Sema Denker

Gerçek oyuncu TV ile ilişkilerini sınırlamalı

15 Ekim 2004
Herkesin peşinde olduğu ve tam üç yıldır kimseyle görüşmeyen Zuhal Olcay, suskunluğunu Kelebek’le bozdu. ‘Oyunculuğa gönül koymuş insanların, televizyonla ilişkilerini çok sınırlı ve çok dikkatli kullanmaları gerekir’ diyen ünlü sanatçı, eşi Haluk Bilginer’le fırtınalı günler geçirmesine rağmen, oldukça keyifli ve neşeli. Genç kuşak oyunculardan Kenan İmirzalıoğlu’nu çok beğendiğini söyleyen Zuhal Olcay, Özcan Deniz’i ise ‘Popüler kültürün yeteneği’ olarak değerlendirdi.

Uzun zamandır sizden haber alamıyoruz. Neredesiniz, neler yapıyorsunuz?

Aslında hep ortalardayım. Ama uzun zamandır sinema, tiyatro, dizi film yapmıyorum. Dizi yapmayışımın en büyük nedeni de iyi bir proje yakalayamamak! Ancak çok yakında bir sinema filmine başlayacağım. Kutlu Ataman’la ‘Palto’ projesinde üç yıl aradan sonra kamera karşısına geçeceğim. Bununla birlikte beni çok heyecanlandıran birkaç proje daha var. Zamanı geldiğinde bu projeleri ilk size açıklarım, söz...

- Bu arada yeni albüm çalışmanız da başladı...

Biliyorsunuz üç yıl önce ‘Başucu Şarkıları’nı yapmıştım. Şimdi yine Bülent Ortaçgil’le beraber ‘Başucu Şarkıları- 2’nin hazırlıklarına başladık. Şarkı seçmelerini yapıyoruz şimdilerde... Birkaç ay içinde stüdyoya girmiş olacağız. Herhalde kış ayında da piyasaya çıkarmış oluruz. Birol Ağırbaş, Baki Duyarlar, Erkan Oğur, Bülent Ortaçgil... Bunlar gerçekten müzik dünyasının çok değerli isimleri. Tiraj anlamında da bu prodüksiyonun çok iyi bir başarı elde edeceğini düşünüyorum.

60 BÖLÜMLÜK DİZİ OYUNCUYU BİTİRİR

- Televizyonlardaki dizileri takip ediyor musunuz?

İnanın takip edemiyorum. Tabii ki tek tük baktıklarım oluyor. Bakın bir kere televizyonu sanat olarak görebilir miyiz, bu ciddi bir soru işareti. Televizyonda sanat ne kadar yapılabilir? Bir sinema filmine verilen emek, çalışma, düşünce, senaryo gibi A’dan Z’ye her şeyin bir TV dizisinde gerçekleşmesi çok çok zor. Aslında Türkiye için çok zor. Mesela BBC’de çok güzel diziler görüyorum. Ama 6 bölüm çekiyorlar ya da 4 bölüm ve o bölümlerde de dünya sinemasından çok önemli isimlerini oynatıyorlar. Ben böyle işlerin çok hasretini çekiyorum.

- İyi diziler de var ama...

Tabii ki kendi ülkemizin şartlarında yapılan iyi işler de var. Ben televizyonun çok önemli bir eğitim aracı olduğunu düşünüyorum. Yine çok güzel, dramatolojisi, oyuncusu, yönetmeni, senaryosu sağlam işler yaparak da halkın beğenisini yukarı çekmek gerek. Tek sorun eldeki gücü iyi kullanmakta.

- Yani siz bir dizi en fazla 6 bölüm olmalı, 60 değil demek istiyorsunuz...

60 bölüm yayınlanan bir dizi var mı Allah aşkına! İnsanlar bir şekilde eğlendirilmek, avutulmak zorunda. Televizyon da bunu en iyi yapabilecek araç. Ama bir taraftan insanları avutulurken, diğer yandan her anlamda beğeniyi, sanatsal anlamda estetiği biraz yukarı çekmek gerek. Her hafta bir şeyler üretmek çok zor. Cepte ne varsa ortalığa saçılıyor. Bir süre sonra o oyuncunun bakışları, davranışları, mimikleri yapaylaşıyor. Siz 100 bölüm aynı karakteri oynarsanız, senaryo da ister istemez çalakalem oluyor. Oyuncuyu çok tüketen, bitiren bir şey. Onun için oyunculuğa gerçekten gönül koymuş insanların, televizyonla ilişkileri çok sınırlı ve çok dikkatli kullanmaları gerekir.

HALK İÇİN YAPIYORUM DEMEK PALAVRADIR

- Bu diziler sayesinde iyi para kazanılıyor... .

Herkesin kendine göre sorunları olabilir. Ev taksidi, çocuğunun okul parası, sağlık sorunu gibi... Dolayısıyla işi bir yerden sonra kabul etmek zorunda kalıyordur. O yüzden bu konuda çok fazla ahkam kesmek istemiyorum. Çünkü o zaman da gençler şunu soruyorlar; ‘Tamam dizi yapmayalım ama bizi yaşatacak kadar tiyatro projesi, film mi var?’ Bunun da cevabı yok tabii ki... Fakat ben, gerçekten yetenekli, bu işe gönül vermiş insanların bu konuda direnebildiği kadar direnmesini tavsiye ediyorum.

- Tıpkı sizin gibi...

Bu benim en büyük zenginliğim. Bununla çok övünüyorum. Ne teklifler geldi. Ama oyunculuk benim tek varlığım. Benim için elmas kadar değerli. Çok dikkatli davranmak zorundayım. Mesela geçenlerde bir senaryo geldi. Bir karakter var, inanamadım! Ben inanmadıysam seyirciyi nasıl inandırırım? Tamam orada inanmaya hazır bir kitle var ama ayıp değil mi ya? Ben bunu yapamam. Kitle mitle de umurumda değil, kendime yapamam. Çünkü her şeyi önce kendimiz için yapıyoruz. ‘Her şeyi halk için yapıyoruz’ demek palavra bunlar. Önce kendimizi mutlu etmek için yapıyoruz.

- Sonuçta hiçbir şeyi kabul etmiyorsunuz. Hiç endişeniz olmuyor mu?

Olmaz olur mu? ‘Ona hayır diyorum, o filme burun kıvırıyorum, o diziyi beğenmiyorum. Bir dakika ben ne yapıyorum, ne yapacağım’ dediğim anda da hemen tiyatroya yapışıyorum. Ben şanslıyım bu konuda. Tiyatroma sarılıyorum, müziğe sarılıyorum. O yüzden gerçekten kendimi şanslı hissediyorum. Dediğim gibi tabii ki endişelerim oluyor. Ay acaba gündemden düşer miyim endişesi bende de oluyor. Niye olmasın, hepimiz insanız. Ama korkuya rağmen cesaret edip direnmek önemli. Yoksa cesaret korkmamak değil, ancak aptallar korkmaz.

- Bu konuda ukala ya da burnu büyük olarak algılanıyorsunuz...

Artık bu konuda direnmekten vazgeçtim. Madem öyle düşünüyorlar, öyle düşünsünler. İnandığınız şeyleri yapmak snopluk ya da burnu büyüklükse, evet öyleyim. Ben inanmadığım hiçbir şeyi yapmıyorum. Ancak hiç kimseyi de yaptıklarından ötürü çok ağır bir dille eleştirmek tarzında birisi de değilim. Neyi seçiyorsanız o’sunuzdur. Kendisi üzerine çalışmayan bir oyuncunun, oyunculuğuna kaygıyla bakmak gerek. İyi oyuncu olabilmek çok sancılı yollardan geçiyorsunuz. Bu da emek, özveri istiyor.

ŞU SIRALAR ADRENALİNİM FAZLA

- Bu sancılı yollardan geçmeden bölüm başı 40 milyar alanlara ne diyeceksiniz?

Bu arz-talep meselesidir. Şov dünyasında bunu yadırgamamak gerek. Bu kadar büyük paraları aslında çok büyük bir bedel ödeyerek alıyorlar. O yüzden onlara acıyorum ben. Neden acıyorum biliyor musunuz, bir yüz metre koşmak var, bir de maraton var. Onlar 100 metre koşuyorlar. İstediklerini elde ediyorlar sonra unutulup gidiyorlar. Bu çok acı bir şey. Çok üzülüyorum. İnsanı sadece para mutlu etmez.

- Aslında yetenekliler var içlerinde...

Var, olmaz olur mu? Ama hem para kazanıp hem de kendilerine yatırım yapsalar. İşte burada da akıl önemli. Yetenek herkeste olabilir. Akıl çok önemli. O da herkeste yok...

Estetik yaparsam ekmeğimle oynarım

Düzenli olarak cilt bakımı yaptırdığını belirten Zuhal Olcay, tam 14 yıldır Erenköy’deki Enes Bio Estetik Center’a gidiyor. Ezen ve Nesrin Sürer kardeşlerin uyguladığı, ‘Pembe Maske’ yöntemiyle cildinin nefes aldığını belirten Olcay, bütün hanımlara bu bakımı tavsiye ediyor.

Ben, haftanın beş günü spor yapıyorum, beslenmeme dikkat ediyorum, sigara az içiyorum, uykuma dikkat ediyorum. Hiç estetik yaptırmadım. Sadece yıllar önce gözaltındaki torbalarımı aldırdım. Estetiğe karşı değilim, sadece çok dikkatli kullanılması gereken bir şey. Çünkü bir oyuncu olarak gıdı buruşmuşken, yüzün gergin olmasını çok anlamıyorum. Bunları yapamam, sonra ekmeğimden olurum. Bu kadar basit.

Özel hayatıma gelince, bu konuda konuşmak dahi istemiyorum. Çünkü kayda değer bir şey yok. Tabii ki Haluk ile ilişkimizde bir dalgalanma var, hepsi bu. Bunun dışında çok mutluyum, huzurluyum, keyifliyim. Çocuğum, dostlarım, ailem, benim için çok değerli ve onlarla da mutluyum.
Yazının Devamını Oku

Üçte üç yaptım

8 Ekim 2004
Özcan Deniz ile Naz Elmas... Ya da Havin ile Baran. Milyonları Kanal D ekranına bağlayan ‘Haziran Gecesi’nin kavuşamayan iki tutkulu aşığını, Kelebek biraraya getirdi. Pazartesi günü 5’inci bölümü yayınlanacak olan dizi, 7’nci bölümden itibaren soluk soluğa izleyeceğimiz bir hikaye ile seyircisiyle buluşacak. Özcan Deniz, ‘Üçte üç gidiyorum. ‘Aşkın Dağlarda Gezer’ yaptım beğenildi, ‘Asmalı Konak’ yaptım beğenildi, şimdi mis gibi ‘Haziran Gecesi’ne devam ediyorum’ diyor.

