Ufuk Sandık

İki yılda otomotivde en önemli referans olduk

31 Ağustos 2005
<B>TÜRKİYE’</B>nin ilk ve tek haftalık otomobil gazetesi Otoyaşam’ın ikinci yaşını doldurmasına çok az zaman kaldı. Bu süre içinde birçok ilke ve birçok başarılı sosyal kampanyaya imza atarken, okuyucuların takdirini toplayan yepyeni bir marka olduk. Otoyaşam gibi haftalık bir gazetenin uzun ömürlü olması birçok nedene bağlıdır. Bunlar arasında en önemlisi gazetenin içeriği ve olaylara bakışıdır. Otoyaşam okuyucunun ihtiyaçlarına cevap veren, onlarla iletişim halinde olan bir gazetedir. Bu yüzden haftada 1.2 milyon okura ulaşır.

EN UYGUN GAZETE OLDUK

Haftada bir kez ana gazeteyle birlikte ücretsiz verilen bir gazetenin yaşaması için ilan geliri şarttır. Bu yüzden gazetenin uzun ömürlü olması için reklamverenlerin de bu gazeteyi benimsesi gereklidir. Otoyaşam, ulaştığı okuyucu sayısı, okuyucu profili açısından değerlendirildiğinde, sadece otomobil firmaları için değil birçok sektör için tüketiciye ulaşmak için en uygun gazetedir.

Bütün bunlar değerlendirildiğinde iki yaşına bir kaç sayı kala Otoyaşam’a başarılı bir gazete demek yanlış olmaz. Türk basın tarihinde, kısa ömürlü onlarca gazete denemesi vardır. Otoyaşam bizim çocuğumuz. Kimse çocuklarını kötülümez. Ama Otoyaşam’ın başarılı olduğunu sadece biz söylemiyoruz. Bağımsız kuruluşlar tarafından yapılan araştırmalarda bu başarıyı kanıtlıyor.

1.2 MİLYON OKURA ULAŞIYOR

Gazetemiz Otoyaşam 98’inci sayısına ulaşırken, BİAK tarafından yapılan araştırmanın sonuçları da elime ulaştı. Buna göre Hürriyet Otoyaşam, her hafta 1.2 milyon okura ulaşıyor. Okurların yüzde 61’i erkek. Aslında bu normal bir sonuç. Ancak Otoyaşam’ın okuyucularının yüzde 31’nin kadın olması, artık otomobilin erkeklerin tekelinde olmadığını gösteriyor. Her hafta 458 bin kadın Otoyaşam’ı takip ediyor.

Hürriyet Otoyaşam okurlarının yüzde 72’si yani büyük bir çoğunluğu 18-44 yaş grubunda bulunuyor. Okurların yaş grubu dağılımına göre yapılan hesaplamada okurların yaş ortalaması 35. Yani Hürriyet Otoyaşam hem kendisi genç hem de okuyucuları genç.

Okurların eğitim dağılımına baktığımızda ise yüzde 72’sinin lise ve üzeri eğitimli olduğu göze çarpıyor. Buna göre 434 bin okur üniversite, 848 bin okur ise lise mezunu. Ayrıca Otoyaşam okurlarının yüzde 52’si AB, yüzde 78’i ise A,B ve C1 olarak tanımlanan yüksek gelir grubunda...

Otoyaşam okurlarının ürün, eşya sahipliği ve hizmet kullanımına bakıldığında ise şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkıyor. Buna göre 865 bin Otoyaşam okurunun kendine ait evi var. 496 bin okurun otomobili, 991 bin okurun cep telefonu var. Otoyaşam okurlarından 537 bini internet kullanıyor, 673 bin tasarruf yapıyor, 453 bini sigorta sahibi, 764 bininin kredi kartı var. Otoyaşam okurları aynı zamanda eğlenceyi ve tatili de seviyor. Son 1 yıl içinde 583 bin otoyaşam okuru tatile çıkmış. Tatile çıkanların yüzde 20’si yurtdışını tercih etmiş.

Trafikte Alman dersi

Geçen hafta Jetta’nın test sürüşü için Berlin’deydim. Berlin’i Dresden’e bağlayan otoyolda bir kazayla karşılaştık. Polonya’ya giden bir otobüste çıkan yangın sonucu otoyolda trafik kilitlendi. Yaklaşık 45 dakikalık bu tıkanıklık sırasında Almanlardan önemli bir trafik ve insanlık dersi aldık.

