Pakize Suda

Seks Gönüllüleri Derneği

14 Ekim 2008
SPOR yazarı Mehmet Demirkol, Milliyet Pazar’da Pelin Çini’ye verdiği röportajda, erkeklerin kadınları kandırmak için artık kelebek koleksiyonunu göstermek yerine makarna pişirmeyi bahane ettiklerini söylemiş. Konu kadın-erkek ilişkisi değil ama...

Gastroseksüel erkekler.

Demirkol da zaten "Mutfağın hayatımızda aldığı yeri düşünün artık" demeye getiriyor.

Fakat burada bendenizi esas ilgilendiren husus, kadının kandırılması durumu. Daha doğrusu, kadının sevişmek için kandırılmaya ihtiyaç duyması.

Neden sahi?

Bırakın insanı, kedilerde de durum aynı. Sokaktan gelen sesleri duyuyorsunuzdur... Zaman zaman çocuk ağlamasını andıran kedi bağırışlarını..

Ne o biliyor musunuz?

Hayır, oynaşma yahut kavga değil. Erkek kedinin yalvarma sesi o!

Fakat dişi kedi arkasını duvara vermek suretiyle "ırzını" garantiye alır ve Nuh der Peygamber demez!

Öteki habire ağlar... Fakat nafile!

Arka arkaya giden iki kedi gördünüz mü bilin ki öndeki dişidir. Arada durup erkeğe iki pati atıp devam eder yoluna.

Eğer erkek her ağladığında "peki" deseydi dişi kedi, sokakların kedilerin hákimiyetine geçmesi işten değildi. Etrafta makul sayıda kedi geziyorsa dişi kedinin kırk yılda bir razı olmasındandır!

* * *

Her ne kadar artık kadınlar, görende "hazır asker" intibaını uyandırsa da o sahiden yalnızca intibadır.

O görüntü, işin reklam kısmıdır.

Kadın, ilişkinin "karşılıklı tanıtım" aşamasında kendini bir tanıtır ki... Zannedersiniz "Seks Gönüllüleri Derneği"nin başkanıdır!

Sonra...

Sonrası malumunuz.

Asırlardır süregelen "baş ağrısı!"

Baş ağrısı, ilişki başlayıp ilerledikten sonra tabii. Ondan önce erkeğin evindeki "aktivite"leri ustaca bir manevrayla atlatma faslı var.

Nedir bu aktiviteler... "Makarna pişirmek", "’rahat rahat’ maç seyretmek"... Ha bir de "bi kahve içmek" var ama o daha ziyade kadının evinde oluyor nedense. Her "aktivite"nin bir yeri var!

"Hani işin başında ’Seks Gönüllüleri Derneği Başkanı’ olunuyordu, ne manevrası?" diyeceksiniz.

Söyleyeyim.

Manevranın manevrası!

Hem ne dedim ben size, "o, işin reklam kısmı" demedim mi?

Onca reklam görüyorsunuz televizyonda...

Hangisi kapıya getirip bedava "verdi" ürününü?

Verse de eşantiyon vermiştir. Tadımlık mesela.

Reklamın amacı vermek değil, gösterip heveslendirmektir!

Bu arada esas konuya geçemedik. Kadının sevişmek için neden illaki kandırılmaya muhtaç olduğuna... Bir başka sefere artık.

MIŞ-MUŞ

Akıllı erkeğin spermi daha sağlıklı oluyormuş.Bir başka deyişle "sağlıklı sperm aslanın ağzında!"

105 yaşındaki kadın, uzun yaşamasının sırrını "Seksten uzak durmak" olarak açıklamış.Aman ne Arap’ın yüzü ne Şam’ın şekeri!

Erdoğan, Asya’dan Avrupa’ya deniz altında yürümüş.Korkarım Fatih’in gemileri karada yürütmesi gibi sunar bunu!
Yazının Devamını Oku

Du bakalım!

12 Ekim 2008
HER zaman gittiğiniz, sevdiğiniz, beğendiğiniz bir yer... Çok şık bir restoran... Servis, yemekler, her şey mükemmel.

Fakat bir gün bakıyorsunuz yemeğinizde bir saç kılı!

Ne şıklığı kalır oranın, ne yemeklerin lezzeti. Aniden gözünüzden düşer o güzelim yer.

Paşa’nın Aktütün baskınına "Fransız kalış"ı yemekten çıkan kıl misali biraz. 50 yıllık hizmet sizlere ömür!