DRAM DAHA DA AĞIRLAŞACAK

‘Haziran Gecesi’nde her şey 7’nci bölümden sonra değişecek. Zaten farkındaysanız dört bölümdür hikaye çok hızlı bir şekilde gelişiyor. Bu kadar hızlı gitmesini de bilinçli olarak yaptık.

Şimdi 7’inci bölümde her şey yavaşlayacak ve kazanılmış, kaybedilmiş bir aşkı göreceğiz. Yıpratıcı bir hayatın içinden çıkmış olan Havin ile Baran’ın hayatında beş yıl geçecek. Ve bu karakterler, hayata tutunmaya çalışan iki insanken, şimdi hayatın kitabını yazmış iki insan olarak seyircinin karşısına çıkacaklar.

POLİTİKANIN GÜNDEMİNE DÜŞECEK

Neler mi olacak? Peki biraz ipucu vereyim... İnsanların hayalleri, hayattan beklediği bazı şeyler vardır.

İzleyici ‘Haziran Gecesi’nin 7’nci bölümünden sonra, sahip olmak istedikleri ama hiçbir zaman olamadıkları ve olamayacakları bir politikacıyı görecekler. 33 yaşında, genç, başarılı bir politikacı olan Baran ve onun aşkını yaşayacaklar.

Bildiğiniz gibi politika, çok disiplinli ve çok katı kuralları olan bir dünya. Aşk da tam tersi... Hiçbir disiplini, kuralı olmayan, delice bir duygu. Bu ikisinin birarada olmasından çıkan yangını izleyeceksiniz.

Bence bundan sonraki hikaye, politikanın gündemine bomba gibi düşecek.

KİMSE TEBRİK ETMİYOR

Ben kendimi anlatmayı sevmiyorum. Fakat öyle pozisyona düşüyorum ki, bazı şeyleri anlatmak zorunda kalıyorum. Çünkü her şey yanlış aktarılıyor.

Bir albüm yaptım, satmıyor denildi. Ben de çıkıp, ‘Hayır satıyor’ dedim. Daha albüm piyasaya çıkalı bir hafta olmuş, tutmadı, yattı şeklinde bin tane yazı okuyorum. Yahu bir şans tanıyın. Kötü bir şey olduğunu hissetsem ben bu albümü yapar mıyım?

Çok değil, askerden geldiğim yıllarda, ‘Bu çocuktan bir şey olmaz’ diyerek beni TV programlarına çıkarmadılar. Yine hikayesi bana ait olan ‘Aşkın Dağlarda Gezer’ dizisini çektim, üzerime gelmeyen kalmadı.

‘Türkücüden oyuncu mu olur’ denildi. Kimse tebrik etmedi....‘Çocuğa bak hikayeler yazıyor, filmler çekiyor, şarkı söylüyor ve bütün bunları ciddiye alıyor’ denilmedi...

Ben dizilerimde şarkı söylemesini bilmez miyim? Ben dizilerde şarkı söylememe furyasını başlatanlardan biriyim.

Ayrıca ağa filmleri formatını da, ‘Aşkın Dağlarda Gezer’le yine ben başlattım. Dizi, çok ciddi ses getirdi ama yine de yaranamadım. Sonra aradan yıllar geçti. Kolay Para filmini çektim. Burada kendimle dalga geçtim. Bir türkücüyü canlandırdım ve eğlendim. Tipimi değiştirdim, küpe taktım, bıyık bıraktım, saçımı boyadım.

Dünyada böyle bir şey yapılsa, ‘Kendini aşmış’ derler. Bizde yok gay dediler, yok bilmem ne dediler.

NE İSTİYORLAR ANLAMADIM

Üçte üç gidiyorum. ‘Aşkın Dağlarda Gezer’ yaptım beğenildi, ‘Asmalı Konak’ yaptım beğenildi, şimdi mis gibi ‘Haziran Gecesi’ne devam ediyorum.

Filmler de aynı şekilde. O şimdi Asker, Asmalı Konak, Firuze... Üçü de gişe yaptı ve taş gibi gitti. Hiçbirini elime yüzüme bulaştırmadım.

Her şeyi ahlakımla yapmaya çalışıyorum, söylemediklerini bırakmıyorlar. Herhalde tökezlenip, düşmemi bekliyorlar.

NAZ ÇOK KARİZMATİK

Halk Naz’ı daha önce hiçbir yerde izlemediği için bilmiyor. Bilmedikleri için de tanımaya, kabul etmeye çalışıyorlar. Bu da zaman alacaktır.

Naz, 200 kişi arasından seçildi. Görüntü anlamında bizi çok mutlu etti. Zamanla oyunculuğunu çok daha pekiştireceğine inanıyorum. Seyirci ilk başta hep önyargılı yaklaşır, sonra kabul eder. Naz’ın da önyargıyı yıkması için biraz zamana ihtiyacı var.

Nurgül Yeşilçay da İkinci Bahar’da seyirciyi oturttu, Asmalı Konak’ta da golü attı. Naz da daha ısınma turlarında. Bu dizi içinde seyirci onu kabul edecek, sevecek ve bağrına basacaktır.

Sonuç olarak Naz, çok yetenekli ve çok karizmatik bir yüze sahip. Michelle Pfeiffer ve Angelina Jolie karışımı bir yüzü var.

Ağlayarak okudum

Haziran Gecesi benim ilk başrolüm. Ve bu dizide yer almayı çok istedim, sabırsızlıkla bekledim. Senaryoyu ağlayarak okudum.

Havin çok dişi bir karakter ve bu kız üzerine çok konuşabilir, çok karakter analizi yapabilirsiniz. İnsanlar beni izledikleri zaman tedirgin ya da soğuk bulabilirler.

Ama tabii ki bu ben değilim. Ben orada Havin’i canlandırıyorum ve bu kızda bütün duygu biçimlerinden birer parça var. Yani hayata, öyle çok büyük kahkalar atarak bakan bir kız değil. Gelecek kaygısı var ve her şeyden korkuyor. Temiz bir kalbi olan, çok doğal bir kız.

İlk oyunculuk deneyimimde Özcan Deniz gibi birisiyle oynamak benim için gerçekten çok büyük bir şans... Özcan, çok profesyonel, çok yetenekli bir oyuncu. Onunla oynarken elektriğimiz inanılmaz tutuyor.

Ondan iş ahlakı konusunda çok şey öğrendim. Biliyor musunuz, okul yıllarında Özcan Deniz hayranı bir genç kızdım. Asmalı Konak’ı hiç kaçırmadan izlerdim. Şarkılarını da zevkle dinlerdim. Çok iyi yorumcu, yakışıklı...

Yani her türlü özelliğe sahip. Aşk dedikodularına gelince, Özcan ile gerçekten aramızda bir şey yok. Onu çok seviyorum ama bu başka bir sevgi. Aşkla ya da birliktelikle ilgisi yok bu sevginin... Özel hayatımda ise kimse yok. Mutlu muyum, orası tartışılır!
Yazının Devamını Oku

Umarım 20 yıl sonra Nazan Öncel’in tırnağı olabilirim

7 Ekim 2004
Dördüncü albümünü piyasaya çıkaran Gülşen, sözü ve müziği Nazan Öncel’e ait olan, ‘Of Of’ şarkısıyla dillerde. Bu albümü ‘hayatının albümü’ olarak tanıtan genç şarkıcı, ‘Hayatımın sonuna kadar Nazan Hanım’a duacı olacağım’ diyor. - ‘Of Of’ çok güzel bir şarkı...

2,5 yıl aradan sonra dördüncü albümümü piyasaya çıkardım. Sekiz şarkının sözü ve müziği bana ait. Şu an çıkış parçam olan ‘Of Of’ Nazan Öncel’in şarkısı. Sanırım Nazan Hanım’a ömrümün sonuna kadar duacı olacağım. Onu ilk albümü çıktığı günden itibaren severek dinliyorum. Günün birinde bir şarkısını seslendireceğim hiç aklıma gelmezdi. Parçayı dinlediğim anda aşık oldum, adrenalinim yükseldi. O yüzden ben bu albüme, ‘hayatımın albümü’ diyorum.

- Bir önceki albüm, ihanete uğrayan kadının duygularını dile getiriyordu. Bu albümde ne anlatıyorsun?

Depresif parçalar yine var. Mesela yasak bir aşkı anlatan ‘Sakıncalı’ şarkım var, Nazan Öncel’in şarkısında çok seven, sevgisinin karşılığını alamayan bir insan var, aşktan yorulmuş, kötü şeyler yaşamış ve ‘Yaklaşanı vururum’ diyen bir kadının isyanı var, yani her şey var. Ama bunların hepsi kendi duygularım değil. Çevremde yaşananları da dizelere dökebiliyorum. Bir anda geliyor ve yazıyorum işte.

- Yani şarkıcı kimliğin kadar besteci kimliğinle de iddialısın...

Kesinlikle... Hiçbir şeyi laf olsun diye yapmam, yapmadım, yapmayacağım da... Eğer ben bu işi iyi yapmasaydım, başka sanatçı arkadaşlarım benden beste istemezdi. Umarım 20 yıl sonra, Sezen Aksu, Nazan Öncel’in tırnağı olabilirim. Tek hayalim bu.

- Bu albüm için neden hayatımın albümü diyorsun, diğerleri neydi peki?

Diğerleri de benim için çok önemli, bütün şarkılarımı çok seviyorum. Ama bu albümü hazırlarken 2,5 yıl ara verdim. Bu 2,5 yıl içinde Gülşen benim beynimde de yerine oturdu. Artık ne olduğumun, kim olduğumun, neler yapabileceğimin farkında olan bir insanım.

Aldatıldığımı bilmiyordum

- Peki aşk hayatın nasıl?

Uzun bir süredir hayatımda kimse yok. Benimle birlikte olacak kişi, önce beni, ben olduğum için beni sevmeli. Öyle bir insan olmalı ki, kendi işinde başarılı ve kendine güvenen birisi olmalı. Nedendir bilinmez, benim de karşıma hep kompleksli insanlar çıkıyor.

- Eski eşiniz Murat Varol’dan sizi aldattığı için ayrıldığınız...

Hayır, biz şiddetli geçimsizlik yüzünden ayrıldık. Ben bütün olayları, yani hayatında başka birisi olduğunu, o kişinin bebek beklediğini falan boşandıktan sonra öğrendim. Evliyken hiçbir şey bilmiyordum. 20 yaşındaydım... Nasıl anlayabilirdim ki...