Kazanın olduğu noktaya yaklaşırken, navigasyon sisteminden sesli bir mesaj bizi uyardı. Trafiğin kilitlendiğini ve dikkatli sürüş yapmamız gerektiğini söylüyordu. Ayağımızı gazdan çekerek, dikkatli bir şekilde yavaşladık. Böylece ani bir frenle yaratacağımız tehlikeyi önlemiş olduk.

Yaklaşık 45 dakika yolun trafiğe açılmasını bekledik. Bu süre içinde hiçbir araç şeridinden çıkmadı. Açıkgözlük yapıp emniyet şeridini kullanmadı. Bu manzarayı görünce aynı durum İstanbul’da yaşansaydı ne olurdu diye düşündüm. Büyük ihtimalle açıkgözlüler emniyet şeridine geçip, kurtarma araçlarının olay yerine ulaşmasını engellerdi. Ya da iki şeritli yol bir anda dört şeride çıkardı. Birçok sürücü, araçların arasındaki boşlukları, bir yere gidemeyeceklerini bilmelerine rağmen doldururdu. Bütün bunlar sonucunda, normalde 30-45 dakika içinde açılacak yol, saatlerce açılmazdı.

Sonuçta hayatı zorlaştırıyor gibi görünen trafik kuralları, aslında hayatı kolaylaştırıyor. Bizler ise kuralları hiçe sayarak ya da esneterek, yaşamı çekilmez hale getiriyoruz.
Yazının Devamını Oku

Sol şeritte başıboş lastikle yarış

24 Ağustos 2005
Yolda bir anda önünüze kamyonet lastiği fırlarsa ne yaparsınız? Yapılacak şeyler sınırlıdır ve saniyeler içinde karar vermeniz gerekir. 1. Ani fren yapabilirsizin. Ancak arkanızdaki aracın mesafesini ve size çarpma riskini hesaba katmanız gerekir.

2. Yan şeride geçebilirsiniz. Bunu eğer yanda bir başka araç yoksa yapabilirsiniz.

3. Gaza basıp tehlikeden kurtulabilirsiniz. Ama bunun için de lastiğin hızını ve yuvarlanış yönünü hesaplamanız gerekir. Aksi taktirde tehlikeden kaçıp kurtulayım derken, lastiği jantıyla birlikte altınıza alabilirsiniz.

Geçen hafta test sürüşü yaptığım yeni Ford Mondeo’nun direksiyonunda bu olay başıma geldi. Otoyolda gazeteye gelirken, 200 metre ileride bir anda trafik karıştı. Otomobiller ani fren yapıp, şerit değiştirdiler. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, araçların arasından bir kamyonetten kopup fırlayan bir lastik sol şeride doğru yuvarlanmaya başladığını gördüm. Lastik zincirini koparmış vahşi bir hayvan gibi üsteme doğru geliyordu. Bu tehlikeden kimseye zarar vermeden nasıl kurtulurum diye düşünürken, gaza basıp hızlanmaya karar verdim. Çünkü arkamda beni yakın takip eden bir otomobil vardı. Ani bir frende, bana çarpması kaçınılmazdı. Yan şeritte ise benimle aynı çizgide bir otomobil gördüm. Bu yüzden yan şeride geçmem mümkün değildi. Lastiğin yuvarlanış yönünü ve hızını gördükten sonra, gaza basmaya karar verdim. En azından lastik bana çarpmadan önce oradan uzaklaşabilirdim. Gaza bastım, Mondeo öne doğru fırladı. Ancak lastik düşündüğümden daha hızlıydı. Çarpışmanın kaçınılmaz olduğunu fark ettim. Fakat hızlanmam işe yaradı. Lastik otomobile önden çarpmadı, yani aracın altına girmedi. Ön kapıya çarparak, hız kesti ve orta refüje doğru yönlendi.

Direksiyondayken, her türlü tehlikeye karşı dikkatli olmalısınız. Tehlikenin nereden nasıl geleceği belli olmuyor. Burası Türkiye, trafikte iyi araç kullanmak, kurallara uymak yeterli değil.

