GeriSeyahat Hayatı severiz, hep gülümseriz
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Hayatı severiz, hep gülümseriz

Hayatı severiz, hep gülümseriz

Trakya düzlüğüne sereserpe yayılmış, güzel bir kent Kırklareli. Tenhalığın, huzurun şehri. Halkı alçakgönüllü, büyük hırslardan, çekişmelerden, kavgalardan, gürültülerden uzak olmayı; barış içinde yaşamayı özellikle seçmiş. Düzenli, dingin yaşamın mutluluğu onlara yetiyor. Kırklareli için “mutluluğun ili” diyebiliriz. Sokakta yürürken bunu insanların yüzündeki ifadeden, gülümseyen bakışlardan anlayabiliyorsunuz.

Kırklareli, Trakya düzlüğünde bir kent. Çevre, üç yönde düzlüklerin bitimine kadar, büyük bir genişlik ve ferahlık hissi vererek kolayca, hiçbir engele takılmaksızın gözlenebiliyor. Kuzeyde ise, uzaktan uzağa Istranca (Yıldız) Dağları’nın yükseltileri kesiyor önünüzü.

Yazın, yeşilin yaman egemenliği sarmalar sizi. Mayısta oradaydım. Gözüm yeşile doydu, desem yeridir. (Ha, unutmadan söyleyeyim, bu yeşillikte, 1930’lu yıllarda Trakya Bölge Müfettişi olan ve burada ağaç dikimi teşvik eden ünlü Vali Kâzım Dirik’in payı büyük. Özellikle akasyalar onun sayesinde Trakya’da yaygınlaşmış.) Yaz geldiğinde ekinlerin ve ayçiçeklerinin sarartısı usul usul egemen olmaya başlar. İşlenmedik bir karış yeri olmayan Trakya toprakları, bereketli verimlerinin eşiğindedir artık.
Kırklareli nüfusu 70 bine yaklaşan bir kent. Tenhalığı, huzuru seçtiği besbelli. Sokaktaki yüzlerde, çalışanından emeklisine, çocuğundan yaşlısına huzur okunuyor. Her durumda mutlu olmayı, yaşama sevincini hiçbir koşulda ıskalamamayı yaşamlarına temel almış Roman vatandaşlarımız da öyle: Motosiklete binmiş çift ve çocuklarını gözlemek bile yetiyor. Baba, motosikleti kullanırken, kendine güvenin simgesi. Dünyaya hükmeder gibi. Anne, diplerinden koyu kahverengi asıl rengi fışkırmış sarı saçlarını arkaya toplamış, sakız çiğnerken gülümsüyor. Çocuk iri kara gözlerini dünyayı bütünüyle tanımak için dört açmış. Birkaç saniye durakladıktan sonra gazlayıp gidişlerini gözlemek güzel de; bir fotoğraflarını çekememiş olmak kötü. Kırklareli, aydınlık bakışlı, güler yüzlü, mutlulukları yüzlerine yansımış insanların memleketi. Yüzünüze çarpan rüzgâr bile bunu anlatıyor, anımsatıyor.

TREN GİTMİŞ, İSTASYON MAHZUN KALMIŞ
/images/100/0x0/55eb19a9f018fbb8f8ab0ddc

Yanlış ulaşım politikalarıyla geliştirilmeyip feda edilen demiryollarımız, bugün kanayan bir yara. Bunun bir örneğini de Kırklareli’nde görmek mümkün. Bugün, İstanbul - Edirne (ve tabii Avrupa) demiryoluna saplama olarak Babaeski ve Alpullu’ya bağlanan Kırklareli demiryolu çalışmıyor. Fransızlar’ın inşa ettiği istasyon melul mahzun duruyor. Rayları ot basmış. İstasyonun raylarla kaplı geniş alanında Kakava Şenlikleri yapılıyormuş. Bu yıl şenlikler de, tasarruf ve yol yapımı harcamalarına öncelik tanımak amacıyla iptal edilmiş.