- Yine aldatılır mıyım korkusu taşıyor musunuz?

Hayır. Ben geçmişi hiç yaşamayan bir insanım. Geçmişi yaşarsanız, o sizin üzerinizde ağırlık yapar. Önemli an şu andır. Hayat akıp giderken, her şey gelebilir başınıza. Ben aldatılmaktan daha kötü bir şey de yaşayabilirim. Sonuç olarak korkmuyorum. Sadece daha temkinliyim, daha bilinçliyim, daha aklı başındayım... Şimdilik yalnızım ve böyle yaşamaktan da çok mutluyum. Ayrıca bu kadar yoğun tempo içerisindeyken de hayatıma kimsenin girmesini istemiyorum.
Yazının Devamını Oku

Eşimin Esma’yı öpmesinden rahatsız olmuyorum

27 Eylül 2004
Arzum Onan, iki yıl aradan sonra Kanal D’de yayınlanacak olan ‘Sahra’ dizisiyle ekranlara geri dönüyor. Fas’ta 17 gün süren çekimlerin ardından görüştüğümüz Onan’la, oyunculuktan, evliliğine kadar her şeyi konuştuk. Arzum Onan, yakın çevresinin ‘Arzum’a bu yapılır mı?’ dediğ,i eşi Mehmet Aslantuğ’un Bir İstanbul Masalı adlı dizide rol arkadaşı Ahu Türkpençe ile öpüşmesini de değerlendirdi. - Arzum Hanım, en son hangi dizide rol almıştınız?

İki yıl önce ‘Zeybek Ateşi’ isimli dizide rol aldım. Son iki yıldır da oğlum Can’la ilgileniyorum. Benim hiçbir zaman, ‘Bu yıl ne yapacağım, çalışmalıyım’ gibi bir telaşım olmadı. Mankenlik döneminde de bu böyleydi. O yüzden biraz dinlenmek istedim.

- ‘Zeybek Ateşi’ çok kısa bir süre yayınlandı değil mi? Dolayısıyla çok uzun bir süre dinlendiniz diyebiliriz.

Talihsiz bir işti o. Sadece yedi bölüm yayınlandı. Evet o diziden önce de yaklaşık bir dört yıl çalışmadım. Çünkü oğlum dünyaya gelmişti. Şimdi yuvaya başladı. 4 yaşına geldi. Her şey daha bir düzene girdi. Bu sıra içinde bizim ‘Detay’ şirketinin hazırladığı bir konsept vardı. Ancak daha proje halindeydi. Bu sırada ‘Sahra’ için teklif geldi. Senaryo çekici ve cazip gelince, ‘Niye olmasın’ dedim ve kabul etmedim.

- Senaryo geldiği zaman ne yapıyorsunuz, Mehmet Bey ile birlikte okuyup mu karar veriyorsunuz, yoksa tek başınıza mı hareket ediyorsunuz?

Çalışmayı düşünmediğim dönemlerde gelen senaryoları okumuyorum bile. Ya da teklif geldiğinde daha senaryo gelmeden, ‘Düşünmüyorum’ diyorum. ‘Sahra’ya gelince, senaryoyu önce ben okudum. Mehmet’in fikri her konuda ve her zaman benim için çok önemlidir. Tabii ki o da senaryoya şöyle bir göz gezdirdi. Ancak Mehmet daha çok benim duygularımla ilgilenir. Çünkü ben ‘Sıcak Saatler’ dizisinde, çok eğitildim. Bizim yapım şirketimiz olan ‘Detay’ın yaptığı bir işti o. 3,5 yılda hazırlandı ve 3 yıl da ekranda kaldı. Dolayısıyla işin mutfak kısmını bu dizi sayesinde çok güzel öğrendim. Benim için okul gibi bir şeydi yani. O yüzden Mehmet bana, ‘Sen birçok kişiye göre daha bilgilisin ve tecrübelisin. İşi yapıp yapmayacağına sen karar verebilirsin’ der ve özgür bırakır. Tabii ki fikir alışverişinde bulunuruz. Netice olarak karar verip vermeme durumu, tamamen benim inisiyatifime bağlı. Mehmet beni bu konuda asla etkilemez. Çünkü bana çok güvenir.

GÜNDEMDEN DÜŞECEĞİM ENDİŞEM HİÇ OLMADI

- Ne güzel çalışmak istemiyorum dediğiniz zaman çalışmıyorsunuz. Bu gerçekten büyük bir lüks...

Evet, öyle. Bu konuda gerçekten çok şanslıyım. Hem şımarıklık gibi hem de bir lüks. Çünkü kimsenin böyle bir lüksü yok. Ama bir de şöyle bir yapıyla da alakalı bir şey bu; Benim, ‘Gündemden düşeceğim eyvah! İş yapmıyorum ne olacak şimdi!’ gibi endişem hiç olmadı. Çünkü hayatta her şey para değildir. Tabii ki birçok şey para için yapılıyor. Ama mankenlik yaptığım dönemde de alacağım paradan çok, işin detayı ile ilgilendim. Kimler çıkıyor, hangi ürün, hangi modacının defilesi diye hep sorardım. Parayı dördüncü kalemde dile getirirdim. Yani benim için işin kaliteli olması, bana zarar getirip, getirmeyeceği önemli. Beş yıl boyunca hiçbir şekilde iş yapmamak birçok kişiyi olumsuz yönde etkileyebilir ama beni etkilemez. Evet, beş yıl çalışmamak maddi anlamda bir lüks ama kayıp değil benim için. Dediğim gibi benim unutulmak ya da gündemden düşmek gibi bir kaygım yok.

- Ama şöyle de bir gerçek var ki, siz çalışmasanız bile çalışan, iyi kazanan bir eşiniz var... Doğal olarak, ‘Çalışmak istemiyorum’ dediğiniz zaman çalışmayabilirsiniz...

Ama Mehmet’te geçen yıl çalışmaya başladı. Çünkü Can doğduktan sonra onun şöyle bir kararı vardı; ‘Ben 40 yaşında baba oldum, Can’ı kaçırmak istemiyorum’ dedi ve uzun bir süre iş yapmadı. Çalışmadığı dönem içinde yazdı, projeler üzerine çalıştı, oğluyla ilgilendi. Mehmet, ‘Bir İstanbul Masalı’ ile birlikte geçen yıl çalışmaya başladı.

- Yani ben sırtımı eşime dayamıyorum mu demek istiyorsunuz? Ayrıca dayayabilirsiniz de bu çok doğal...

Öyle bir şey yok tabii ki. Aynı şeyleri düşünüyoruz. Mehmet ile kalite anlayışımız, bir işe bakış açımız, disiplinimiz, kendimizi dinlendirme mantığımız aslında aynı. Yani büyük bir lüks içinde, milyon dolarla üzerinde oturup da çalışmamayı tercih ediyoruz gibi bir şey değil bu. Bizim seçtiğimiz, değerlendirdiğimiz ve kabul ettiğimiz iş sayısıyla, reddettiğimiz işler sayısı arasında dağlar kadar fark var. Eğer öyle olsaydı, maddi anlamda da çok farklı bir yerlerde olurduk. Bizim böyle bir tamahkarlığımız yok.

- Ekonomik özgürlüğünüzün savaşını vermekten çok, sevdiğiniz için yapıyorsunuz oyunculuğu...

Evet, ben bu işi çok seviyorum. Sevdiğim işi yapıyorum. Mankenlikte de böyleydi, şimdi oyunculuk için de geçerli. ‘Ayaklarımın üzerinde durabilmeliyim’ mantığından ziyade ben, gönlümü verdiğim bir işi severek yapıyorum. Bu inanılmaz bir mutluluk ve lüks. İnsanın sevdiği işi yapması da bir lükstür zaten. Ama tabii ki kadının da ekonomik özgürlü olmalıdır ve ayakları üzerinde durabilmelidir. Bu da çok önemli.

- Peki gelelim ‘Sahra’ dizisine. Bu projede sizi cezbeden ne oldu?

Benim için en önemli şey, içinde rahat edebileceğim bir çalışma olduğunu hissetmektir. Bir proje gelir, o proje biliyorum ki çok beğenilecek, çok güzel reytingler alacak. Ama eğer o sette çok mutsuz olacağımı hissedersem, asla kabul etmem. Sırf başarı için bunu yapmam. Çünkü benim huzurum ve mutluluğum kazanacağım üç-beş kuruş paradan ya da başarıdan çok daha önemli. Dolayısıyla ‘Sahra’nın setinde mutlu olabileceğimi hissettim ve kabul ettim. Ben mutsuz bir başarı istemiyorum. Eğer bir ben bir sette ne kadar mutlu olursam, bu benim performansına yansır.

ESMA OLSAM SEYİRCİYE İNANDIRICI GELMEZDİ

- Mehmet Aslantuğ uzun zamandır sinema filmi yapmıyor. Sizin de hiçbir sinema filminde yer almadınız. Projeler arasında sinema filmi var mı?

Evet var. Şu an hazırlık aşamasındayız. Eğer bir terslik olmazsa önümüzdeki yaza bir film çekmeyi planlıyoruz. Ve bu filmin rejisini de Mehmet yapacak. Hem oynayacak hem de yönetecek. Ve bu filmde ben de yer alacağım. Çok sıcak, çok güzel bir proje. Şu an daha hazırlık aşamasındayız. Ben ise ayrı bir heyecan taşıyorum.

- Bir İstanbul Masalı’nı izliyor musun?

Evet izliyorum. Ama Sahra’nın çekimlerin dolayı artık kaçırmaya başladım. Ben diziyi çok seviyorum, herkesi çok beğeniyorum. Halkın içinde biri olarak izliyorum ve dediğim gibi çok beğeniyorum.

- Siz de bu proje içinde yer alabilirdiniz. Mesela Esma’nın yerine olabilirdiniz?

Bildiniz gibi dizinin ilk başlarında Esma, Demir’e ciddi anlamda aşıktı. Şimdi Mehmet’le evli olup, aynı dizide Demir’e aşık olmam yani Esma karakterini canlandırmam, insanlara inandırıcı gelmezdi. Halk bunu reddederdi, kabul edemezdi.

- Gerçek hayatla bağlantı mı kurardı?

Kurmasa bile bizi o şekilde görmek istemezdi.

Julia Roberts gibi bir imajım var

- Sizi hiç hareketli, sert, kötü kadın rollerinde düşünemiyorum.