Sırf bu olsa...

İnsanın aklından, "Ha, demek bu meselenin 24 yıldır sürüyor olmasının nedeni buymuş" gibi düşünceler de geçmiyor değil.

Gelmiş geçmiş bütün paşalar töhmet altında şimdi.

Hepsi golfçüydü belki.

Yahut tenisçi.

Veya briççi.

Şucu, bucu.

Ne bilelim biz... Bildiğimiz 24 yıldır terörün bitmediği.

* * *

Hayır, baskını duyup da tınmasaydı Paşa, oklar bir tek onu hedef alacaktı. Ama "Haberim yoktu" deyince...

NAYIR, NOLAMAZ! diye bağırmak istiyor insan.

Ve de herkese her şeye güvenini kaybediyor.

İnşallah yalandır.

Yani Paşa’nın saldırıdan ta ertesi gün haberdar olduğu. Yoksa ne yaparız, nasıl yaşarız bu topraklarda. Evet, evet Paşa’nın basiretinin bağlanmış olması için dua edelim.

Aksi halde, ne sitemlerimizin bir anlamı var, ne istifasının. Türkiye’nin ciddi bir devlet olmaktan istifası gerekir.

* * *

Gelgelim bu vesileyle gündeme gelen golf sporuna.

Bütün olan bitenden bağımsız olarak Paşa’nın golf oynaması hoşuma gitti doğrusu.

Bu da tuhaf tabii.

Yani bilinçaltımda askerlerin golf oynayamayacağına dair bir düşüncenin yatıyor olması... Duyunca sevinçli bir şaşkınlık yaşamış olmam...

Önyargım golfle mi ilgili askerle mi çözemedim. Her neyse, iki türlüsü de aynı kapıya çıkıyor. Neticede golfle asker örtüşmemiş kafamda.

Bu vesileyle bir örtüştü pir örtüştü!

Şaka bir yana, hakikaten hoşuma gitti.

Ayrıca terörle ilişkilendirildiğinde daha umutlu olabileceğimiz bir döneme girmiş de olabiliriz.

Şöyle söyleyeyim, 24 yılda eli silah tutan çok komutan geldi geçti lakin durum ortada. Eli golf sopası tutan hepsinden evladır belki de, du bakalım.

MIŞ-MUŞ

Haksız gözaltı tazminat nedeniymiş.Hazine çöktü vallahi!

Dünya Bankası Başkanı, "28 gelişmekte olan ülke zorda kalabilir" demiş.Bize bir şey olmaz, daha gelişmeye başlamadık!

Okullar tasarruflu "ampul"e geçiyormuş.Biz 6 yıl önce geçtik, bi faydasını görmedik!

Rus manken Eva, "Kendimden küçük biriyle olmam" demiş.Nedeni "Tamamen duygusal" olabilir.
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

11 Ekim 2008
Romanlarda kahramanın ağzından sevgiliyi tanırız hani... Mesela birinde erkek der ki kadın için, "Daima hafif bir portakal ve kakao yağı kokusu olurdu."

Yahut "Cildi ay ışığı gibi aydınlatıyordu evi."

Kendinizi duymak istemez misiniz böyle?

Nasıl koktuğunuzu...

Nasıl güldüğünüzü...

Öfkelenince neye benzediğinizi...

Birinin size edebi bir dille anlatmasını istemez misiniz?

Ben isterim.

Ama gerçek hayatta kimse kimseyi bu türlü tarif etmiyor.

*

Balkonların demir korkuluklarına oturtulmuş, dikdörtgen, plastik saksılar...

Çiçekten görünmez haldeyse iyi.

Aksi halde çok kötü duruyor.

Ve ne yazık ki hepsi yılın büyük bir bölümünde çiçeksiz, çıplak.

Çiçeğin ömrü kısa çünkü.

Ve çiçek açan bitkilerin yaprakları, açmayanlar kadar canlı, parlak, gür olmuyor pek.

Doğa adalet dağıtmış bir nevi!

Çiçek verdiğinden yaprağı esirgemiş!

Tıpkı insanlarda olduğu gibi. Her şey tam olmaz ya hani... Bazen bakarsınız dünyanın en yakışıklı erkeği fakat zekádan yoksun. Yahut şahane bir çift bacak ama derinliği yok kadının.

