Yeteneğimizi kullanalım

ŞEYTAN bazen diyor ki: ‘Madem biz metil alkolden sahte rakı; mısır şurubu, glikoz ve enzimden sahte bal; solvent ve madeni yağdan motorin üretecek dehaya sahip bir milletiz, neden AB ile filan uğraşıp duruyoruz. Hayatımızı en başarılı olduğumuz yoldan kazansak daha iyi değil mi?’

Gerçekten iş ahlakımızın aynası olan ticaret tarihimizin sayfaları, altın harflerle yazılmış menkıbelerle (kahramanlık hikayeleriyle) doludur.

Biz, zeytinyağı üreticisi İtalya’ya, zeytinyağı diye motor yağı satabilen; icat ettiğimiz hayali ihracat usulü sayesinde bakır teli altın bilezik diye; çaput kırpıntılarını kıymetli ipek halı diye; kereste ve suntaları mobilya diye ihraç edebilen ticaret dehalarıyız.

Bunu üstelik devletimizi yönetenlerle, kamu görevlileriyle ve yetkilendirilmiş bankalarla ortaklaşa yaparak sadece ticari dehamızı değil, devlet-vatandaş veya kamu sektörü-özel sektör işbirliğinin en güzel örneklerini ortaya koymuş bir toplumuz.

Bazıları zanneder ki ‘Devlet, kamuya ait paranın bir kuruşunun bile hesabını sorar.’

Onu diyenler bu yolla hazineyi ne kadar ustaca soyduğumuzu incelesinler:

Bu halkın ödediği vergilerden yüzlerce/belki binlerce trilyon lirayı haksız şekilde alan (daha doğrusu çalan) binlerce hırsıza bu nedenle bir gün bile hapis cezası verilmediğini (Yahya Demirel olayını örnek göstermeyin) görünce bize hak verirler.

Biz sadece ticari zekamızla değil, bilimin dediklerine, tabiatın kurallarına meydan okuyarak da eşsizliğimizi ispat etmiş insanlarız.

Biz, Çernobil felaketi üzerine tüm dünya gıda maddelerinin radyasyon miktarından endişe ederken ‘Bize bir şey olmaz’ diyerek, yüksek radyasyonlu olduğu için depolanmış 90 bin ton çayı vatandaşımıza içirten milletiz.

Biz, Avrupa’daki mutat müşterilerimizin, aynı şekilde radyasyonlu diye satın almadığı 200 bin ton fındığı okullardaki öğrencilere dağıtıp, akşamcılara, çikolatacı, kurabiyecilere satıp sorunu çözen bir toplumuz.

Nitekim sahte rakıdan sadece 30 kadar insanımız öldü. Eğer dayanıklı olmasak ölü sayısı 30’dan mı ibaret olurdu?

Tarım Bakanı Sami Güçlü’nün -hani rakı haramdır diye sadece rakıyı değil rakı kelimesini de ağzına almayan bakanımız var ya, ondan söz ediyoruz- önceki gün gazetecilere ‘Türkiye’de gıda güvenliği eksiktir deyip kamuoyunu rahatsız etmek doğru olmaz’ dediği dünkü gazetelerde bildiriliyordu.

Sayın Bakan, ‘analizi yapılan 42 bal numunesinden 22’sinin sonucunun olumsuz çıktığını, bu yüzden 4 bin 321 kilogram bala el konulduğunu’ bildirdikten sonra ‘Gıda güvenliği eksiktir demeyin’ demiş.

Oysa Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ülkelerine ihraç ettiği balın ‘doğal bal’ olmadığı ortaya çıkınca AB birkaç ay önce Türkiye’ye bir nota vermiş ve ayrıca gönderilen bal da Türkiye’ye iade edilmişti.

Ve bu sahte bal, ‘Gıda güvenliği eksiktir demeyin’ diyen Tarım Bakanlığı yetkililerinin bilgisi dahilinde iç piyasaya sürülmüştü. Bu işlerin Tarım Bakanlığı’nca nasıl yürütüldüğüne örnek olsun diye belirtelim:

Sahte balı gerçek baldan ayırmak amacıyla, kurulmasına tam 10 yıl önce karar verilen yegane ‘Arıcılık Araştırma Enstitüsü’ bile henüz açıp faaliyete geçirememişler. Merak eden gidip Ordu’da dediğimiz yeri görsün.
Yazarın Tüm Yazıları