F1’in neyi eksik tuzu mu ruhu mu

Geçen hafta sonu Türkiye’de bir ilk gerçekleşti. Dünyanın en çok izlenen motorsporları organizasyonu Formula 1 Türkiye Grand Prix’i İstanbul’da gerçekleşti. Dünyanın en hızlı pilotları İstanbul Park Pisti’nde şampiyonluk mücadelesi verirken, dünya İstanbul’u izledi. Formula 1’de emeği geçen herkese teşekkürler.

Ancak geçen hafta Formula 1 start almadan, bir tartışma başladı: ‘İstanbul’da Formula 1 ruhu eksik. Formula 1 coşkusu yok’. Sözü edilen ‘tuz ruhu’ gibi bir şey midir bilemem ama, Formula 1 coşkusunun sokaklara inmesi için Türkiye’de motorsporları kültürünün yaygınlaşmasını sağlamak lazım. Formula 1’in İstanbul’da yapılması, herkesin bu heyecanı coşkuyla yaşaması için yeterli değil. Futbolla yatıp kalkan bir ülkenin vatandaşlarından sokağa dökülmelerini beklemek doğru değil. Herşeyden önce Türkiye’de motorsporları kültürü yok. Motorsporlarını spordan saymıyorlar. Türkiye’de yapılan diğer motorsporları organizasyonlarını takip edenlerin sayısına bakmak yeterli. Ancak, herşeye rağmen F1 büyük ilgi gördü. 100 bini aşkın seyirci İstanbul Park’a gelerek, bu heyecanı yerinde yaşadı.

Bu arada medya da Formula 1’i sevdi. Aylardır Formula 1’le ilgili haberler yapan Otoyaşam ekibi olarak ulusal medyanın politika, ekonomi ve futbol dışında Formula 1’e olan ilgisini taktir ve şaşkınlıkla karşıladık. Her ne kadar bu ilgi yarış günleriyle sınırlı da olsa F1’e olan ilgi sevindiriciydi. Medyamız Formula 1’in başta Türkiye tanıtımı için ne denli önemli olduğunu keşfetti. Bu tür organizasyonların Türkiye’de yapılabileceğini, bu organizasyonların insanları birbirine bağlayan, sevgi ve saygı içinde birlikte hareket edebileceğini gösteren özelliğini de gördü. Hepiniz Formula 1’e hoş geldiniz...
Yazının Devamını Oku

Ulaştırma Bakanı Yıldırım’dan hata yapanı uyarmaya devam mesajı

17 Ağustos 2005
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım aradı. Ufuk, ‘Benim yüzümden dayak yiyormuşsun’ diye söze girdi. Bilmeyenler için kısa bir hatırlatma yapayım. Geçtiğimiz haftalarda Temsa, Petrol Ofisi ve Otoyaşam olarak ‘Emniyet Kemeri Hayat Standardıdır’ projesini hayata geçirmiş ve bir basın toplantısı düzenlemiştik. Bu toplantıya katılıp projeye destek veren Bakan Yıldırım, yaptığı konuşmada İsveç’ten örnekler vermiş ve bütün İsveçlilerin polis gibi çalıştıklarını, trafikte yanlış davrananları uyardıklarını ve polise şikayet ettiklerini söylemişti. Ben de Bakanın sözünü dinleyip girilmez levhası olduğu halde yola girmeye çalışan ve bu yüzden trafiği kilitleyen bir sürücüyü uyarma gafletinde bulunmuştum. Başımdan geçenleri de bu köşede sizlerle paylaşmıştım. Yazıyı okuyan Bakan Yıldırım, geçmiş olsun demek için aramış.

Trafikte yaşanılanlar karşısında sessiz kalmamak gerektiğini söyleyen Yıldırım, yılmadan mücadele etmenin önemine değindi. Hatalı araç kullanan sürücülerin, sadece kendi hayatlarını değil, başka insanların hayatlarını da tehlikeye attıklarını ifade eden Yıldırım, aslında yapılan uyarının kendi canımızı korumaya yönelik bir davranış olduğunu kaydetti.