Fakat herkes "çiçek"i tercih ediyor. Solup gitti mi geriye bir şey kalmadığını bildiği halde. Kimse sade "yeşil"e razı değil, "pembe"ler, "mor"lar, "kırmızı"lar istiyor.

*

Köşe yazılarını çevreleyen çizgi...

Bazı yazarlarda o çizgi bağımsızlığı ifade ediyor.

Yok, gazetesinin savunduğu görüşlerden bağımsız olma hali değil dediğim. Yani illa ki o değil.

Anlatmak istediğim, gazeteden bağımsız "var olma" hali.

Bazı yazarlar gazeteleriyle özdeşleşmiştir, bazılarının adıysa sadece "kendi"ni çağrıştırır. Sözünü ettiklerim işte bu ikinci gruba girenler. Yazılarını çevreleyen o çizginin içinde başlı başına bir dünyadır onlar.

O çizgilerden kesin yazıyı, hangi gazeteye koyarsanız koyun, fark etmez.

Onları seviyorum.

*

Bu bir senaryo olsaydı hiç inandırıcı bulmazdık.

Önce anne, sonra baba ve üç kardeşin ölümü. Bu devir için kalabalık sayılabilecek bir aileden geriye bir çocuk kaldı.

Nasıl atlatır bu travmayı...

Atlatabilir mi...

"Zaman ilaçtır" desek... Bu kadar büyük acıya bir ömürlük zaman bile yetmeyebilir.

Ama kimbilir...

Belki de insanoğlu böylesini de göğüsleyebilecek biçimde programlanmıştır...

Hava yastığı gibi devreye giren bir "mekanizma" vardır belki...

Ufak tefek sarsıntılar daha etkilidir de büyüğü daha dayanılırdır, kimbilir...

Bir nokta vardır, o aşılınca başa dönülür...

Dilerim, böyle olur.

7, 10, 12 yaşındaki üç çocuğuyla çadır kurup kamp yapan bir "sosyetik", "zengin" işadamı.

O işadamı, giderayak çoğumuzun önyargılarını yerle bir etti.

Hep uçakta, bilmemkaç yıldızlı otellerde, hijyenik bir dünyada gezmezlermiş demek...

Toprağa da basarlarmış, kuş yuvası misali evlerde de yatarlarmış, çadır da kurarlarmış.

Yahut filmlerde sunulduğu gibi, babalarla çocukların ilişkisi "çok para, az ilgi" biçiminde değilmiş.

Sizin bizim gibi insanmış onlar da.

Boşuna söylemiyorum bunu. İlk tepki olarak "Yok canım bi yanlışlık vardır, onların ne işi var orada!" diyenleri kulağımla duydum.

MIŞ MUŞ

ÆKenya’da keçilere prezervatif takmışlar.Biz de bir ara eşeklere spiral taksaydık iyi olacaktı!

ÆDünyadaki memelilerin dörtte birinin sayısı tükenme aşamasındaymış.Erkek kısmı bunu yanlış anlayıp stok yapmaya kalkışabilir!

Æİzmir’de bir kadın, çapkın eşinin penisini kesmiş.Kesin ve kati çözüm!
Yazının Devamını Oku

Otobaskı

9 Ekim 2008
EN çok anneme gülüyorum.<br><br>Annemin şahsında ait olduğu kuşağa da denilebilir. Çünkü bakıyorum onun arkadaşlarına, arkadaşlarımın annelerine, hepsi aynı. Uykuyla bir sorunları var mesela.

Uyumayı ayıp sayıyorlar adeta.

Uyumak utanılacak bir durum!

Seks gibi bir nevi; gizli yapılması ve asla dile getirilmemesi gerekiyor!

Yani herhalde.

Yoksa annem neden uyuduğunu saklasın bunca yıldır? Göz göre göre hem de?

Yok, sahiden uyumuyorsa ilgili yerlere başvurmak lazım. Guinness Rekorlar Kitabı’na falan.

"Buyurun! Annem 50 yıldır uyumuyor!"

Evlatları olarak şahit olduğumuz káh "mışıl mışıl", káh "horul horul" diye tabir edilen uyku halleri bir yanılsamadan ibaret belki de!

Bu durumda rekorlar kitabı bir yana, araştırmacı tıbbın hizmetine sunmak lazım annemi!

Nasıl oluyor da oluyor bi baksınlar!

* * *

Bir ara hakikaten paniğe kapıldım.

