GeriSeyahat Gezgin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gezgin

Gezgin

Mehmet YAŞİN

Günahkar kent

Brezilya'nın Rio De Janerio kentinde yaşam bir atımlık kahkaha gibi.. Müzik, dans, aşk, seks, soygun ve cinayet içiçe.. Plajlarda sergilenen renkli ve seksi yaşam, tepelerdeki favelalarda yerini hüzün ve gözyaşına terk ediyor.

Bu yolculuk, kışı terk edip, yaza doğru yaptığım üçüncü yolculuktu.. Üç kere mevsim atlamıştım. İlk seferinde, İstanbul soğuktan ve kardan titrerken, ben Vietnam'ın nemli sıcağında terliyordum.. İkincisinde, yine ayaza kesmiş bir havada uçağa binip, gittiğim Dubai'de, Umman sınrındaki çölde, tek kişilik çadırımın gölgesinde, kızgın güneşten saklanmaya çalışıyordum.. Bu yolculuğu da yine mevsim kışa merhaba derken Güney Amerika'ya, yaza 'hoşgeldin' diyen Rio De Janerio'ya yapmıştım.

Amsterdam'dan başlayıp, 11 saatlik bir uçuştan sonra uçak alçalmaya başlayınca, aklıma Rio için yapılan uyarılar gelmişti.. Boynunuzda, kolunuzda kıymetli şeyler taşımayacaktınız, fotoğraf makinanıza dikkat edecektiniz, bir kadından daha güzel ve seksi olan travestilere aldanmayacaktınız.. Hepsi iyi hoştu da, fotoğraf makinalarımı nasıl koruyacaktım?.. Her dakika yanımda taşımak zorunda olduğum makina dolu çanta için, ne gibi önlem alabilirdim ki?..

Pasaport kuyruğunda beklerken, ter damlacıklarının ensemden fışkırıp, sırtımdan bir şelale gibi aşağılara doğru aktığını hissediyordum.. Etrafta ne dönen bir pervane ne de soğuk hava üfleyen bir makine vardı.. Görevli, sayfaları şöyle bir karıştırdıktan sonra giriş damgasını vurmuştu. Rio'da ilk defa ilginç bir uyugulama ile karşılaşmıştım.. Pasaport kontrolünden sonra karşınıza gelen duvardaki düğmeye basıyordunuz.. Eğer ışık yeşil yanarsa, elinizi kolunuzu sallayarak alanı terk ediyordunuz. Eğer ışık kırmızı yanarsa, memurlar tüm bagajlarınızı didik didik arıyordu.. Benim şansıma yeşil yanmıştı..

KUTSAL MÜZİK

Bindiğim taksinin radyosunda Samba çalıyordu.. Daha sonraki günlerde, saat kaç olursa olsun heryerde bu kıvrak müziği dinleyecektim. Jamaika'da Reagie müziği ne kadar kutsalsa, burada da Samba o kadar kutsaldı.. Güneşten, sudan, havadaki oksijenden bile daha önemliydi.. Yazarın dediği gibi, 'Samba, Brezilya halkının kanında dolaşan, sevda ateşini tutuşturan bir ezgi değildi yalnızca.. Yaşamın ta kendisiydi.. Buralılar için sambasız bir yaşam asla düşünülemezdi..'

Tünellere gire çıka, ünlü Copacabana Plajı'nın kıyısındaki Rio Place Oteli'ne vardığımda geceyarısı olmuştu.. Gözalabildiğine uzanan kumsal, karanlık bir örtünün altında uykuya dalmıştı. Odamın penceresinden sadece okyanusun kumsalda patlayan dalgalarının sesini duyabiliyordum. Ertesi sabah uyanır uyanmaz soluğu Copacabana Plajı'nda almıştım. Sabahın erken saati olmasına rağmen kumsal dolmaya başlamıştı. Ve birden, fotoğraflarda gördüğüm kadınlar karşıma çıkmıştı.. O baktıkça içgeçirten, minicik mayolarıyla kumsalda güneşlenen kadınlar.

DİŞ İPİ MAYOLAR

Onların giydikleri avuçiçi kadar küçük, ip kadar ince mayolara, 'filo dental-diş ipi' adını takmışlardı. Neyi ne kadar örttüğü belli olmayan bu 'diş ipi' mayolar, Rio plajlarının vazgeçilmez aksesuarlarıydı.. Sere serpe güneşlenen bu birbirinden güzel kadınların arasında, esmer tenli, sırım gibi, vücudunda bir gram bile yağ olmayan yağız delikanlılar futbol oynuyorlardı. Hepsinin düşünü belli ki 'Pele olmak' süslüyordu. Çünkü, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu Pele, bu plajlarda top oynarken keşfedilmişti. Onlar, topa vururken kum sıçrattıkları kalçalarla hiç ilgilenmiyorlardı.. Anlaşılan kanıksamışlardı..