Sessiz kaldıkça, birşeylerin düzelmesini beklemek anlamsız. Çünkü trafikte yaşadığımız kaosun düzelmesi için sihirli bir değnek yok. Bunun için mücadele etmek gerekli. Sinirleri germeden, hata yapanları uyarmaya devam...

Emniyet şeridine girene kornalı protesto sürüyor

Daha önce bu köşede emniyet şeridini kullanarak, trafik kurallarını ihlal edenlere karşı sürücülerin gösterdiği kornalı protestodan söz etmiştim. TEM otoyolunu Boğaziçi Köprüsü’nün girişine bağlayan yol üzerinde bulunan tünelde kendi şeritlerinde yavaş yavaş ilerleyen sürücüler, açıkgözlülük yapan ve emniyet şeridine girenlere korna çalarak tepki gösteriyordu. Bu protesto olayı hala devam ediyormuş. Geçenlerde yolu buraya düşen bir gazeteci arkadaşım, bu protestoya şahit olmuş. Bu protestolar yaygınlaştıkça ve devam ettikçe, yani bizler susmayıp tepki gösterdikçe, trafikte birşeylerin düzelme şansı var.
Yazının Devamını Oku

Bakanın sözünü dinledim az kalsın dayak yiyordum

10 Ağustos 2005
Geçen hafta Petrol Ofisi ve Temsa ile birlikte geliştirdiğimiz ‘Emniyet Kemeri Hayat Standardıdır’ adlı sosyal sorumluluk projesinin tanıtım toplantısına Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da katıldı. Projeye inanan ve destek veren Bakan Yıldırım, toplantıda bir süre kaldığı İsveç’ten örnekler verdi. Bakan, İsveç’te 8.5 milyon insanın trafik polisi gibi çalıştığını, trafikte hatalı davranışlara tepki gösterdiğini ve polise bildirdiğini söyledi.

Toplantıdan çıktıktan sonra biraz da Bakan Yıldırım’ın gazına gelip, hatalı davranışları gözlemeye başladım. Türkiye’de trafikte hata görmek için çok beklemek gerekmiyor. Kısa bir süre içinde, ticari bir aracın girilmez bir yola girmeye çalıştığını gördüm. Ticari araç sürücüsü, bu ısrarından dolayı akmakta olan trafiği de kilitliyordu. Tam bu sırada iki trafik polisi otosu, önümüzden geçti. Trafiği engelleyen aracı görmelerine rağmen yollarına devam ettiler. Bu sırada Bakan Yıldırım’ın sözleri aklıma geldi: ‘İsveç’te herkes trafik polisi gibi çalışıyor. Trafikte hatalı davranışlara tepki gösterip uyarıyor.’ Ben de kendimi alamadım ve ticari araç sürücüsünü uyardım: ‘Yanlış yapıyorsun, girilmez işaretini görmüyor musun?’.

Bu sözler ağzımdan çıkar çıkmaz asıl yanlışı benim yaptığımı anladım. Çünkü sürücü zaten o yolun girilmez olduğunu biliyordu. Trafik polisi bile sürücüyü uyarmamıştı. Bana ne oluyordu? Ben kimdim ki? Yolun ortasında durdu, camını açıp nazik olmayan bir iki kelime söyledi. Duymamazlığa geldim, yoluma devam ettim. Israrlı olmam halinde ne olacağını tahmin ediyordum. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın sözünü dinledim. Az kalsın dayak yiyordum.

Uyarıyı küfür olarak algılıyorlar

Kısa bir süre önce yaşadığım bu olayı Ekonomi Müdürümüz Vahap Munyar’a anlattım. Munyar, olayı ucuz atlattığımı, yaşanmış bir örnekle ortaya koydu. Benim başıma gelen, geçenlerde Turizm Yatırımcıları Derneği eski Başkanı Tavit Köletavitoğlu’nun başına gelmiş.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın sözlerinden mi yola çıkmış bilmiyorum, ama trafikte birisini uyarma gafletinde bulunmuş. Ters yola giren bir aracın sürücüsünü uyaran Köletavitoğlu, sürücünün gazabına uğramış ve hastanelik olmuş. Bu yüzden konuşmacı olarak katılacağı Van’daki bir toplantıya gidememiş. Köletavitoğlu’na geçmiş olsun diliyorum.