Annelerin asla yalan söylemeyeceğini bizzat annem öğretmişti ve işte şimdi gözünü yummadığını söylüyordu.

Yalan olamazdı!

Gerçi günün çeşitli saatlerinde yapmış olduğu şekerlemeleri görmüyor değildik fakat onlar da uyuma değildi annemin dediğine göre. Gözlerini dinlendiriyordu!

Anlamamız epey zaman aldı ki bu bir kuşak meselesidir.

Sahiden de gece değil ama uzun sabah uykularının ayıp sayılmasa da pek hoşgörüyle karşılanmadığı bir gençlik dönemi yaşamışlar. Uykudan ölseler de kalkıp evin düzeni içerisindeki yerlerini almışlar.

Sonra "koca""kaynana"lı dönem başlamış ki... "Buğdaydan sonra ekilen darıdan, kocasından sonra kalkan karıdan hayır gelmez" biliyorsunuz!

O günlerden kalma alışkanlıkla "Oh! Bi uyudum, bi uyudum!" demeye dilleri varmıyor şimdi. Komik duruma düşmeye razılar, yeter ki utanılacak bir şey yapmış olmasınlar!

* * *

"Uyumak" gibi "gezmek" de ayıp!

Üç şey için çıkılır evden:

İşe gitmek...

Evin zaruri ihtiyaçlarını karşılamak...

O da ayda bir, bilemediniz iki defa.

Eş-dost ziyareti... Fakat hastalık, ölüm yahut bayram nedeniyle sadece.

Bunun dışında kendini zırt pırt sokağa atanları "Allah ıslah etsin!"

Fakat annemi bu konuda yoldan çıkardık, "Allah’ın ıslah etmesi gereken kulları"na dahil ettik! Ama yine de her sokağa çıkışımızda araya bir zorunlu ziyaret sıkıştırıyoruz. Evden "arkadaşıma" diye çıkıp sevgilisiyle buluşan ama ya gidişte ya dönüşte mutlaka arkadaşına da uğrayan muhafazakár aile kızları misali.

* * *

Evet anneme gülüyorum...

"Anacım sana bi gece bekçiliği işi ayarladım", "İstinye Park’ın ateşi yükselmiş, bi ziyaret ister artık" gibi kötü espriler de yapıyorum...

Ama ne kadar baskı altında yaşamış bir kuşak olduklarına da içten içe üzülmüyor değilim. Baskı kalkmış, ama "kendileri" "abide" olarak duruyorlar.

"Otobaskı" diye bir sözcük var mı sahi?

Yoksa da o kuşağın dilimize bir hediyesi olsun!

MIŞ-MUŞ

İtalya Başbakanı, "Üç saat uyursam, üç saat sevişebiliyorum" demiş.Herkes gibi sekiz saat uyursa... İtalya batabilir!

Merkez Bankası Başkanı, krizle ilgili "’Bize bir şey olmaz’ demeyin" demiş.Başkan "Türklüğünüzü inkár edin" diyor adeta!
Yazının Devamını Oku

Bir ve beraberiz elbet de...

7 Ekim 2008
BAŞBAKAN’ımız bunu yapan kimbilir kaçıncı büyüğümüz olarak hepimize birlik ve beraberlik çağrısında bulundu.<br><br>Bir ve beraberiz elbet. Ama kör olası gözlerimiz, basına brifingde verilen bilgiler içerisinde şu haberi görmezden gelemiyor:

Aktütün Karakolu’nun, 4 karakolla birlikte bulunduğu çukur alandan daha güvenli bir bölgeye taşınması için çalışmalar GEÇEN YILDAN BU YANA sürüyormuş.

Bu topraklarda doğup büyüyen insanlar olarak bu "çalışmalar"ın ne olduğunu tahmin edebiliyoruz.

"Çalışma" denen şey "yazışma"dır büyük ihtimalle.

Çocuklar ölürken büyükler yazışıyordur habire. Dosyalar dolusu.

* * *

Başbakan’ımız hepimize birlik ve beraberlik çağrısında bulundu.

Bir ve beraberiz elbet.

Ama tutulası dilimiz şunu da sormadan edemiyor:

O karakollarda ne oluyor?

Yani ülkenin korunmasına katkısı nedir karakolların?

Hep baskınlarla gündeme geliyorlar.

Gereklidirler mutlaka da... O gerekliliğin nedenlerini bilmek isteriz doğrusu. Hayır, normal şartlarda merak etmezdik, haddimiz değildi falan ama iş neredeyse "Karakolların korunması, oradan oraya kaçırılması"na gelip dayanınca...