Kaldırımın üstüne sıralanmış büfeler, sıcaktan bunalanların sığınağı haline gelmişti. Ben vaktimin çoğunu bu sığınaklarda geçiriyordum. En sevdiğim içecekte, buz kovasından çıkartılıp, baş kısmı bir pala darbesi ile uçurulan Hindistancevizinin içinden çıkan tatlı suydu.. Bu büfelerde her türlü tropikal meyveyi bulmak mümkündü: Goyaba, Manga, kaju ve diğerleri..Karnı acıkanlar için de seyyar satıcılar ellerindeki tepside, şişe dizilmiş jumbo karidesleri dolaştırıyorlardı. İlerleyen zamanla birlikte kalabalıkta artıyordu. Beş kilometrelik kumsalda, çıplak gövdelerden oluşan dalgalar, bir o yana bir bu yana salınıp duruyordu.

YOKSULLARIN SIĞINAĞI

Yemyeşil dağların içine doğru uzanan mahallelerdeki evler, ikinci katlarına kadar demir parmaklıklarla kaplıydı. Müstakil evlerin etrafını çevreleyen yüksek duvarların üstüne, cam kırıkları döşenmişti.. Bunlar soygunculara karşı alınmış önlemlerdi. Her mahallenin özel bir koruma teşkilatı vardı. Yoksul halk ise tepelerdeki gecekondularından kenti kuşbakışı seyrediyorlardı. Bu mahallelere 'Favela' deniyordu.. Bu kelime Brezilya'da yoksullukla eşanlamlıydı. Bir kitapta favelalarla ilgili şunlar yazıyordu: 'Nüfusun dörtte biri, toplumsal kumaşın kontrolsüzce yırtılıp, parça parça olduğu, hırsızlığın olağan bir hal aldığı ve etrafı haraca kesen kokain tacirlerinin kahraman addedildiği bu kenar mahallelerde yaşıyor..'

İçimdeki korkuya rağmen, bu mahallelerden birine dalmıştım.. Sokakta sümüklü çocuklar top oynuyorlardı.. Sıvasız kiremit evler, bir kat daha çıkabilmek için açıkta bırakılmış demir filizleri, toplanmayan çöpler, küçük bakkallar.. Bunlar bana hiç yabancı olmayan manzaralardı..

YAŞASIN KARNAVAL

Favelalar karnaval zamanı canlanıyordu. Bir yıl çalışıp, dişlerinden, tırnaklarından artırdıklarını karnaval giysilerine harcıyorlardı. Karnaval günü gelip çattığında, müzik aletlerini yüklenen sırım gibi gençler, birbirinden şuh kızlar, kadın iççamaşırlarını ve file çoraplarını giymiş travestiler yoksul favelayı terk edip, geçit törenlerinin yapılacağı Apoteose'de soluğu alıyorlardı. Artık dört gün boyunca Rio onların oluyordu. Bütün yoksulluklar, acılar, üzüntüler unutuluyordu. Hep bir ağızdan, 'Dört gün de olsa yaşamak güzel' diye başlayan sambaya eşlik ediyorlardı.

Rio'da akşam bir başka alemdi.. Müziğin sonuna kadar açıldığı diskoteklerde, sambanın yanısıra dünyanın en oynak dans müzikleri çalıyordu. Pistte dans eden kadınlar öylesine kendilerinden geçiyorlardı ki, mini eteklerinin kalçalarına doğru sıyrılmasına ve kendilerine şehvet dolu bakış fırlatan erkeklere aldırış bile etmiyorlardı..

GECENİN HAKİMLERİ

Gece sokaklar fahişelere ve travestilere kalıyordu. Kaldırım kahvelerini hep onlar dolduruyorlardı. Bunlardan bir tanesi yanımdaki iskemleye oturup, kendisine bir bira ısmarlamamı istemişti.. Portekizceyle karışık bir İngilizce konuşuyordu.. Hikayesi bildik bir hikaye idi: 19 yaşındaydı, iki çocuğu vardı ve kocası onu terk etmişti.. Şimdi çocuklarının ve kendisinin karnını doyurabilmek için fahşelik yapıyordu.. İstediği ikinci birayı ısmarlamayınca, masadan kalkmış, bir başka yalnız adamın masasına oturmuştu..

Daha sonraki günler, İpenama, Flamingo, Botafogo, Leblon ve Barra plajlarını terk edip, tepelere doğru tırmanmıştım.. Küçük bir trenle, Corcovado Dağı zirvesine çıkmış, 38 metre boyunda ve 145 ton ağırlığındaki İsa heykelinin ayaklarının dibinden Rio'yu kuşbakışı seyretmiştim. Kollarını iki yana açmış olan heykel, sanki, dağın eteklerinde, akla hayale gelmeyecek her türlü günahı işleyen Rioluları kötülüklere karşı koruyordu. Kenti simgeleyen diğer bir yükselti de Şeker Dağı idi. Teleferikle çıktığım bu dağın tepesinden kentin uçurumlarını, dantel gibi sahillerini, plajlardaki çıplak vücutların dalgalanışını, havalanına inip kalkan uçakları, şişik yelkenleriyle süzülüp giden tekneleri tek bir fotoğraf karesinde görebiliyordum.

Rio'da kaldığım süre içinde kimse yolumu kesmedi, makinelerimi almak için boynuma bıçak dayamadı, dolandırmaya kalkışmadı. Aksine hep dostça yaklaştılar, keyiflerini ve hüzünlerini benle paylaşmaktan çekinmediler.. Brezilya'nın bu ünlü kentini de sığınabileceğim limanların arasına yazdım.

False