Alpullu’ya şeker pancarı da, İstanbul’a ve başka yerlere yolcu da taşınmıyor artık. Verimsizliğin, körlüğün bir kanıtı ve tarihe karşı mahcubiyetin bir anıtı olarak Kırklareli demiryolu ve istasyonu orada öylece susup duruyor...

TARİHTE YÜRÜYÜŞ

Kırklareli’nde tarihle günlük yaşam yan yana, iç içedir. Çarşı içinde ilerlerken önünüze çıkacak müzede geçmişten bize kalanları gözleyebilirsiniz. Vaktiyle Avcı Mehmet gibi bazı padişahların yılın üç dört ayını geçirdikleri bu şehirde yürüdükçe, önünüze bazı tarihi yapıların çıkması ise kaçınılmazdır. Şehrin merkezindeki Hızırbey Külliyesi ise en önemli tarihi yapıları bünyesinde barındırmaktadır: Hızırbey Hamamı, Hızırbey Camisiyle çeşmesi ve Arasta. (Yapılışı: 1383)
Kırklareli merkezindeki bir yüksek noktada ise Kırklar Şehitliği Abidesi yer almaktadır. I. Murat zamanında, 1363 yılında, bu güzel ilimiz Osmanlılar tarafından alınırken şehit olmuş kırk beyin, tarihteki söylenişiyle “Kırk Kimesne(kimse)”nin anısına dikilmiş abide, uzak zamanlardan bırakılmış bir menkıbeyi bize taşıyor.

BU CADDEDE AŞK VAR

İstasyonla Vilayet Meydanı arasında uzanan, ortası çamlarla, çevresi parklarla donatılmış İstasyon Caddesi, Kırklareli’nde yaşamın atardamarı. Sabah, öğle, akşam ve hatta gece bu caddede atıyor şehrin nabzı. Sabahleyin kahvaltı edenler, gün boyu parklarda, kafelerde çay kahve içenler, akşamları bir aşağı bir yukari gidip gelenler ve yine parkların tadını çıkaranlar... Laf aramızda, genç kızların ve delikanlıların birbirlerini seçip beğendikleri, ilk göz göze geldikleri “piyasa yeri” de burası. Toplam 11 parklı şehrin en yeşil bölgesi, insanı çeken ve yaşama sevinçleriyle içini kamaştıran albenisi, aşklara ve aşk evlilikleriyle gelen mutluluklara kapı aralıyor. Uygar ilişkilerin, özgür seçimlerin, baskı ve şiddetten uzak, sevgi sarmalı içinde bir yaşamı nasıl desteklediği burada kolayca gözlenebiliyor.

İstasyondan Vilayet’e doğru yürürken, caddenin sonundaki “karaca üzüm”le ilgili heykel karşılıyor sizi. “Bakkallar satıyor karaca üzüm / Yalvardım yakardım, geçmedi sözüm” diye başlayan ünlü Kırklareli türküsü bu heykelde can bulmuş gibi.
Vilayet’in önündeki meydanda ise şaha kalkmış atıyla Mustafa Kemal ve karşısındaki Zübeyde Hanım büstü birbirine bakıyor.

YAYLA EVLERİ TEHLİKEDE

Kırklareli’deki ilk yerleşim Yayla Mahallesi. Şehrin yüksek kesimindeki mahallenin tarihi birikimi ihmal edilmiş. Binalardan tek tük restore edilenler ve kullanılanlar varsa da, çoğunluğu metruk durumda. Oraya uzanacak, bu ahşap binaların çürüyüp yok olmasını önleyecek bir el gerekli. Çünkü tarih, ancak eserler ve belgelerle gelecek kuşaklara aktarılabilir; yoksa unutulur.
Örneğin eski bir kilise olan ve bir süre öncesine kadar Vali Faik Üstün İlköğretim Okulu olarak kullanılan, ön cephesi mermer bina, bugün harap vaziyette. Çöküp gitmesi mi bekleniyor; anlamak mümkün değil.