Sonra bu sabit olma halinin PKK için "kolay lokma" olma anlamına geldiğini, ordumuzun da onlar gibi "hayalet" misali olması gerektiğini savunanlar var.

Yaşananlara bakınca makul ve mantıklı geliyor insana.

Yok eğer aksi doğruysa bilmek, anlamak, ikna olmak isteriz.

* * *

Başbakan’ımız hepimize birlik ve beraberlik çağrısında bulundu.

Bir ve beraberiz elbet.

Fakat bu konuda hamasi yazılar döktürmemizi beklemesin kimse. İşe yaramıyor çünkü. Her birimiz birer Namık Kemal olduk neredeyse, lakin durumda bir iyileşme yok.

MIŞ-MUŞ

Binaların deprem riski 10 dakikada belirleniyormuş.Biz bu işi bizzat depremin yapmasını bekliyoruz; hem daha çabuk hem bedava!

ABD’de bir adam, sahibi olduğu 7 dairenin banyo ve yatak odalarına kamera yerleştirerek 20 yıl boyunca kiracılarını gözetlemiş.Sevişirken cep telefonuyla sevgilisinin fotoğrafını çekmekle yetinenler duysun, elálem nasıl ilerletmiş işi!
Yazının Devamını Oku

Razıyım

5 Ekim 2008
SAMSUN’dan Ankara’ya gidenler, Amasya’nın Merzifon İlçesi’nden çıkana kadar yol boyunca "Akif Gülle Ormanı" yazılı büyük tabelalar görüyorlarmış. Türkoğlu Köyü Akif Gülle Ormanı...

Çobanören Köyü Akif Gülle Ormanı...

Akören Köyü Akif Gülle Ormanı...

Şu köyü, bu köyü...

Kim Akif Gülle?

AKP Amasya milletvekili.

Nihayetinde adının verildiği yerler, ağaçlandırması devam eden orman sahaları. Amasya’da bir meydan ya da cadde yahut cami değil.

Yani işin içinde tek başına "yağcılık" yok belli ki. Gülle’nin ağaç sevgisi de var belki, kimbilir. O kadar da umutsuz olmayalım.

Birileri bir yerlere iki ağaç diksin de isterse adını "Hitler Ormanı" koysun razıyım.

Yahut Akif Gülle’nin adını Türkiye’nin giriş kapılarına yazsınlar... "Welcome to Akif Gülle."

Razıyım. Yeter ki ağaç olsun.

Sosyetik çocuklar

HAFTA Sonu Dergisi "genç sosyetikler"in nerede okuduklarını araştırmış.

Hepsi yurtdışında okuyor.

"Ne güzel" diyeceğim ama...

Nedenlerini tahmin etmeye çalışınca diyemiyorum.

Neler olabilir mesela...

Bir: Bizim okullar öyle b.tandır ki...

İki: Buradaki doğru dürüst bir okula girmeye yetecek puanı alabilecek kapasitede değillerdir.

Üç: "Sosyetik olmayan çocuklar"la aynı okullarda okumak istemezler.

Dört: Öyle dalları seçmişlerdir ki Türkiye bunlardan bihaberdir, dolayısıyla eğitimini de vermiyordur.

Beş: Aslında amaçları "okumak" değil "okumuş olmak"tır. Özellikle yurtdışında. Oraların dandik bir okulunda "Dostlar alışverişte görsün" misali okuyup geleceklerdir. (Harvard’lara gidenleri tenzih ederim.)

Altı: Aileler çocuklarını Türk hocalarına emanet etmez.

Hangi ihtimale baksanız kötü.

Ben esas şunu merak ediyorum:

Bu çocuklar nerelerde çalışıyorlar sonradan?

Çalışıyorlar mı ya da?

Bir tek masal gibi düğünlerle evlendiklerini duyuyoruz da... Hayır hakkını yemiş olmayalım çocukların.

Yetti gari

BİZİM oraların, Ege’nin dilidir bu.

"Yetti gari."

"Yeter artık"
yani.

Arap kadınlarının Gümüş olmak istediğini okuyunca ağzımdan çıkıverdi.

Gümüş dizisiyle Arapların ilişkisi... Hakikaten yetti gari!

Başka yeten şeyler de var böyle...