Çok iddialı konuşmayı sevmem ama her rolün üstesinden gelebileceğime inanıyorum. Yaparım. Türkiye’de şöyle bir gerçek var. Bu Hollywood içinde geçerli. Mesela Roberts’ı asla kötü kadın olarak izleyemeyiz. Roberts kötü kadını oynayamaz mı, bence alasını oynar. Ancak halk onu öyle izlemek istemez. Eğer öyle bir iş yaparsa da Hollywood yapımcıları o işin tutmayacağını bilir. Burada da bu durum benim için geçerli. Çünkü halkın gözünde bir Arzum Onan imajı var. İnsanlar televizyonlarını açtıkları zaman Arzum Onan’ı, nispeten Arzum Onan gibi izlemek istiyorlar. Onun için bu tür rollerde yer almak çok zorlama olur. Dediğim gibi her rolün üstesinden gelebileceğime inanıyorum ama biraz da şartlara göre hareket etmek gerek diye düşünüyorum.

Anneannem, ‘Arzum’a bu yapılır mı’ diyor

- Kıskanır mısınız birbirinizi?

Hayır öyle rahatsızlık boyutunda kıskançlığımız yok.

- Mesela, İstanbul Masalı’nda eşinizin Esma ile öpüşmesi sizi rahatsız etmiyor mu?

Bunu anneannem de söylüyor. Yok rahatsız etmiyor. İş ortamını, atmosferi, oyunculuğu, o duyguyu bildiğim için belki de o yüzden kıskanmıyorum. Eğer bu işin içinde olmasaydım bu duyguyu, oyuncunun o anda neler hissettiğini bilemezdim. O yakınlaşma yaşanırken, sette onlarca insan oluyor, ışık oluyor, kamera oluyor, nasıl başka bir duygu olabilir ki. Bunun aksi zaten mümkün değil. Aksi varsa özel hayatta da bazı sorunlar var demektir.

- Anneanneniz ne diyor?

Anneanneme komşuları, ‘Arzum’a bu yapılır mı?’ diye gelip söylüyormuş. Oturup bunu konuşuyorlarmış...

- Aynı şey yani bu tür yakınlaşmalar sizin için geçerli değil sanırım?

Ben tercih etmem zaten. Bu tür sahnelerin gerçekten çok doğal olması gerekir ki seyirci izlerken yapay bulup, gülmesin. Belki o öpüşme sahnesi, o duygu yoğunluyla ağlanacak bir sahne olabilir. Ben böyle rollerde gerilirim. Gerilirsem, bunu karşımdaki oyuncuya yansıtırım, yönetmene yansıtırım. Ortaya güzel bir şey çıkmaz. Oysa ki oradaki herkes ortaya güzel bir şey çıkarmak için çabalıyor. Bu tamamen evli olmamla alakalı bir şey değil. Karakterimle de bağlantılı bir şey. Rahat yapamam, rahat olamam...
Yazının Devamını Oku

Sütümüzü içip 12’de yatağa gireceğiz

7 Eylül 2004
Yıllardır Mehmet Ali Erbil’in sunduğu Çarkıfelek, dün sabahtan itibaren kadınca bir formata dönüştü. 12 yıldır çok iyi dost olan Deniz Seki ve Emel Müftüoğlu artık her sabah 11.00’de atv’de çark başında. Tek problemin erken kalkmak olduğunu söyleyen Deniz Seki, ‘Artık sütümüzü içip 12’den önce yatacağız’ dedi. Planlarımız vardı

- Emel Müftüoğlu:
Deniz benim, ‘Emelce’ programıma konuk gelmişti. Oradaki performansımız, uyumumuz, doğallığımız, samimiyetimiz, neşemiz, karşılıklı esprilerimiz yapımcı firmanın dikkatini çekmiş. Zaten bir arayış içindelermiş ve akıllarına biz gelmişiz. Bugüne kadar iki sunucunun olduğu bir Çarkıfelek hiç yapılmadı. İki anlaşan kadın sanatçı olunca da hiç düşünmeden teklifi bize sunmuşlar. Biz de Deniz’le yıllardır bir arada bir şeyler yapmak istiyorduk. Düşündük ve iyi olacağına inandığımız için kabul ettik.

- Deniz Seki: Teklif ilk geldiği zaman çok heyecanlandım. Emel’le yıllardır hep böyle bir şey yapmanın planı vardı. Ben Emelce’ye katıldığım günden itibaren herkesin kafasına yeni bir ikili olarak oturmuşuz. Teklif geldiğinde de çok sıcak baktık. İkimizin yıllardan bu yana gelen dostluğu, samimiyeti gibi her şey güzel bir mozaik oluşturunca hiç düşünmeden kabul ettik.

Kadınlara yönelik olacak

- Emel Müftüoğlu:
‘Kadınca Çarkıfelek’in yıllardır yayınlanan Çarkıfelek’ten hiçbir farkı yok. Sadece kadınlara yönelik bir yarışma olarak hazırlandı. Dolayısıyla sorular çok daha matrak... Bu yarışmaya sadece kadınlar katılacak. Yarışmacıların içinde tabii ki erkek sanatçılar olacak ama her gün seyirciler arasından bir kadın konuğumuzu da yarıştıracağız. Çok keyifli, neşeli olacak. Formatı da ona göre hazırladık zaten.

- Deniz Seki: Ben televizyon camiasına çok yabancıyım. Popstar’da jüri üyesiydim. İlk kez o programla televizyon dünyasıyla tanıştım. Fakat orada çok fazla reyting kaygım yoktu. Ama bir anda reyting durumları söz konusu olduğu zaman bir anlamda televizyoncu oluyorsun. Hem Emel hem de ben bu işin samimiyetine inanarak yola çıkmak istiyoruz. Tabii ki bizi de reyting ilgilendirecek ama her şeyden önce iyi bir iş yapmak istiyoruz. Herkes çoluğuyla, çocuğuyla yüzü kızarmadan bu programı izleyebilecek. Bazı erkekler işlerine bile geç kalabilirler.

Tek sorun erken kalkmak

- Deniz Seki:
İkimizin de bu programı kabul etmemizdeki amaç yarışma programı olmasıydı. Eğer bu bir sabah talk-show yapma teklifi olsaydı, ne ben ne de Emel çok sıcak bakmazdık. Bu sabah programlarına bir şeyler katmak gerekiyor. Yediden yetmişe herkese hediye vereceğiz. Yani biraz da Noel annelik gibi bir şey söz konusu. Benim için tek kötü tarafı erken uyanmak. Çünkü ben geceyi yaşamayı çok seviyorum. Bu yıl biraz kendimi okula başlıyormuşum gibi görüyorum. Gece 12’den önce sütümü içip yatacağım.

- Emel Müftüoğlu: Açıkçası bu benim için çok keyifli oldu. Çünkü ben sabahları çok erken kalktığım için acayip sıkıntı çekiyordum. Çünkü erken kalktığım için kimseyi bulamıyordum. Buraya gelince Deniz’i göreceğim, diğer sanatçı arkadaşlarımı da. Bu benim çok hoşuma gidiyor.

Mehmet Ali’yi aratmayacağız

- Emel Müftüoğlu:
Mehmet Ali Erbil’in sunumundan sonra böyle bir programı almamız risk olarak görülebilir. Bu müzikte de böyledir. Bir şarkıyı ilk kimden dinlerseniz dinleyin, kötü söylese bile onun söylediğine alışırsınız. Mutlaka bir yadırgama olacaktır ama biz de farklı bir hale getiririz diye düşünüyorum.

- Deniz Seki: Evet Çarkıfelek Mehmet Ali’ye maloldu, insanlar onunla birlikte bu programı tanıdı, sevdi ama Mehmet Ali Erbil kadın kuşağında yani sabah saatlerinde bu programı sunmadı. Bizim saatimiz çok enteresan. Asıl hedef kitlemiz, kadınlar. Erbil’i görmeye alışık olsalar da halk bizi yan yana görmeye hiç alışık değil. Bu insanlara değişik gelebilir.

Hiçbir şey bizi ayıramaz

- Deniz Seki: Evet, ikili ortaklıklar çok fazla uzun ömürlü olmuyor. Ama bizim bu açıdan bir garantimiz var. Bir kere her şeyden önce dostuz, kardeşiz. Yani biz, iş için beraber olmadık.

- Emel Müftüoğlu: Her zaman şunu söylüyorum. Hiçbir şey bizim dostluğumuzun önüne geçemez. Allah böyle bir şey de göstermesin. Ne para ne başka bir şey bu dostluğumuzu engeller. Çünkü benim bir kız kardeşim yok. Kız kardeşlikten tutun da her türlü iyi duygularımı kirletmemek adına böyle düşünüyorum. Onu hiçbir zaman, hiçbir şekilde kaybetmek istemiyorum.

- Deniz Seki: Ortak olmak çok risklidir ve yakınlarıyla ortak olanlar genellikle üzülürler. En çok korktuğumuz konu buydu. İşin içinde maddesellik var, kariyer var. Ama bizler akıllı insanlar olduğumuz için, bizim aramızı böyle konular açamaz.

- Emel Müftüoğlu: 12 yıldır şunu gördüm. Deniz beni, benden daha çok düşünür. Ben de ona karşı öyleyim. Bizim birbirimize karşı sevgimiz ve saygımız çok büyük. Onun için herhangi bir şey yüzünden 12 yıllık dostluğumuzda ne kavgamız olmuştur ne de birbirimize küsmüşüzdür. Deniz beni benden daha iyi düşünür, daha iyi görür, benim iyi olmam için daha fazla çaba gösterir. Benim ona bakışım da böyle. Biz kardeş olsak, bu kadar düzgün ve güzel bir ilişkimiz olmaz.

- Deniz Seki: Bu camiada dostluk olmaz gibi bir düşüncenin üstünü karalıyoruz. Biz Emel’le arkadaşlığın, dostluğun anlamını çözdük. Samimi olmak, dikkatli olmak önemlidir. Her şeyimizi paylaşırız. Zaten dostluk adı altında sır paylaşmak en önemli unsurdur. Bunun bedelini biliyorsan karşındakine güven duygun büyüyor. Bir ilişkiyi ayakta tutan şey, güvendir.

- Emel Müftüoğlu: Gecenin kaçı olursa olsun canım sıkıldığı zaman Deniz’i ararım. Bir doktoru aramak ya da onunla konuşmak yerine Deniz’le konuşmayı tercih ederim. Zaten biz birbirimizin doktoru gibiyiz. Sırlarımızı paylaşırız.

- Deniz Seki: Şimdi insanların aklına şöyle bir şey gelebilir. ‘Beraber iş yaptıkları için birbirlerini yalayıp, yıkıyorlar.’ Böyle değil bizim dostluğumuz. Bunlar gerçek duygularımızdır. Biz samimiyiz...