Sonuçta, trafikte hata yapanı sözle uyarmak tehlikeli. Çünkü birçok sürücü uyarıyı küfür olarak görüyor. Sanırım ‘Sapkınlık insanın kendi beyninde’ sözü bunu doğruluyor. Bunu yapanlar başkaları hata yaptığında ana avrat küfür ettikleri için, bir başkasının ‘yanlış yapıyorsun’ uyarısını kendilerine küfür edilmiş olarak görüyorlar. Aman dikkat!
Yazının Devamını Oku

Benzin yurtsever ya otomobil...

3 Ağustos 2005
Petrol Ofisi’nin yeni ürünü Yurtsever Benzin ‘BioBenzin’ için hazırlanan reklam filmi gösterime girdi. Yönetmenliğini Sinan Çetin’in üstlendiği Biobenzin reklam filminde rol alan oyuncular, civar köylerde yaşayan köylülerden seçildi. İki amatör oyuncunun rol aldığı reklam filmi, Petrol Ofisi’nin BioBenzin projesi ile Türkiye ekonomisine, tarım sektörüne, çevreye ve tüketicisine sağladığı katma değerleri anlatmayı hedefliyor. Reklam filminde rol alan başka bir oyuncu ise 2005 model, kırmızı Corvette C5 otomobil... Filmdeki diyalogda, baba otomobilin parasını nereden bulduğunu sorduğunda, oğlu babasına yurtsever benzini anlatıyor. Biobenzin’in ülkenin yurtdışına bağımlılığını azalttığını söylüyor. Buraya kadar herşey güzel. Ama ben Amerikan Corvette takıldım. Filmde BioBenzin’le ülkenin yurtdışına bağımlılığının azaldığı söylenirken, fiyatı yaklaşık 130 bin Euro olan ithal Corvette’nin filmde rol almasını anlayamadım. Filmi yapanların, Türkiye’de üretilen yerli otomobillerden birini kullanması daha anlamlı ve etkili olurdu.

Başbakan uçakla dolaşıyor yolların durumunu görmüyor

Türkiye’nin ilk ve tek haftalık otomobil gazetesi Otoyaşam okuru Dr. Deniz Çakcı, geçen hafta karayollarının içler acısı haliyle ilgili yazdığım yazıyı okuduktan sonra, kendi görüşlerini bizlerle paylaşmış. Ankara-Bursa-Balıkesir-Ayvalık-İzmir-Uşak-Afyon güzergahında bir tatil yolculuğundan dönen Çakcı’nın karayollarında yaşadıkları ibret verici. Umarım, yurtiçi gezilerine uçak veya helikopterle giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu eleştirileri okur ve karayollarının halini bu şekilde görür. Okurumuzun yazısı şöyle: ‘Karayollarının durumuna bakarsanız sadece güneye değil, hiçbir yere otomobille gitmemek gerek. Bu derece ilkel, bu derece düşüncesiz ve de saygısız bir yol yapım çalışması olmaz, olamaz. Daha yapılalı bir ay olmamış yerler eskisinden beter halde. Sıcak zift döken bir aracın arkasında yola çakıl ve kırma taş boca eden bir zihniyet. Sıkıştırmayı trafikteki araçlar gerçekleştirsin diye düşünülmüş. Tabii dökülen taşlar her geçen araçla kurşun gibi çevreye sıçrıyor, fırlıyor. Benim bilançom: Kırık ön cam, kırık sol far, bir sürü çizik ve göçük. Sadece Sarımsaklı ile Altınova arasındaki kısa mesafede 10 dakika içinde camları kırılmış, yolun kenarına çekilmiş onlarca araç gördüm. Daha yapılmadan bozulan, eziyet mekanları haline gelen bu yol yapım anlayışının suçluları kim? Ayvalık-İzmir güzergahında birkaç araç da takla attı, ölümlü kazalar oldu. Bu kazaları sadece aşırı hıza bağlamak doğru mu? Gevşek zeminin ve mıcırın hiç mi suçu yok? Ulaşımın, turizmin ve tarımsal üretimin taşınmasının tepe noktasında olduğu bu dönemde yolun kenarına azami sürat 30 km tabelası asılarak sorumluluktan kaçınılabilir mi?’
Yazının Devamını Oku

Dizel otomobil sahipleri sözüm size...

