GeriSeyahat İçimdeki darmadağınlık
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İçimdeki darmadağınlık

İçimdeki darmadağınlık

Basketbolde ve voleybolde oyuncuların saha içinde küçük bir daire oluşturup, sıkıca birbirine sarılmalarını ve hey, hey, hey, hey, hey!... diye bağırışlarını seyretmişsinizdir. Motivasyon çemberi yani.

Sahaya çıkmadan önce, maça başlamadan önce, iyi bir hareket yapınca, başarılı bir kurtarıştan hemen sonra, mola sonrası, devre arası… Bu küçük, sıkı, sıcak ve dinamik halkayı sürekli oluşturur, omuz omuza verir, birbirlerine bu derece yakınlaşmanın pozitif enerjisini hisseder ve yaşarlar. Bu motivasyon çemberinde ya o takımın adı: Beeşiktaş! Feener! Galatasaray! v.s. diye yüksek bir ritim ve tempo ile söylenir ya da “Sözzz!” diye bir özel şifre hep bir ağızdan yüksek sesle takrarlanır. Ve bu motivasyon çemberinde aldığınız, duyduğunuz, hissettiğiniz, yaşadığınız “o çok özel an” sahaya dönüp maça başladığınızda bir maç boyu sizi motive eder, canlı tutar. Maça asılmanızı sağlar.

 

Kızılderili şamanları, bir hastayı iyileştirmek için tüm kabileyi hastanın başucunda toplar ve toplu bir ayin yaparlar. Sesli, hareketli ve bol dualı bir ayin. O meydanda kurulan yaşam halkası, bir taraftan halkayı oluşturanların birbiri ile sımsıcak dostluğunu tazelerken, diğer yandan kabilenin hasta olan, yorgun düşen, halsizleşen üyesini ayağa kaldırır. Bir belgeselde, Avusturalya yerlileri Aborjinlerin de şifa amacıyla benzer bir enerji halkasından yararlandığını izlemiştim.

 

Bizler de, yaşam oyununda, maça başlamadan, maç devam ederken, ilk molada, devre arasında, yolun yarısında ve sonrasında… Bu yaşam halkası, bir motivasyon halkası, bir enerji halkası kursak ne olur sanki? O yaşam halkasında toplasak tüm oyuncuları. Bağırsak hep bir ağızdan; Söözzz! diye.

 

Sahaya yayılıyoruz, ölümüne. Dünyaya, işe, maaşa, makama...

 

Ölümüne girişiyoruz, önümüzdeki işlere. Reklama, satışa, pazarlamaya...

 

Bunca işin altından kalkamıyor tabi bu cılız beden. Ve önce akıncı birliklerini yolluyoruz önden. Beyin fırtınaları yapıyoruz. Hayallerimizi yolluyoruz.

 

Estiriyoruz, fikirlerin binbir gece masallarını aratmayan renklerini. Beyin haritaları yapıyoruz. İstişarelerde bulunuyoruz. Danışıyoruz.

 

Sanal bellek yetmiyor tabi bunca işin üstesinden gelmeye. Sonrasında bilgilerimizi yolluyoruz. Bilgi alışverişinde bulunuyoruz.

 

Yetmedi beynimizi, o da yetmedi bedenimizi koyuyoruz ortaya. Ye kürküm ye döneminin altın çağında, “beş para etmezlik” ürpertiyor yüreğimizi. Ve kartvizitlerimizi sürüyoruz sahaya. Hamili kart; ileriiii!

 

Yetmiyor tabi. Hemen tahsilimizi sürüyoruz sahaya. Ben şöö’le şöö’le okullarda okudum. Böö’le böö’le dersler aldım… Şu hocalarla çalıştım. Bu okullardan diploma aldım… Yemiyor tabi insanlar. Kül yutmuyorlar. Mürekkep yalamışlığın geçer akçeliği, Cumhuriyetin ilk yıllarında kaldı. Şimdi başka şeyler arıyor insanlar.

Diplomalar da sahada boyunun ölçüsünü alınca, yaşam maçını kurtarma telaşıyla, son bir hamle yapıp, eş-dost-tanıdık bulma çabasına giriyoruz. Efendim benim amcam ….bilmemne holding’in yönetim kurulu başkanıdır. Dayım Ankara’nın kurt politikacısıdır. Teyzem iş dünyasının akıl hocasıdır filan. Dikkat. Son hamleydi bu. Ya oyuna devam. Ya da tamam.