Erbil’den intikam alacağız

- Emel Müftüoğlu: Çarkıfelek’e daha önce ben üç kez yarışmacı olarak katıldım. Hepsinde de birinci oldum. Ama Erbil bana hep kelek atıyordu. Mesela araba kırmızı zarftaysa ve ben kırmızı diyorsam, ne yapıp edip beni başka renge yönlendiriyordu. Ama sonradan içeride kıyamet koparıyordum. Niye böyle yapıyorsun diye sorduğumda da ‘laf olur, torpil geçtiler zannederler’ diyordu. Ben de çok kızıyordum. Hakkım olmasına rağmen arabayı alamamıştım.

- Deniz Seki: Ben de Emel gibi üç kez bu yarışmaya katıldım. Üçünde de birinci olmuştum. Bir keresinde ben de arabanın bulunduğu zarfı söylemiştim ama bildiğim halde mutfak kazanmıştım. O mutfağı da tarihi geçtiği için alamamıştım. Fakat diğer iki yarışmayla evimi döşemiştim.

- Emel Müftüoğlu: İlk katıldığımda mobilya takımı kazanmıştım ama süresini geçirdiğim için alamamıştım. Diğer iki yarışmadan kazandığımı da bağışlamıştım. Şimdi biz Mehmet Ali’yi bu programa çağıracağız. Ona araba vermeyeceğiz, çatal-kaşık vereceğiz. Arabayı da veririz ama bir yere bağışlaması koşuluyla vereceğiz.

Televizyon hilesi yok

- Emel Müftüoğlu: Biliyorsunuz bir takım televizyon hileleri var. Sizi daha zayıf ve daha uzun gösterebiliyorlar. Biz de böyle bir şey olmasını çok isteriz. Ama olamıyor. Üstelik herhangi bir defomuz varsa, o ikiye, üçe katlanarak görünüyor. Ne yazık ki canlı yayınlarda bu tarz aletler kullanılamıyor. Bunların kullanılabilmesi için, bizlerin sabit yerimizde durmamız gerek. Talk-show’larda var. Belki canlı yayınlarda da vardır ama durduğun, konuğunu ağırladığın yer belli. Ne yazık ki bizde böyle bir durum yok. Sürekli çekirgeler gibi dolaşacağımız için teknolojiden bu anlamda yararlanamıyoruz. Keşke canlı yayınlarda da bu mümkün olsa. O zaman kullanırdım. Güzel görünmek kim istemez ki?

- Deniz Seki: Bu tür hilelere başvurmak yanlış. Çünkü sokağa çıktığınız zaman insanlar, ‘aa ne kadar değişiksiniz’ diyor. Farklı görünüyorsun. Bence güzel, iyi bir ışık da sizi çok güzel gösterebilir. Bu yüzden hilelere başvurmanın bir anlamı yok...
Yazının Devamını Oku

Ulaştırma Bakanı’nın adını bilmeyen sanatçı olur mu

3 Eylül 2004
Cenk Eren, objektife Büyük Sahra Bölgesi’nde yaşayan Tuareg Kavimi’ne özgü giysiler ve makyajla poz verdi. Bu kimliğe bağlı olarak sanat dünyasına savaş açtığını söyleyen Eren, ‘20 yıldır hep sessiz sakin oldum. O yüzden de çok şey kaybettim. Biraz da savaş baltalarını çıkarmak istedim ve bunu bu fotoğraflarla başlattım’ dedi.

Kelebek’le buluşmasında bambaşka bir kimliğe bürünen Cenk Eren, artık çok güçlendiğini söylüyor. 20 yıllık sanat hayatı sonunda kendisini artık ‘Türkiye’deki en iyi erkek vokallerden biri’ olarak tanımladığını anlatan Eren, ‘Şimdi ben neredeyim, beni zamanında sahneye çağırmayanlar nerede, bir bakmak gerek. Ben ilahi adalete çok inanırım’ diyor.

İşte ünlü şarkıcının Kelebek’e özel pozları ve sanat dünyasına yönelik çarpıcı açıklamaları.

- Yıllardır sahnedesin ama ilk defa seni böyle farklı bir fotoğraf çalışmasıyla görüyoruz. Gerçekten müthiş olmuşsun...

İnsanlar delirdiğimi falan düşünmesin, ben sadece kendimi bu şekilde görmek istedim. Benim uzun zamandır Tuareg Kavimi’ne karşı bir ilgim var. Onların yaşam biçimleri, hayattaki duruşları, giysileri hep ilgimi çekmiştir.

Tuaregler, Cezayir ve Fas’ta Berberi boyundan gelen bir ırk. Afrika çöllerinde yaşayan göçebe ve savaşan bir kavim. Ancak bunlar Kuzey Afrikalı ve Berberiler’den farklı, kendilerine özgü bir yaşamları olan gururlu bir ırk. Büyük Sahra bölgesinde yaşıyorlar.

Bu kavimin en ilginç özelliği ise soyun kadından çocuğa geçmesi ve Afrika’nın en özgür kadınlarının Tuareg kadınları olması. Dolayısıyla böyle bir Tuareg erkeği olsam nasıl olur dedim ve bu şekilde poz verdim.

- Yüzündeki dövmeler de çok ilginç. Mesela akrep dövmesi var... Bunun bir anlamı var mı?

Akrep çok ürkütücü olsa da bana çok onurlu bir hayvan geliyor. Nedense, ben de biraz ürkütücü olmak istedim. Bunca yıldır sanat dünyasının içinde hep sakin, sessiz oldum. O yüzden de çok şey kaybettim. Biraz da savaş baltalarını çıkarmak istedim ve bunu bu fotoğraflarla başlatmış oldum.

Sanat dünyasına savaş açıyorum. Çünkü bu piyasada savaşarak bir şeyler başarabiliyorsun. Çok efendi olduğun zaman, gelen giden bir tane vuruyor, seni düşürüyor. Dolayısıyla resimlere bakan, çok sataşmasın bana.

SAHNEYE SÜRMELİ ÇIKABİLİRİM

- Sürmeler de çok yakışmış...

Ben de çok beğendim. Yüz yapımın kemikli oluşu, sakalımın, bıyığımın olması, bununla birlikte bir de sürme hoş oldu açıkçası. Belki bir gün, sürmeli bir gözle sahneye çıkabilirim. Benim için hiçbir sakıncası yok. Sahne üzerinde her şeyin yapılmasından yanayım. Kimbilir belki yeni bir akım başlatmış olurum.

Çünkü sekiz yıl önce sahnede giydiklerimi, insanlar şimdi giyiyor. İki yıldır erkek şarkıcılara bakın, vücut yapıp, göğsü açık tişörtler, gömlekler giyerek sahneye çıkmaya başladı. Oysa ben, o kıyafetleri tam sekiz yıl önce giyiyordum.

Ama son dönemlerde Kenan’ın kıyafetleri konuşulur oldu. Sanırım bu işler biraz medyatik olmaktan geçiyor. Çok sevgilisi olduğu için, onun daha haber değeri olabilir.

- Yüzünde bir de Arapça yazı var. Ne yazıyor orada?

Reis yazıyor. Benim biraz reislik tarafım vardır. Bir de başka unvan kalmadı. Herkes her şeyi kaptı. Megastar, İmparator, Prens gibi ünvanları birçok sanatçımız aldı. Bana da kala kala reis kaldı. Her şeyim var, bir tek unvanım yoktu. Ben de kendi kendime ‘reis’ olmaya karar verdim. Bundan sonra benim adım sahnelerin reisi... O yüzden de hoşluk olsun diye yüzüme Arapça reis yazdırdım.

- Böyle bir kılığa bürünmek, gizliden mesajlar vermek kızgınlık ifadesi mi?

Evet bir kızgınlık ifadesi. İşimde hep hırslıydım ama bir o kadar iyi niyetliydim. Bu camiada nedendir bilinmez, bir kabullenmeme durumu var.

Kim olursan ol, eğer işinde iyiysen ve işini iyi yapıyorsan hep önünü kapatıyorlar. Konuşuyorum olmuyor, anlatıyorum olmuyor, olmuyordu. Dolayısıyla işime dört elle sarıldım, bu noktaya geldim.

BELDEN AŞAĞI ÇOK VURDULAR

- 20 yıldır sahnelerdesin, şarkı söylüyorsun. Hangi olay ya da kim kırdı seni?

Yıllar önce bir kulübe, dönemin en popüler şarkıcısı olan Burak Kut’u dinlemeye gitmiştim. Beni sahneye davet etsin diye gözünün içine bakmıştım. Fakat beni görmezlikten gelmişti.

Yine hiç unutamayacağım başka bir olay, bir yılbaşı programının ardından yapılan fotoğraf çekiminde, 7-8 tane popüler sanatçı, beni kenara itmişlerdi. Bu kadar hırs, acımasızlık doğru mu? Belki ben de yapmışımdır. Yaptımsa da bilinçsizce, cahillikle yapmışımdır. Fakat bu acımasızlığı yapan insanlar var ve var olmaya da devam edecek. Bu insanların zulümünden kurtulmanın tek çıkar yolu, işinizde iyi olmaktır. Tıpkı benim yaptığım gibi.

- Peki ya özel hayatın... Seni hiç bir kadınla görmüyoruz. Dolayısıyla bu durum insanların kafasında bir takım soru işaretlerine neden oluyor?

Neden? Ben mecbur muyum kiminle nerede, ne yaptığımı, kiminle sevgili olduğumu açıklamaya ya da göstermeye? Tabii ki sevgilim oluyor. Ve onunla da çok rahat geziyorum, dolaşıyorum. Sadece koluma takıp, ‘İşte bu benim sevgilim’ demiyorum, fotoğraf çektirmiyorum. Benim böyle bir derdim yok. Her albümü çıkanın sevgilisi oluyor, gömlek değiştirir gibi sevgili değiştiriyorlar. Buna 20 kişi örnek verebilirim. Şimdi onların yaptığı mı doğru, benimki mi?

- Tamam ama cinsel tercihin konusundaki iddialar için neler söyleyeceksin...

Eğer benim yanımda sevgilimi görmüyorlarsa, bu tuhaflık mıdır? Bu düşüncelerin önüne geçmek için her gün birisiyle gezip, tozmak mı gerekiyor? Açıkçası çok da umurumda değil... Ben neyi, nasıl yaşadığımı biliyorum. ‘Aman insanlar benim hakkımda yanlış düşünecek’ diye bir derdim, stresim, korkum yok.

Onun için benim özel hayatım ve yatak odamda yaptıklarım sadece beni ilgilendirir ve beni bağlar. Ben bu dedikoduya çok kızmış olsaydım, her gün yanıma birisini takıp, gezerdim. Yapmadığıma göre, demek ki umursamıyorum.