27 Temmuz 2005
Türkiye’de dizel otomobillere olan ilgi her geçen gün artıyor. Düne kadar yüzde 3’lerde olan dizel otomobillerin pazar payı, bugün yüzde 30’ları zorluyor. Dizel otomobillerin pazar payının artması, motorin satışlarını da etkiliyor. 2005 yılında motorinin toplam akaryakıt pazarından aldığı payda da ciddi bir artış görülüyor. Buraya kadar herşey normal. Ancak, dizel otomobillerin sayısındaki artışla birlikte, akaryakıt istasyonlarında dizel otomobillere, motorin yerine yanlışlıkla benzin doldurma olayları da sıkça görülmeye başladı. Bu hataların yaşanmasının nedenleri arasında dizel otomobillerin deposuna, benzin tabancasının girebilmesi. Ancak, motorin tabancası ise benzinle çalışan otomobillerin deposuna uyumlu değil. Dolayısıyla, pompacılar yanlışlıkla motorin yerine benzin doldurabiliyorlar. Tüm akaryakıt istasyonlarında, bu tür yanlışlıkları önlemek için çalışanların eğitimine yönelik çalışmalar yapılıyor. Ancak, bu tür hataları sıfırlamak mümkün olmuyor. Bu yüzden istasyonlarda bu tür hatalardan kaynaklanan zararı karşılamak için sigorta yapılıyor. Bu sigorta deposuna yanlışlıkla benzin doldurulan otomobil sahibinin zararını karşılıyor. Ancak, zararın karşılanması deposuna yanlışlıkla benzin doldurulmuş otomobil sahibinin mağduriyetini önlemeye yetmiyor.

Depoya yanlışlıkla benzin dolarsa

Dizel otomobilinizin deposuna yanlışlıkla motorin yerine benzin doldurulursa yapılacak ilk iş panik yapmamak. Yanlışlığı motoru çalıştırmadan fark ederseniz şanslısınız ve işiniz daha kolay. Çünkü, depodaki benzini şamandıranın bulunduğu bağlantı borusundan boşaltmak, ardından 2-3 litre motorin koyup, sonra tekrar boşaltma işlemi yaparak depoyu temizlemek mümkün. Ancak motor, depoya benzin koyulduğu fark edilmeden çalıştırılır ve benzin motora ulaşırsa, o zaman motoru da temizlemek gerekiyor. Aracı tekrar çalıştırmak için harcanan zaman ve para artıyor. Böyle bir durumla karşılaşmamak için, pompacıya aracın dizel olduğunu üzerine basa basa söylemek gerekiyor. Hatta, pompacının doğru pompayı alıp almadığını izlemek en iyi yöntem.

Afrika yolları mı yoksa bizimkiler mi daha kötü

Beyin kilometresini sıfırlamak için çıktığım tatilde, otomobille güneye doğru yaklaşık 2 bin kilometre yapıp, tekrar geri döndüm. İstanbul’dan güneye inen otoyollar ve yapılmakta olan duble yolların neredeyse tamamından geçtim. Yolların halini görünce aklıma yıllar önce Toyota’nın Adapazarı fabrikasında üreteceği modelin, Türkiye’deki yollara uygun hale getirilmesi için çalışmalar yapan mühendislerin sözleri geldi. Toyota mühendisleri, dünyadaki tüm yolları inceleyip, o ülkenin şartlarına göre otomobillerin amortisör ve süspansiyonlarında değişiklikler yapıyordu. O tarihte Türkiye’yi de dolaşan Toyota mühendisleri, Türkiye yollarını Afrika yollarıyla karşılaştırmışlardı. Aradan geçen 10 yıla rağmen, yollarda değişen hiçbir şey olmamış. Yeni yapılan duble yolların malzeme kalitesi, eski yolların ise durumu hala içler acısı. Yolculuk sonrasında sürücü ve yolcular, asfaltın sesinden ve bozuk yolun sarsıntısından, dayak yemiş gibi oluyorlar. Bu durum, sürücüyü yorduğu gibi dikkatini de dağıtıyor. Trafik kazalarına ortam hazırlıyor. Kazasız belasız eve döndükten sonra, bir daha otomobille güneye seyahat etmemeye yemin ettim.
Yazının Devamını Oku