Devamsa asıl yüreğimizi ortaya koymak, ömrümüzün kalan yarısında da aklımıza gelmiyor hiç. Oynadığımız yaşam oyununda yüreğimizi sürmek sahaya? Pes edip tamamsa, zaten hiç yürekle mürekle iş yapmak hak getire. Unut gitsinleri oynuyoruz.

 

Yaşam oyununda sahaya sürdüğümüz oyuncular aslında biz’in bir parçası. Aklımız, beynimiz, bilgimiz, bedenimiz, görgümüz, tecrübemiz, tahsilimiz, diplomamız, yabancı dilimiz, kabiliyetlerimiz, yeteneklerimiz, sevgimiz, ruhumuz, yüreğimiz’le 12 dev adamı sürüyoruz sahaya. Sürüyoruz da sürmesine. Arada bir o ilk başta bahsettiğim yaşam halkasını kurmak gelmiyor hiç aklımıza.

 

Arada bir, bir vesile ile, bir fırsatını bulup şöyle toplarlayamıyoruz hayatımızın gerçek oyuncularını. Mola! diye bağırıp, ilk fırsatta, devre arasını, maçın sonunu beklemeden, çağıramıyoruz hayatımızın oyuncularını. Şöyle küçük, sıkı, sıcak ve dinamik halkayı oluşturamıyoruz. Sımsıkı sarılamıyoruz. Heyhey’lerimizi üstümüzden atıp; şöyle bir hey, hey, hey, hey, hey çekemiyoruz.

 

Sahaya dağıtıyoruz oyuncuları. Ve bir daha toplarlayamıyoruz. Maçın sonunu belirleyen düdük. Ve hepsinin de boynu bükük. Usulcacık ayrılıyorlar hayatımızdan.

 

Özgeçmişim bin parçaya ayrılmış niteliklerle dolu. Ama o benim öz geçmişim. Nasıl geçtiğini bilemeden. Özümü hissedemeden, özümü tanıyamadan, öze inemeden. Yani açıkçası özgeçmişin en kallavisine sahip olmak için özü tüketeterek oynamışım bu oyunu.

 

Akrabalar, dostlar, komşular, arkadaşlar, takımdaşlar… Ümitler, umutlar… Hayaller, beklentiler… Yetenek ve kabiliyetler… Tecrübe ve deneyimler… Bilgiler, belgeler, sertifikalar… Ve hedefler… Şimdi hayat oyunumun bütün oyuncularını o sımsıcak motivasyon halkasına davet etmemin tam zamanı.

 

Yaşamımın bütün oyuncularını, sımsıkı bağrıma basıp, doyasıya kucaklayıp, öpüp, koklayıp, sevip, okşayıp, her dokunduğumu canımın bir parçası gibi aziz bellemenin tam zamanı.

 

Haydi çağırın lütfen. Sizin de yaşam oyuncularınız dönsünler gittikleri yerlerden. Bıraksınlar birazcık oynadıkları oyunu. Bulsunlar öze dönmenin en kısa en kestirme yolunu.

 

Haydi çağırın. Yüzleşin. Kucaklaşın. Ve haykırın sesinizin en son bam perdesi ile; Söz! Bu bir yaşam çemberidir. Motivasyon ve mutluluk çemberidir. Sevgi çemberidir. Enerji çemberidir. Bu çemberde geçmiş hataları yüze vurma, suçu baskasının üstüne atma, yaptığı yanlışlara bahane bulmalar yoktur. Adı üstünde zaten; yaşam çemberi. Kalite çemberi. Mutluluk çemberi. Haydi girin bu çembere. Sevgiyle birbirinizi kucakladığınızda, hatalar bitecek, yanlışlara son verilecektir zaten, otomatikman.

 

Haydi, çağırın tüm oyuncularınızı. Ve takımınızın gücünün farkına varın. Ve yaşama elbirliği ile devam edin bundan sonra. Artık yetmez mi bölük pörçük oynadığımız? Sesimizin soluğumuzun çıkmadığı, ipe sapa gelmez ayak oyunları ve üç kağıtlar yerine, gerçek bir yaşam oyunu oynamanın vakti gelmedi mi sizce de?

False