Ünlülerin çocuk isteği mesela. Evlisi, bekárı hepsi tez zamanda bir çocuk sahibi olmak istiyor.

Gözünüzü seveyim yapın şu çocuğu arkadaşlar!

Yapın da hep beraber başka konulara geçelim!

Sonra "sağlıklı beslenme" konusu var ki epeydir yetti gari!

İnadına yiyesim, yiyesim, yiyesim var!

Sigaranın zararları da yetti gari!

Anladık artık...

İçersek gidiciyiz!

Fakat "İçmeyen kalıcı mı?" diye sormak da gelmiyor değil insanın içinden!

Daha bir sürü şey...

MIŞ-MUŞ

Baykal kendisiyle televizyonda tartışmayı reddeden Erdoğan’a, "Belki prim yaparsın, geliver canım" demiş.Son dönem şarkı sözleri gibi olmuş biraz!

Bayram tatilinin ilk 7 gün bilançosu 88 ölü, 504 yaralıymış.Bayram esas ismini seçti: Can pazarı.
Yazının Devamını Oku

Allah mesut etsin

4 Ekim 2008
Baktığını gören insanlardansanız, seyretmekte olan arabaların içindeki çekirdek ailelerin yüzlerindeki o mutsuz ifadeye de defalarca şahit olmuşsunuzdur. Bayram tatili boyunca yine dikkat ettim de... Birinin yüzü gülse ya!

Gezintiye çıkmış, yahut bayram ziyaretinden dönüyor olmaktan çok, taziyeden geliyor gibiydi hepsi.

Evde nasıllar acaba?

Öyle mutsuzlar ki, sokaktan medet umup atladılar arabaya...

Fakat boşuna.

Yüz kasları donmuş adeta. Yüksek dozda kas gevşetici lazım.

Arka koltuktaki çocuklar da aynı.

Yahut evde çok mutlular...

Fakat taraflardan biri sokak diye tutturunca bir gerginlik yaşandı, o sürüyor.

Büyük ihtimalle kadın tutturmuştur.

Erkek, koltukta uyuklamak, televizyona bakmak, sınıfına göre internette sörf yahut ufak tefek tamiratlar yapmak istemiş, kadınsa "Çocuk patladı evde!" diye gürlemiştir.

İyi ki şu çocuklar var... Kadınların hali ne olurdu bilmiyorum.

Çocuk sıkıldı...

Çocuk istedi...

Çocuk tutturdu...

Çocuk seni özledi...

*

Çocuğun sıkılması tabiidir aslında. Armut ağacının şeftali verecek hali yok!

Kadın, erkek, toplum olarak canı sıkılan insanlarızdır. Evde, işte, arabada, hatta arkadaşlarımızla bir yerde eğlenirken, boşken, doluyken daima canımız sıkılır bizim.

Türklerin en çok kullandığı sözcükler araştırılsa "patladım" ilk sıralarda yer alır bana göre. Sıkıntıdan patlayanlara, yiyip yiyip üstüne göbeğini ovuşturarak soda içenlerin "patladım"ını da eklerseniz hele...

*

Bizdeki bu yoğun can sıkılmasına bazı atasözleriyle deyimlerin sebep olduğunu düşünüyorum.

"Arpacı kumrusu gibi düşünmek"

"Düşün düşün b.ktur işin"

Buradan düşünmenin iyi bir şey olduğu sonucu çıkar mı?

Biz de çıkarmamışız nitekim.

Düşünmeyip boş tutmuşuz akılları.

Daima.

Fakat...

"Düşünmeyen insanın canı sıkılır"

Bu da benim veciz sözüm!

*

Uzatmayayım, şunu diyeceğim:

Evlilik aşkı öldürür diye klişe bir söz var ya... Doğrudur fakat öldürme direkt olmaz.

Evliliğin esas öldürdüğü şey başkadır. İdealleri, hayalleri öldürür evlilik.

İdealleri, hayalleri ölmüş adamın aşkından ne hayır gelir sorarım size?

Mesele budur bana sorarsanız.

Arabaların içindeki erkeklerle kadınların asık suratlarının nedeni de budur.

Erkek kaptan olup uzak diyarlara gitmek istiyordu belki... Kadın dünyanın her yerinde çocuk fotoğrafları çekmek... Şimdi gittikleri en uzak yer erzak düzdükleri market!

*

Özellikle genç yaşta evlenenlere sormak istemişimdir hep... Merak ettiğiniz, yapmak, görmek, vakit ayırmak istediğiniz her şey bitti mi?