Ne acı değil mi, benim hakkımda bu iddiayı atanları ve dedikoduyu umursamamam. Yıllarca hep beni belden aşağı vurdular. Baktılar ki vurdukları şey yok ortada, vazgeçtiler... Şimdi bir sessizlik var. Herhalde plan proje yapıyorlar. Ama yine de korkmuyorum. Çiğ yemedim ki, karnım ağrısın. Dolayısıyla kimse beni yaralayamadı, yaralayamaz da.

BURUN KIVIRANLAR ALKIŞLIYOR

- Nükhet Duru’yla beraber kulvar mı değiştirdin?

Ben zaten iyi kulvardaydım. Millet beni başka yere çekiyordu. Şimdi de kulvarımda koşuyorum. Sadece yanımda güçlü bir isim, Nükhet Duru var. Nükhet’le de beraberliğimiz devam ediyor. Sürekli ayrıldığımız yolunda haberler çıkıyor. Böyle bir şey yok. Başından itibaren birlikteliğimizi bozmak isteyenler var.

- Kendi başına bir şeyler yapamayacağını anladığı için Nükhet Duru’yla ikili oldu diyenler de var?

Böyle bir şey olabilir mi? Benim Allah’a şükür hálá sesim ve sahnem var. Kendi başıma da bir şeyler yapabilirim. Güzel bir şey ortaya çıkıyorsa, illa ki buna bir kulp mu takmak gerek?

- Sana zamanında burun kıvıranların şimdi tavırlarında bir değişiklik var mı?

Olmaz mı? Yüzüme bakarak, utanmadan, ‘Bir gün çok güzel yerlere geleceksin diye ben sana demiştim’ diyenler o kadar çok ki... Altı, yedi yıl önce burun kıvırıp da, ‘Aman bundan bir şey olmaz’ diyen, şimdi ‘Ben demiştim sana’ diyor. Bunlar balık hafızalı. Bir de beni en çok üzen ve sinirlendiren bir başka konu da sanat camiasının vurdumduymazlığı...

- Hangi konuda?

Bir ülke için sanat çok önemlidir. Ama bunu yaparken biraz da ülkenle ilgili şeyleri bilmen gerek. ‘Bana ne Ulaştırma Bakanı’nın adından?.Ben işimi iyi şekilde yapıyorum’ demeyeceksin. Ulaştırma Bakanı’nın adını bilmiyorsan, Aydın Menderes’i, Adnan Menderes’in kardeşi zannediyorsan, bu ülkenin Cumhuriyet Bayramı’nın tarihini bilmiyorsan, liderlerini bilmiyorsan vay sana! Bunları bilmeden, ‘Ben işimi en iyi şekilde yapıyorum’ demek olmaz, ayıptır. Bazı şeylere sırtını çeviremezsin. Haberleri izlerken, ‘Cumartesi Anneleri’ ne demek diye aval aval bakarsan, bana ne senin güzel şarkıcılığından, iyi oyunculuğundan! Sen oy verirken parti programını okumuyorsan, Ahmet güzel konuştu diye oy veriyorsan yazıklar olsun sana.

İngilizce biliyorum demek yetmez

Seren Serengil’den özür dilerim. Onu severim, beni affetsin ama Aydın Menderes’e, Adnan Menderes’in kardeşi diyorsa, olmaz. ‘Kolejde okudum, piyano çalıyor, İngilizce biliyorum’ diyor. Önemli meziyetler bunlar. Ama büyüdüğün ülkenin dününü ve bugününü de bileceksin. Bilmiyorsan da cevap vermeyeceksin. Kopenhag kriterlerini, AB uyum yasasını bileceksin.

Sabahları yemek tarifi veren ilk erkek olacağım

Yeni albümümü aralık, ocak ayında piyasaya çıkaracağım. Buradan Kayahan Bey’e çok teşekkür ediyorum. Hayalimde, idealimde onunla tanışmak vardı ve Allah bunu bana nasip etti. Kendisiyle günlerdir telefonla konuşuyoruz.

Ondan şarkı alıp almamam hiç önemli değil. O bir bilge. O konuşuyor, ben de onu dinliyorum. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız bir konuşmada bana, ‘Senin duruşun güzel’ dedi. O kadar mutlu oldum ki. Bu bana yetti.

Bunun dışında Nazan Öncel’le güzel bir dostluğum oldu. O yüzden içim içime sığmıyor ya... Nazan da bana güzel şeyler anlatıyor. Ama ondan yeni albümümde çok güzel bir şarkı olacak.

Yapımcım Şahin Özer bana, ben de ona çok inanıyor ve güveniyorum. Güzel bir şey yapmak, illa tiraj anlamına gelmiyor. Ben kaliteli bir iş yapıyorum.

Bu arada Nükhet, kasım ya da aralık ayında Yunanistan’da sahneşye çıkacak. O aylarda ben de burada albümün çalışmasını sürdüreceğim, belki tek başıma da sahneye çıkabilirim. Bu konuda henüz bir karar vermedim. Ama Nükhet’le ayrılmadık.

Hayatımdaki bir başka gelişme de, bir TV kanalıyla yemek programı üzerine yaptığım görüşmeler. Amerika seyahatim sırasında orada canlı yayınlanan, müzikli, söyleşili bir yemek programı izlemiştim.

O programı burada uygulamayı düşünüyoruz. Yani sabah kuşağında yemek tarifi veren ilk erkek ben olacağım.

Sayın Başbakanım diye telefon geliyor

Başbakanımız Tayyip Erdoğan Fransa ziyareti sırasında da oradaki Türk vatandaşlarına, ‘Bir derdiniz olduğunda beni arayabilirsiniz’ diyerek hem kendi telefon numarasını, hem de Ulaştırma Bakanı’nınkini vermişti. Ben de o sıralarda Antalya’da bir işteydim. Telefonumu açtığımda inanılmaz bir telefon ve mesaj trafiği yaşadım. Her mesaj ‘Sayın Başbakanım’ diye başlıyor, her çalan telefonu açtığımda karşımdaki kişi, ‘Sayın Başbakanım’ diyordu.

Önce birileri şaka yapıyor zannettim. Çünkü Sayın Başbakanımızın verdiği cep telefonu numarası ile benim cep telefonumun son numarası arasında sadece bir numara fark ediyor. Bu da kafiyeli bir rakam. Dolayısıyla insanlar ya yazarken numarayı yanlış yazmışlar ya da çevirirken heyecandan yanlış çevirdikleri için sürekli benim numaram arandı. Dikkat ettim de, hiç kötü bir mesaj yoktu. Hálá aranıyorum, galiba numaramı değiştireceğim.
Yazının Devamını Oku

Yaşarken değerim bilindi

18 Ağustos 2004
Tam 36 yıldır sahnelerde ‘Çirkin, geçimsiz, kendini beğenmiş kadını’ yani Huysuz Virjin’i canlandıran Seyfi Dursunoğlu, erkek kimliği ile stand-up yapmaya hazırlanıyor. 73 yaşında olan Dursunoğlu, ‘Artık zamanım azaldı ama yaşarken benim derğerim bilindi’ diyor. Huysuz Virjin’i bırakacağım demişsiniz. Bu doğru mu?

Popstar yarışmasına jüri üyesi olarak girmek, açıkçası benim için de bir değişiklik oldu. Çünkü halk beni hiç kravatımla, ceketimle görmemişti. Sonuçta beni böyle de çok sevdiklerini fark ettim. Yani Huysuz Virjin olarak severlerdi, ancak sokağa çıktığım zaman kimse beni tanımazdı. Fakat beni böyle de sevdiler. Ve bu halimle de espri yapabileceğimi düşündüm. Dolayısıyla Seyfi Dursunoğlu olarak bir talk show yapabilirim düşüncesi doğdu.

- Yani artık Huysuz Virjin olmayacak mı?

Bir ekstraya gittiğim zaman Huysuz Virjin sahneye çıkacak. Sadece kendi kendine ikinci bir karakter doğdu. Halkın Seyfi Dursuoğlu’nu sevdiğini görünce, bu halimle de bir stand-up yapabilirim gibi geliyor. Bunu ciddi ciddi düşünmeye başladım.

CEM ÇİRKİNİN TEKİ

- Cem Yılmaz gibi Seyfi Dursunoğlu da sahneye çıkıp stand-up mı yapacak?

Şimdi stand-up’çı bazı arkadaşları izledim. Orada bir çalışma var. O çalışmayı doğaçlama gibi çok güzel sunuyorlar. Benim şovum o değil. Benim şovum tamamen doğaçlamadır. Her şey sahnede olur, sahnede biter. Ertesi gün bana ne söylediğimi sorun, hatırlamam bile. Yani hazırlanarak sahneye çıkmam. Dolayısıyla hiç kimsenin çalışması böyle değil. Onlar, kendilerine bir program hazırlıyorlar. O hazırladıkları programı da 6 ay, bir yıl her yerde sergiliyor, ondan sonra değiştirip başka program hazırlıyorlar. Sonuçta benim de böyle bir ekip bulmam gerekiyor. Yani ana başlıkları toparlayıp, onun altını dolduracağım.

- Peki sizi kim güldürüyor?

Ayşegül Atik’e çok gülerim. Beni doğal olan şeyler güldürüyor. Ayşegül’ün bakışları, hareketleri çok doğal. Fakat bu konuda tabii ki ölçü değilim. Beni Jery Lewis bile güldürmedi ki adam dünya çapında bir komedyen. Çünkü çok zor beğenen bir insanım.

- Cem Yılmaz’ı beğeniyor musunuz?

Cem çok yakışıklı birisi değil. Rengarenk bir sahnesi yok. Kostüm de değiştirmiyor. Kulağında bir küpe, simsiyah giyinmiş çirkin bir herif, insanları kendine hayran bırakıyor. Demek ki çok büyük bir yetenek. Ben şovumda sürekli kıyafet değiştiririm, rengarenk olurum, şekil değiştiririm. İnsanları meşgul edebilmek için anam ağlar. Adam bir tek siyah giyiyor, herkesi büyülüyor. O da niye siyah giyer anlamam ki. Kirini belli etmesin diye mi, yoksa gerçekten siyahı mı seviyor bilmiyorum. Kendi siyah, kostümü siyah, arka fonu siyah, bir tek koltuğu kırmızı ama 2,5 saat insanları meşgul ediyor, inanın saygı duyuyorum. Bu adam başka bir şey.

- O zaman Cem Yılmaz sizi güldürüyor?

Onu izledim ve çok beğendim. Evet Cem’e zaman zaman güldüm. Ben öyle kahkahaya boğulmam. Ne yaptığını anlayabilmem, bir şeyleri kaçırmamak için dikkatli dinliyorum. Ve gerçekten çok başarılı. Filmleri izleniyor, her yeri dolduruyor. Allah demek ki insana çirkin şansı versin. Ne diyeyim.