Ortak lisan ‘trafik işaretleri’ni anlamıyoruz

13 Temmuz 2005
Bu köşeden her hafta otomotiv sektöründeki gelişmelerin yanı sıra, trafikle ilgili düşüncelerimi de sizlerle paylaşıyorum. Bu hafta trafikle ilgili bir şey yazmayacağım düşüncesiyle bilgisayarın başına oturdum, ama geçtiğimiz günlerde trafikte yaşadıklarım ya da gördüklerimi hatırlayınca kendime engel olamadım. Anlaşılacağı gibi, bu hafta da trafikle ilgili bir yazı bekliyor sizi...

Öncelikle, trafikte yaşanan sorunları aslında bizler yaratıyoruz. Çünkü değişimi ve saygıyı başkalarından bekliyoruz. Bu yüzden trafikte kısa dönemde bir şeylerin değişmesi mümkün gibi görünmüyor. Ancak, bir iki nesil sonrasında, bugünün küçüklerinin yetişkin olduğu zaman trafikte bir şeylerin değişeceğini düşünüyorum.

Her neyse asıl konuya geleyim... Trafik işaretleri; dünyada trafik kurallarına uyulmasını sağlamak ve ortak bir lisan yaratmak için oluşturulmuş. Hangi ülkede olursanız olun, o ülkenin lisanını bilmeseniz bile trafik işaretleri size ne yapmanız gerektiğini söyler.

Ancak Türkiye’de bu ortak lisan yeterince bilinmiyor. Ehliyet alırken öğrendiğimiz trafik işaretlerinin anlamlarını bir süre sonra unutuyoruz. ‘Tali yol’, ‘yol ver’, ‘hemzemin geçit’, ‘sollama yapma’, ‘daralan yol’, bu işaretlerin anlamları tüm dünyadaki sürücüler tarafından bilinir ve uygulanırken, bizler için bir anlam ifade etmiyor.

Bana göre trafik işaretlerine uyulmamasının nedenlerinden biri vurdumduymazlık. İkincisi ise trafik işaretlerinin ne anlama geldiğini bilmememiz, unutmamız. Bu yüzden bir önerim var. Trafik tabelalarının uygun olan yerlerine, bu işaretlerinin ne anlama geldiğini yazalım. Buna benzer bazı örnekler yurtdışında var. Bütün trafik işaretleri değil, ama bazılarında ne anlama geldiğine dair uyarı yazıları bulunuyor.

Aslında zor bir iş... Bütün işaretlerin yenilenmesi, hem yüksek maliyetler hem de zaman açısından kolay değil. Ama, en azından trafik işaretinin ne anlama geldiğini bilmeyen sürücüler direkt olarak yazıyı okurlar ve bu uygulamayla birlikte trafik işaretlerine daha fazla uyarlar. Belki birçok kişi için gerçekçi ya da işe yarar gibi görünmeyebilir, ama en azından değerlendirilmesi gereken bir öneri... Ben umudumu kaybetmedim. Trafikte hala bir şeyler yapılabilir.

Kilometreyi sıfırlamak gerek

Her otomobil belirli dönemlerde periyodik bakıma ihtiyaç duyar. Değişmesi gereken parçalar değişir, ilk hali gibi olmasa da yenilenir, ‘gıcır gıcır’ olur. Kilometrelerin yorgunluğunu üzerinden atar, yeni kilometrelere hazır hale gelirler. Kısa bir süre olsa da, benim de bakım yaptırmaya ve tatile çıkmaya ihtiyacım var. Kilometreyi sıfırlamak mümkün değil ama, tazelenmek, yenilenmek ve beyni sıfırlamak mümkün. Kısa bir süre sonra ‘gıcır gıcır’ bir şekilde görüşmek üzere...
Yazının Devamını Oku

Türkler çocuklarını sev-er-mez

6 Temmuz 2005
Trafikte, yeni doğmuş bebekleri ve çocuklarını ön koltukta kucaklarına alan anne ve babaları gördüğümde şu soruyu sormak istiyorum: ‘Çocuklarınızı seviyor musunuz?’ Hatta birkaç defa yavaşlayan trafikte, camı açıp sordum, sonrasında pişmanlık duyarak... Verdikleri tepkili yanıtlar aşağı yukarı birbirine benzerdi: ‘Ne diyorsun sen, manyak mısın? İşine git. İnmeyeyim aşağı’. Amacım onları sinirlendirmek değil. Sadece yapılan yanlışı, kendilerinin görmelerini sağlamaktı. Çocuklarını kucaklarına alarak, onların hayatlarıyla oynadıklarına dikkat çekmekti.