Evli olma hali bütün zamanını alır çünkü insanın... Hani belki bilmiyorsunuzdur...

Demek baktınız, ölçüp biçtiniz, düşünüp taşındınız, yanınızda bir adamla/kadınla televizyonun karşısında oturmaya, arada marketten bulgurla tuvalet káğıdı almak için kalkmaya, uzatmayayım yaşıyormuş gibi yapmaya karar verdiniz öyle mi?

Allah mesut etsin!

Laf olsun diye söylemiyorum, hakikaten işiniz Allah’a kalmış.

MIŞ MUŞ

Fok Badem Bodrum’da tatilcilerle bayramlaşmış."Ramazan" mı dedi, "Şeker" mi acaba?

İngiltere Kilisesi, ülkedeki ekonomik krize karşı bir dua yazmış.Bizde olsa darbe kesindi artık!

Çin yapımı çikolatalarda melamin bulunmuş.Benmari usulü eritip tabak yapın!
Yazının Devamını Oku

Cezalardan ceza beğenemiyorum

2 Ekim 2008
"Sallandıracaksın üç beş kişiyi..." diyenlerden olmadım hiç. Ama itiraf ediyorum bazı durumlarda en ağır cezayı hafif bulduğum oluyor.

Mesela Muğla’da geçen gün yaşanan olay...

Hayvan Dostları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı’nın kedisini arabayla ezerek öldürmüşler kimliği belirsiz(!) kişiler.

Daha önce de barınakta baktığı köpeği aynı şekilde öldürülmüş. Muhtemelen aynı kişiler tarafından.

Sebep?

Başkan, hayvan bakımevi kurmadıkları için Dalaman, Ortaca, Köyceğiz ve Dalyan belediyeleri hakkında İçişleri Bakanlığı’na suç duyurusunda bulunmuş.

Sonra annesini istediği parayı vermedi diye öldürüp parçalayan cani var...

Bu gibi yaratıklar için cezalardan ceza beğenemiyorum, kimse kusura bakmasın!

Fark etmek

AJDA Pekkan’ı fark ettim.

"Nası yani?" diyeceksiniz.

Bakın, üstünde hiç düşünmediğimiz bazı şeyler vardır... Yahut doğal bulduğumuzdan üstünde durmadığımız...

Annelerimizin bitmek bilmeyen sevgisi, şefkati mesela...

Anneler öyledir zaten, şaşılacak bir şey yoktur!

Ajda Pekkan’ı da yıllardır izler, beğenir, alkışlarız; evet genç kalmasını seyircisine saygı olarak nitelendirir, takdir ederiz falan da...

Durumun tam idraki içinde miyiz acaba?

Ben pek değilmişim doğrusu.

Sanki başka türlüsü mümkün değilmiş gibi bakmışım.

Kanıksamışım.

Bunca yıl aynı yerde kalmanın ne anlama geldiğini, bu "nankör" işte bunu yapabilmenin ne demek olduğunu fazla düşünmeden alkışlamışım Ajda Pekkan’ı.

Geçenlerde takside "Aynen Öyle"yi dinlerken fark ettim birden.

Hiç ara vermedi...

Yorulmadı...

Vazgeçmedi...

En önemlisi sermayeden yemedi hiç.

Her zaman yeni ortaya çıkmış "sahnelerin son bombası" sanki.

Belki de böyle olduğu için tam farkında değiliz asıl başarısını. Hep bugünkü performansını alkışlıyoruz.

"Yıllara meydan okuyor" falan gibi sıradan cümlelerle geçiştirilecek şey değil bu!

Bir "hadise"yle karşı karşıyayız!

Burası Türkiye çünkü; devamlılığın en az görüldüğü ülke belki de.

Bu yüzden önemli Ajda Pekkan.

MIŞ-MUŞ

Dünya medyası Erdoğan’dan kaygılıymış.

Bir laf oturturdu onlara ama yabancı dili yok!

10 kadından 9’u, vücudunu daha güzel göstermek için hile yapıyormuş.

Aman ha! "Tüketiciyi yanıltan reklam" yasak arkadaşlar!

İsmail Y.K: "Beğendiğim kadın tipi mevsimine göre değişiyor" demiş.

Pek de yanlış sayılmaz... Eda Taşpınar kışın ne işe yarar?
Yazının Devamını Oku