Hemen onun yanında vaktiyle Defterdarlık lojmanı olarak kullanılan tarihi ev de yalnızlığını baykuşlara söylüyor. Az ötede, önüne zirai aletler konulmuş, ilginç ahşap işlemeleri bulunan bir başka evin hali ise insana acı veriyor.
Yayla Mahallesi’ndeki evlerden birinde ise ünlü hekim Mahzar Osman Uzman’ın babasının uzunca bir süre oturduğu söyleniyor. Mahzar Osman’ın çocukluğu Kırklareli’nde geçmiş. İlkokulu ve ortaokulu burada okumuş. Babası, burada Ziraat Baknası’nı ilk açan kişiymiş.

Hâsılı, Kırklareli, mutlu insanların özgürce yaşadığı, huzurlu, güzelliklerle donatılmış bir ilimiz. Yurdumuzun kuzeybatı ucunda yer aldığı için sapa bir yer olarak gözükmesin gözünüze. Göze alana yollar vız gelir! Hele İstanbul, üç adım...

YOĞURTLA KÖFTENİN TADINA DOYULMAZ

Bana anlatılanlara bakılırsa, Kırklareli insanı içmeyi biliyor. Rakı ilk tercihi. Birçok yerde içkili restoranlar gözden ırak olmak amacıyla şehir dışındayken, burada şehrin ortasında. İçkili restoranların yoğunlaştığı sokağın adı Kasaplararası. Kasaplararası’na girdiğinizde, havada anason kokusunu duyabilirsiniz.

Orada ya da çarşı içindeki bazı lokantalarda Kırlareli köftesi tatmanız da mümkün. Fazla büyük olmayan bu yuvarlak bu köfteler enfes. Yumuşak, ağızda dağılan köfteler dörder tane olarak servis ediliyor; sekiz tanesi bir porsiyon. Yanında mutlaka Kırklareli yoğurdu yemelisiniz. Az bulunur nefasette bir yoğurt Kırklareli’ninki. Söylenenlere göre, Vehbi Koç, buradan yoğurt getirtirmiş. (Hardaliye de...)

Ben buradaki Küçük Mustafa’da yediğim köftenin tadını zor unuturum. Ünlü şair (benim sevgili şairlerimden) Niyazi Akıncıoğlu ile halk ozanı Vahit Dede (Vahit Lütfü Salcı) aynı yerde bankoda iki tek atanlar arasındaymış. Öğle yemeği olmasa, ben de onların orada olduklarını düşünerek anılarına, güzelliklerine, şiirlerine kadeh kaldırabilirdim.
Şunu da eklemek isterim ki, Kırklareli mutfağı öyle yalnızca köfte, yoğurt filan demek değil. Çok zengin. Birbirinden lezzetli, onlarca yemek var Balkanların kültürünün harman olduğu, Trakya’nın binlerce yıllık birikimine sahip bu ilde.

KIRKLARELİ HARDALİYESİ SARAYA GÖNDERİLİRDİ

Kırklareli’nde bir dönem çok yaygın olan bağcılık sonradan zaafa uğramış ama bugün yeniden canlanıyor. Burası daha önce “Üzüm Şehri” diye anılırmış. Üzüm çeşitleri azımsanmayacak kadar bol; ancak, pamit adı verilen küçük taneli “karaca” üzümü özgün olanı ve en ünlüsü. “Pamit”in ya da başka üzümlerin şırasından yapılan hardaliye ise buraya özgü bir içecek. Şıranın şaraba ya da sirkeye dönüşmesini önlemek amacıyla vişne yaprağıyla birlikte ezilip çatlatılmış hardalla fıçılara basılan az ezik üzümden yapılan bu içecek başka yerde yok. Buraya özgü. Vaktiyle padişahlara gönderildiği ise söylenti değil; gerçek!
Şarabı da ünlü Kırklareli’nin. Pek çok yerde bulabilirsiniz de, gitmişken Kızılcıkdere köyüne uğramanızda bu açıdan yarar olabilir.
False