik'i anmadan edemem. Onun adası ıssız ve uzaklarda değildir. İnsanlar vardır. Bunlar Sait Faik'in insanlarıdır. Yazar İstanbul'un burnunun dibinde, bu insanların arasında kaybolur gider. Sait Faik ‘Haritada Bir Nokta’ adlı öyküsünde ada tutkusunu şöyle anlatır:‘Çocukluğumdan beri haritaya ne zaman baksam, gözüm hemen bir ada arar; vilayet, şehir, havali isimlerinden hemen mavi sahile kayar... Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar, sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. Hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk, abalar giymiş bir balıkçı, yırtık bir muşamba kokusuyla beraber küpeşte tahtaları kararmış, boyası atmış ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırakmayan bir kuş, ağ, balık, pul, sahilde harikulade çocuklar, namuslu kulübeler, kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar sisli bir deniz...’MACERALI YOLCULUKUzaktaki adaya gitme düşümü, bir gezi sırasında kısa süreliğine de olsa gerçekleştirmiştim. Orta Amerika'da yağmur ormanlarında dolaşırken, birden ‘hiçbir şey yapmama’ arzusuna kapılmıştım. Bu arzuya kapıldığımda, dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Belize'deydim. Caddelerinden lağım akan bu küçük ülkede, öylesine kötü insan manzaraları görmüştüm ki, kaçıp gitmek, hiçbir şey görmemek, duymamak istemiştim. Başını kuma gömen devekuşu misali, gerçeklerden uzaklaşınca onların yok olacağı duygusuna kapılmıştım.Beraber geldiğim gurupla vedalaşıp, onlardan ayrıldım. Birlikte gideceğimiz mercan adasına ben onlardan önce gitmek istemiştim. Akşamüstü adaya giden teknelerden birine bindim. Kaptan 45 dakika içinde adada olacağımızı söyledi. Hareket ettikten bir süre sonra hava karardı. Kara görünmez oldu. Uzaklardan çakan şimşekler, yaklaşmakta olan bir fırtınayı haber veriyordu. Zifiri karanlıkta göz gözü görmüyordu. 15-20 dakika gittikten sonra, teknenin altından bir gürültü geldi. Kaptanın ettiği küfürlere bakılırsa başımız belaya girmişti. Tekne olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Ne öne ne arkaya gidebiliyordu.Bizimle beraber yola çıkan motorun yardımları da fayda etmedi. Telsiz anonslarına da yanıt veren olmadı. Bu arada şiddetlenen rüzgar, uzaklardaki fırtınanın yaklaşmakta olduğunu müjdeliyordu. Olacakları kabullenmekten başka çarem yoktu. Oturduğum yerden, içimde bir korku, etrafı seyretmeye başladım.Yardım geldiğinde saat sabahın 04.00'ünü gösteriyordu. Gelen tekneye binip, adaya doğru yola çıktık. Kendimi yatağa attığımda, güneş Karayip Denizi'nden yükselmeye başlamıştı. Adayı görme telaşından fazla uyuyamadım. Odamdan çıktığımda, parlak bir ışık gözlerimi kamaştırdı. İlk an bir şey göremedim. Ama sıcağın insafsız olduğunu, vücudumun her noktasında hissettim. Işığa alıştıkça bir cennetin ortasında olduğumu gördüm: Yüksek Hindistan cevizi ağaçları, mavinin tüm tonlarıyla boyanmış bir deniz, film platosunu andıran sokaklar, her biri ayrı renge boyanmış tahta evler, doğal kameriyeler oluşturan tropikal ağaçlar, kumun içine bile kol atmış yemyeşil çimenler, hindistan cevizi ağaçlarının köklerini okşamak için sabırsızlanan sedef dalgalar... Ben bu kadarını düşlememiştim. Veya düşlerimde bunca güzelliği yan yana getirmeyi becerememiştim. Yaşam savaşlarından yorulmuş ruhlar için biçilmiş bir mekándı.Kaldığım tesisin bahçesinde, gölgelik bir yerde kendime bir hamak ayarladım. Bundan sonraki günlerimin büyük bir bölümü, bu hamakta kitap okuyarak geçecekti. Kitap okumaktan sıkıldığımda, kendimi genellikle denize atıyor, yeşil maviliğin derinliklerine doğru kulaç atmaya çalışıyordum. Su çok ılıktı. Serinletme işlevini yerine getirmiyordu. Onun için doya doya yüzemiyordum. Bazen adanın başıboş sokaklarında dolaşıyordum. Ada öylesine küçüktü ki, yarım saat sonra tur bitiyordu. Bu yürüyüşler sırasında hoşuma en çok, ağaçtan yeni koparılmış hindistan cevizinin suyunu içmek gidiyordu. Ağaçların tepesine bir maymun çevikliğinde tırmanan çocuklar, kopardıkları meyvelerin baş kısmını keskin bir bıçakla kesip ikram ediyorlardı.SUDAN ÇIKAN GECEAkşam olup gün batmaya yüz tutunca, bardaki yerimi alıyordum. Küba göçmeni barmenin yaptığı rengarenk kokteyllerle, o sihirli anın keyfini çıkarıyordum. Alev alev güneşin, lacivert sonsuzluğa dalması şairane görüntüler oluşturuyordu. Kapanan gün perdesinin aralıklarından sızan sarı, turuncu ışıklara dalıp gidiyordum. Sudan çıkan gece beni kucaklıyor, adını daha önce duymadığım uzak adalardaki yabancı koylara götürüyordu. Anlayacağınız akşam yemeğine kadar romantizmin doruklarında dolaşıp duruyordum.Geceyi genellikle iskelenin üstünde karşılıyordum. Bazen denizin üstüne düşen fildişi aydınlığı seyrederken, dalgaların ninnisine kanıp uykuya dalıyordum. Nemli bir ıslaklığın ürpertisiyle uyandığımda, adanın tüm ışıklarını sönmüş buluyordum. Denizin ayarttığı tüm adalılar, günahlarına sarılıp uyumuş oluyorlardı.‘St. Georges's Cave’ adasında, 3 gün yalnızlığın ve başıboşluğun tadını doya doya çıkardım. Bu süre içinde papağan mavisi gökyüzünün altında, ben dünyayı unuttum dünya da beni. Şimdilerde bu küçük adaya sık sık düş yolculuğu yapıyorum. Dünyanın somurtkan yüzüne ancak, o zaman tahammül edebiliyorum.
False