Tabii bu soruyu trafikte değil de, normal bir ortamda sormuş olsaydım. Yanıtları büyük ihtimalle: ‘Seviyoruz. Hem de çok. Hayatımızı bile feda ederiz’ olacaktı.

Ama bana göre bu sevgi sadece sözde kalıyor. Sevseler, otomobilin ön koltuğunda onları kucaklarına almazlar. Ön koltuğa oturmalarına izin vermez, arka koltukta emniyet kemeri takarak oturmalarını söylerler. Ama ne yazık ki, böyle değil. Henüz yeni doğmuş bebekleri anneler kucaklarına alıyorlar. Emniyet kemeri taktıkları için kendilerini güvende yolculuk yaparken, ani bir fren halinde bebeğin kafasının cama vurup yaralanacağını ya da hayatını kaybedeceğini bilmiyorlar. Ya da umursamıyorlar. Bu cinayete teşebbüsten başka bir şey değil. Eğer bu anne babalar gerçekten çocuklarını sevseler, böyle manzaralar görmezdik sanırım. Canlarından çok sevdiklerini söyledikleri çocuklarını 12 yaşına gelene kadar, güvenli çocuk koltuğunda seyahat ettirirlerdi.

OTOYOLUN ORTASINDA BİR AİLE

Bu konuyla bağlantılı bir şey daha var. Geçenlerde TEM otoyolunda bir ailenin karşıdan karşıya geçmeye çalıştığını gördüm. Baba çocuklardan birini omuzlarına almış, diğer çocuk ise annenin elinden tutuyordu. Aile, yolun ortasına kadar gelmeyi başarmışlar. Refüje tırmanmaya çalışıyorlardı. Zoru başarmışlardı, çünkü saatte 120 kilometre hızla giden araçların arasından geçebilmişlerdi. Ama önlerinde hala aşmaları gereken önemli bir engel vardı. Hafta sonu çocuklarıyla iyi vakit geçirmeyi düşünen bu anne babaya diyecek lafım yok. Kim bu anne ve babanın çocuklarını çok sevdiklerini söyleyebilir. Şansları iyi olmasaydı, gazete sayfalarında haberlerini okurduk...

Satışlar düşüyor, otomotivciler ticarilerle vites büyütüyor

Otomotivciler, ilk 5 ayda pazarın daralmasına rağmen, yılın tamamı için pazar büyüklüğü tahminlerini revize ettiler. 2004 yılı sonunda yaptıkları pazar tahminlerinde, 2005 yılında 650 bin adetlik satış öngören otomotivciler, 5 ay sonunda satış tahminlerini 750 bin adete çıkardılar. Otomotivcilerin vites büyütmelerine rağmen, yıl sonunda pazarda bir patlama yaşanması beklenmiyor. Pazar yıl sonunu, 2004’e benzer bir büyümeyle kapatacak.

Çünkü, ilk 5 aylık rakamlara göre, pazarda bir daralma yaşanıyor. Bu daralma ilk 5 ayda yüzde 15.8 gerçekleşti. Otomobil satışlarında yüzde 26.5’lik bir düşüş yaşanırken, ticari araç satışlarındaki artış yüzde 1’de kaldı. Yani otomobil satışları geçen yıla göre gerilerken, hafif ticari satışları ağırlıklı olmak üzere ticari araç satışlarında bir yükselme var. Zaten toplam pazardaki 100 bin adetlik artış beklentisinin, büyük bir kısmı ticari araçlara olan talepten kaynaklanıyor.

Yıl sonunda otomotivcilerin, az ya da çok hedefledikleri büyüklüklere ulaşacaklar gibi gözüküyor. Ancak, herkesin beklentisi, ani iniş ve çıkışların yaşanmadığı, istikrarlı ve dengeli bir pazara sahip olmak.
Yazının Devamını Oku