YERİME BÜLENT GELECEK

- Popstar’ın ardından neler söylemek istersiniz?

Popstar’da herkes birinci olmazsa sanki dünyanın sonu gelecekmiş gibi davrandı. Oysa yeteneğine güvenen böyle davranmaz. Bir de bu yarışma da halk, sesi iyi olana puan vermedi. Herkes memleketlisini tuttu. O yüzden bence Türkiye’de bu yarışmanın finalistlerini 20-30 kişilik bir müzisyen gurubu belirlemeli. İkinci kez teklif geldi ama bundan sonraki Popstar’da olmayacağım. Benim yerime sanırım Bülent Ersoy olacakmış. Ama bu yarışma sayesinde çok güzel dostluklarım oldu. Her şeyden önemlisi İbrahim Tatlıses ile dost olduk. Şimdi iki günde bir arıyor.

- İbrahim Bey’le eskiden samimiyetiniz yok muydu?

Hayır yoktu. Hatta Bodrum’daki Aso Bar’da sahneye çıkmam için çağırdı. Ben de ona, ‘Bana patron olarak bir de yövmiye verirsen iyice kahrolurum. Bu yaşımdan sonra gelmem kusura bakma’ dedim.

- Açıkçası bugüne kadar dost olmamanız çok ilginç?

Ben bugüne kadar İbrahim Bey ile aynı kadroya girmek istemedim. Çünkü onun seyircisi beni sevemez. Nitekim sevmiyor da. Bunu hissediyorum, anlıyorum. Ki İbrahim Tatlıses’li kadrolardan çok çağrılmışımdır ama gitmemişimdir. İbrahim çok yeniyken bir iki kez fuarda çalıştık. Şimdi o artık bir otorite oldu. Arkasında büyük kitleleri koşturuyor. Şimdi o bir yerde sahneye çıksa, ardından ben çıksam ya da başında çıksam olmaz. Orada kendimi ezdirmem.

KİTABIM TEDİRGİN EDECEK

- Bir kitap yazıyorsunuz...

Evet. Bu bir röportaj kitabı olacak. Figen Akşit ve Korhan Atay, bana ne sordularsa, o sorulara cevap verdim. Dört ay çok güzel çalıştık. İkisini evimde ağırladım, sabahlara kadar çalıştık. Aslında ben yazmayı düşünüyordum. Yazdım ama baktım ki bu benim işim değil. Yazılacak olan 73 yıl. Kitaptan elde edilen geliri de Eğitim Gönülleri Vakfı’na bıraktım. Ben Türkiye’de çok değişik bir iş yaptım. Benim tarzımda kimse çıkmadı. 36 yıl önce bu işi yaptığım zaman kimse yadırgamadı. Kolumun kılını aldırmadım, silikon yaptırmadım, şekil değiştirmedim. Yaptığım bir sahne şovudur. Değişik bir şey yaptığım için kitabın ilgi göreceğine inanıyorum. Benim hayatımı merak eden çok insan var. Her şeyi sansürsüz anlattım.

- Kitabın ismi ne olacak?

Şimdi kitabın kapağında bir fotoğraf var. Bir tane çok üzgün bir damat oturuyor. O Seyfi Dursunoğlu. Arkada ise bir gelin ama tek bacağı havada çirkin bir gelin. O da Huysuz. Bu fotoğrafa bakıp, ‘Bir Yastıkta Kocadılar’ istedim. Fakat Figen Hanım ‘Kocadılar’ lafını kabul etmedi. Sanırım değişecek, başka bir şey olacak.

- Peki sanat camiası tedirgin olacak mı?

Olacaklar. Ama bence olmamaları gerek. Çünkü yazılanlar tamamen benim düşüncelerim olacak.

- Ne zaman piyasaya çıkacak?

Eylül ayında. Aslında Temmuz’da çıkacaktı. Fakat çok zamansız buldular.

- Kitabınızda Ali Poyrazoğlu’ndan bahsettiniz mi bilmiyorum ama o sizden cimri olarak söz etmişti. Yeşil’de çalışırken tuvalet kağıtlarını yürüttüğünüzü söylemişti.

Benim adım da cimriye çıktı ya. Yedi yıl çalışmışım Ali’nin dükkanında. Evime dar gidiyorum. Kalkıp manava, bakkala gidecek halim yok. Her gece çalışıyorum. Bir gün mutfaktaki kağıdım bitmiş. Ali’nin yerinde de görünce, iki tane aldım torbaya koydum. Yani bir yerime de saklamadım. Ona göstere göstere çıktım. Hatta o gün çok gülmüştük. Ali benim çok iyi arkadaşımdır ve çok severim. Herhalde bunu espri olsun diye söyledi.

- Yani cimriliği kabul etmiyorsunuz?

Hayır etmiyorum. Bakın size pasta, börek ikram ettim. İki tane çay içtiniz. İsim vermeyeyim şimdi. Ben bir arkadaş bilirim, çayı demler, kurutur, sonra aynı çayı tekrar demler. Böyle cimriler var. Sanat camiasından bu kişi. Vereyim mi ismini?

- Kim?

Kime kızgınım ben.(Gülüşmeler) Tamam bu kişi Nükhet Duru. Niye kızgınım ona biliyor musunuz, çok güzelleşti de ondan. Nerede, ne yaptırdıysa bana söylesin de ben de oraya gideyim. Bir şey yaptırmadıysa da bu işin sırrını bana söylesin. Bakmayın ben ondan daha havalıyımdır. Onun gözleri küçüktür bir kere. Ben bir boyandım mı gözlerim otomobil farı gibi oluyor.

- Siz hiç estetik yaptırdınız mı?

Hayır...(Gülüşmeler) Yedi, sekiz yıl önce sadece gözaltlarındaki torbaları aldırdım, o kadar. Yine oluştular ama istemiyorum artık. Her kör satıcının, bir kör alıcısı vardır.

GÜNLERİM AZALDI

- Bir ara ‘Eşcinselleri sevmiyorum’ dediniz, çok tepki aldınız...

Eşcinsellik bir tercihtir. Hiç kimse, kimsenin tercihine karışamaz. Eğer cemiyeti rahatsız etmiyorsa, cemiyet içinde bir yeri varsa, iki insanın karşısına çıkıp hitap etmesini biliyorsa, dostluklarını iyi kurabiliyorsa, bunlara hiçbir sözüm yok. Benim bu olayı ucuzlatan eşcinsellere tahammülüm yok.

- Ekranda, ‘Bir yıldız daha kaydı’ haberi geçtiği zaman ne hissediyorsunuz?

Yüreğim cız ediyor. 73 yaşındayım. 90 yaşına kadar yaşayan var. Ama o kadar da yaşamak istemiyorum. Pinpirik hale geldikten sonra da gitmek istemiyorum, yüzüme bakılırken de. Neyse sonuçta insanlar yaşlandıkça ölüm sürekli olarak aklınızda oluyor. Ben de öyle düşünüyorum. Artık günlerim azaldı... Eskiden dargınlıklarım 6 ay sürerken, şimdi üç saat sürüyor. Çünkü altı ay bekleyecek zamanım yok diye düşünüp, ona göre hareket ediyorum. Tek bir arzum var o da sahne üzerinde ölmek. Evimde yatalak olarak gitmek istemiyorum. Ama şunu da biliyorum ki benim için, ‘Türkiye’ye gelmiş ender sanatçılardan biriydi’ denilecek. Yaşarken bir heykelim dikilmedi ya da bir yere adım verilmedi diye şikayetçi değilim. Ben Türkiye’de çok zor bir işi kabul ettirdim. Bunu kabul ettirmek bile bana yeteri kadar keyif veriyor. Dolayısıyla yaşarken benim değerim bilindi, bilinmedi değil.

Mutfakta bone taktırırım

- Yıllar önce nişanlandığınızı biliyorum. Şimdi evlenmediğinize pişman mısınız?

Yapamazdım, çok zor olurdu benim için. Şimdi iyi ki evlenmemişim diyorum. Bakıyorum ailelere, çocukları ne isterlerse yapıyorlar. Ama o çocuk doymuyor. Böyle de bir çocuğum olabilirdi. Ama benim çocuğum olsa sanırım uzun süre yaşayamazdı. Herhalde gırtlağını sıkıverirdim. Benim kaidelerime uymadığı takdirde çok sert olurum. O çocuk mum gibi olurdu. Ailemden böyle gördüm ve deniz kolejinde dakikliği öğrendim. Ben çok sert bir insanım. Benimle evlilik zordur. Mesela mutfakta çalışanıma mutlaka bone taktırarak iş yaptırırım. Dolayısıyla benimle evlenen kadın, sanırım kaçardı.

Vefasızlıklar beni çok üzüyor

Beni en çok vefasızlıklar üzüyor, canımı acıtıyor. İnsanın bir yaştan sonra ahbapları azalıyor. Aç telefonu, dolsun evin. Benim isteğim bu değil. Ama beş tane ama üç tane bana son günümde bir bardak su verebilecek dostlara ihtiyacım var. Bu sayının azalmasına fazla üzülmüyorum. Çünkü dostlarımın, sanatçı olduktan sonra benden beklentileri değişti. Bir insan yok ki bana telefon açıp, ‘Çok sıkıştım bana borç verir misin?’ demesin. Verdiğim her para da gitti, geri gelmedi. Şimdi artık vermiyorum. Menfaati olmadan kimsenin aramadığını gördüm. Bu kişileri de hayatımdan çıkarmayı başardım. Çok az dostum var. Onların sayısı da on kişiyi bulmaz. Ne yapayım olmasın. On kişi yok belki ama yalnızlığımı hissetmiyorum. Dışarı çıktığım zaman benimle konuşmak isteyen çok insan var.

- Ama evinize geldiğinizde?

Yalnızsın. Ama ne yapayım kızım, sanatçılığın bir bedeli var. Bu bedeli ödemek zorundasın. Yoksa ben de bilirim bir gece kulübüne gidip de, oradan birini koluma takıp evime gelmeyi. Bu bana hiçbir şey ifade etmez. Ben oturup dertleşmek, konuşmak istiyorum. O yüzden eski arkadaşlarımı çok seviyorum. Bunlardan bir tanesi de Nükhet Duru’dur.
Yazının Devamını Oku

Hayata sıfırdan başlıyorum

10 Ağustos 2004
Eşi Cengiz İmren’den ayrıldıktan sonra, şimdi de 180 milyarlık vergi borcu çıkan Hummer marka cipiyle gündeme gelen Seren Serengil, hayata sıfırdan başladığını söyledi. Serengil, ‘Çocukça davranışlarımı, boş verişlerimi, dudak kalemimi, sevgiliyi, aşkı her şeyi ama her şeyi bıraktım’ dedi. BİTKİSEL HAYATTAYDIM

Her zaman mesleğimle alakalı çok şey yapmak istedim. Sadece özel hayatımla gündeme gelecek kadar vasıfsız bir insan değilim. Ancak ben her zaman aşkın peşinden koştum. En son 3 yıl önce İbrahim Tatlıses’le birlikte Kübana Gazinosu’nda sahneye çıktım. Bu Gecenin Hatırına isimli albümüm de çıkalı üç yıl oldu. Kısacası ben tam üç yıldır bitkisel hayatta yaşadım. Bütün hayatımı, sevgiye adadım. Aptal aşık olduğumdan dolayı değil, biraz mesleğime karşı da küskünlüklerim oldu.

HEP SEVGİ ARADIM

Evet, benim hiçbir zaman işime yansıtacağım mesleki bir hırsım olmadı. Sanat dünyasındaki birçok insana bakın, hepsinin tek derdi para kazanmaktır. Çünkü bir çoğunun bu anlamda çok acıklı hikayeleri vardır. Benim maddi anlamda bir hikayem yok ama benim hikayem onlardan çok daha acıklı. Ben her zaman yalnız, sevgisiz büyüdüm. Hep başkaları için fedakarlık yaptım ve hep mutsuz oldum. İşte şimdi tek derdi para olan sanatçıların bir çoğunun ailesi, akrabaları, kardeşleri vardı. En azından aile içi huzurları vardı. Sadece tek dertleri paraydı. Babasız büyüdüm... Tek başıma büyüdüğüm için hep sevgi aradım, sevginin peşinde koşturdum. Birçok köşe yazarı, ‘Ya bu kız aptal mı, neden böyle şeyler yapıyor?’ diye yazıyor. Merak etmesinler ben akıllı ve zeki bir insanım. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, bir insan neyin eksikliğini hissediyorsa onun peşinden koşar. Ben de hep sevginin peşinden koştum.

SIRALAMADA HATA YAPTIM

Cengiz’le evlendikten sonra bir lirasız kaldım. Aç kaldım, evime haciz geldi. Bunları hiç yaşamamıştım. Yani sevdiğim adam için çok şeyler yaşadım, çok özveri de bulundum. Bundan da hiç pişman değilim. Beni yıkan tek şey, yapmış olduğum fedakarlığın ve özverinin karşısında bir teşekkür bile alamamak oldu. Bu anlamda şansızım. Sonuçta benden üç adım ileride gözüken arkadaşlarımın yerinde ben de istesem olabilirdim. Ama ben sevgiyi seçtim. Çünkü onların bu hırsla koştukları zaman gelebilecekleri yer, zaten benim bulunduğum yerdi zaten. Şimdi boşanmaya karar verdim. Vazgeçmek gibi bir niyetim yok. Ama bu konuda özellikle aşk, sevgi konusunda çok iddialı konuşmak istemiyorum. Ama benim için artık özel hayat bitmiştir. Şunu çok iyi anladım ki başarı çok önemli. Başarı çirkin olan bir kadını güzelleştiriyor, insanı hayatta daha kuvvetli yapıyor. En önemlisi başarılıyken acılara daha fazla göğüs gerebiliyorsun. Artık benim hayatımda önce mesleğim, sonra ben ve en sonda da aşk gelecek. Ben sıralamada bir hata yaptım ve bunları yaşadım.

İLİŞKİMDE PRESTİJ ARAMAM

Hiç alaturka değilim. Giyimden, yaşam tarzıma kadar hayatta her şeyin kalitesini seviyorum. Ama ilişkimde prestij aramıyorum. Çünkü ben kendim bir değerim. Hayatımdaki kişiler ne değerimi yitirtir ne de değer kazandırır. Ayrıca çok iyi aile çocuklarının çok kez hesabını ödemişimdir de. O yüzden ambalaj değil içindeki önemlidir. Cengiz, hayatımda tanıdığım en mert insanlardan biridir. Evlendiğim, soyadını taşıdığım için de gurur duyuyorum. Kızgın, kırgın olsam da bu gerçeği değiştirmez. Ayrılana kadar kabuğumda yaşayacağım. Ne ona, ne kendime ne de evliliğime laf getiririm. Bu ilişki bitecekse de ikimize yakışır bir şekilde biter.

ARTIK GÜÇLÜ OLMAK ZAMANI

Şu an Sapanca’da yaşıyorum. Nadasa bıraktım kendimi. Çok güzel kilo verdim, vermeye de devam edeceğim. Sonra işime dört elle sarılacağım. Çok kabiliyetliyim, güzelim, iyi bir insanım. Sanat camiasında niye bu örnekler çoğalmasın ki. Artık ya yapmadıklarımı yapacağım. Emek vereceğim mesleğime. Hayatım boyunca hep sırtımı anneme dayayarak yaşadım. O da bana kızınca, beni beş kuruşsuz bıraktı. Bir birikimim olmadığı için çok sıkıntı çektim. Şunu anladım ki benim tek başıma güçlü olmam gerekiyor. Çünkü herkes beni o dönemlerde terk etti. Yanımda bir tek köpeklerim ve Mehmet Ali Erbil vardı. Param olduğu zaman herkes yanımdaydı. Bu tablo çok üzdü beni ve kendime gelmeme neden oldu. Çok akıllandım. Artık önüme bakıyorum. Şimdi üretmeye başlayacağım. Tek başıma çok güçlü olmak istiyorum. Bunu da başaracağım.

BEN ETTİM, SEN ETME

Çok iyi bir oyuncu olduğuma inanıyorum. Ancak hep sahne sanatçısı ya da bir süs bebek gibi lanse edildiğimden dolayı, başka hiçbir şey yapamayacağım sanılıyor. Oysa ben çok güzel bir köylü kızı da olabilirim, şehirli de... Kostüme dayalı bir dizi filmde oynamak istiyorum. Bu anlamda gelecek bütün dizi filmlere kapım açıktır. Benim için çok para önemli değil. Yeter ki seveceğim bir rol olsun. Mimiklerim çok iyi, iyi fotoğraf veriyorum. Fakat insanların kafasında benimle çalışmak zordur diye bir düşünce yerleşmiş. Son dizimi 6 yıl önce çektim. Çocukluk yaşlarımda yapmış olduğum hataları şimdi yapmam. Akıllandım artık. Hiçbir zaman kaprisli birisi olmadım. Sadece mükemmelliyetçi bir yapım var, hepsi bu. Bunun dışında single çalışmalarına da başladım. Her şeyden önemlisi bir kanal ile TV programım için anlaşma yaptım. Eski programım gibi olacak. Ancak yeni adı, ‘Ben ettim, sen etme...’ Küs olanları barıştıracağım, insanların birbirlerine sevgi mesajı göndermesine yardımcı olacağım.

SAF SEREN YOK ARTIK

Çocukça davranışlarımı, boş verişlerimi, dudak kalemimi, gözaltı beyazımı, aynamı, en doğrusunu ben bilirimleri, sevgiliyi, aşkı, fedakarlıklarımı her şeyi ama her şeyi bıraktım. Hayata sil baştan başlıyorum. Ve çok iddalıyım. Bugüne kadar mesleğimi hep ikinci planda tutmama rağmen, hala bıraktığım yerden başlamak, 14 yıldır aynı çizgide bulunmak benim ne kadar iddialı bir isim olduğumu gösterir. İşte ben bunun farkına vardım. Artık enerjimi sevdiğim adama değil, işime vereceğim. Bundan böyle hayatımdaki erkek bana enerjisini verecek. Sevmeyeceğim, aşktan uzak duracağım demiyorum. Zamanı geldiğinde yine seveceğim yine aşık olacağım ama fedakarlık yapan, saf, duygusal, çocuksu Seren’i öldürdüm artık. Keşke bu Seren’i öldürmeselerdi... Hayatımdaki erkek için yerine göre fedakarlık yaparım ama asla ve asla işimi bırakmam. İlk önce ben. Bunu öğrendim. Kuvvetli olmam gerektiğini anladım. Bu yaşta aklım başıma geldi. Bunu sağlayan herkese teşekkür ederim. Ama yaşadıklarıman pişman değilim. İyi ki de yaşamışım.

Hummer için dava açacak

Şimdi ben arabamı ikinci el olarak bir galeriden, usule uygun bir şekilde 100 bin dolara satın aldım. Fakat 44 adet olan bu Hummer’ları Türkiye’ye getiren ve galerilere dağıtan Beşiktaş’taki bir firma, araba başına 17 milyar olmak üzere bu arabaların vergisini düşük göstermiş. Sonra devlet bu firmayla davalık olmuş ve para istemiş. Onlar bu parayı ödemeyince de şimdi bizlerden istiyor. Geçenlerde evime tebligat geldi. Bu parayı ya da mahkeme sonuçlana kadar teminat mektubu vermemizi istediler. Neden vereyim? Ben arabamı hiçbir şeyden habersiz, yasal bir şekilde satın almışım. Karmaşık işler çeviren bu ithalatçı firma. Şimdi ben bu parayı vermezsem arabama el koyulacak. Bu nasıl adalet? Bu şirket hala lüks otomobiller satmaya devam ediyor. Devlet neden gidip onların galeresindeki arabalara haciz koymuyor da bizim arabalarımızı elimizden alıyor. Satsam, satamıyorum da... Sibel Can’ın arabasına el koymuşlar. Ben direniyorum. Bu firma hakkında 300 milyarlık dava açağım. Bu çok büyük adaletsizlik...

İran’a özel

Geçtiğimiz günlerde bir internet sitesi de yazmış. Arap ülkelerinde, daha çok İran, Irak gibi yerlerde Sibel Can, İbrahim Tatlıses ve benim kartpostallarım çok satılıyormuş. Çok kısa bir süre önce Taksim’de alışveriş yaparken İran’lı bir gurup, beni görüp tanıyınca bunun doğru olduğunu bizzat gördüm.

Fakat oralarda satılan kartpostallar hep Erol Atar’ın yıllar önce çektiği, eski fotoğralar. Birkaç ay önce İran’daki bir firma benden yeni fotoğraf talebinde bulundu. Ben de değişiklik ve hoşluk olsun diye yüzüme dövmeler yaptırıp fotoğraf çektirdim. Çok da güzel oldu. Herkes çok beğendi. Şimdi bu tarzdaki kartpostallarım orada satışa çıkacak. Açıkçası tepkinin nasıl olacağını ben de çok merak ediyorum...
Yazının Devamını Oku