Pakize Suda

Türkler olayı elektriğe bağladı

16 Kasım 2008
ŞU evlendirme programlarında kendisini Türkiye’nin beğenisine sunan kadınlarla erkekler... Gerçek mi kuzum? Bana sorarsanız, şov için halk arasından seçilmiş hevesli ve yetenekli amatör oyuncular onlar!

Programın adı da yakında "Çok Komik İnsanlar Bunlar" olarak değişecek zaten!

Yok, eğer gerçekseler nerede saklanıyorlardı bugüne kadar?

Neden rastlamadık hiçbirine?

Tamam, teyzemiz, amcamız olamazlardı belki ama işyerinde her gün selamlaştığımız güvenlik görevlisi, evimize girip çıkan elektrikçi, çocukları elimizde büyüyen kapıcı, evrak imzalattığımız memur da mı değillerdi?

Yoksa kapıya ekmekle süt getirirken normal olan adam konu evlilik olunca değişime uğrayıp "mahallenin delisi" mi oluyor birden?

Hani, hastaneye yolunuz düşer herkesi hasta; çarşıya çıkar herkesi alışverişte bellersiniz ya... Ben şimdi bütün Türkiye’yi bu insanlardan ibaret sanmaktayım.

Ve bu duruma üzüleyim mi sevineyim mi, henüz kestiremedim. Hani renkli topluluk olmak iyi bir şey de... Bunun bir adım ötesi, akşama kadar tamtam eşliğinde zıplayan kabile mensubu olmak.

En iyisi seyre devam edip Názım Hikmet’ten devraldığımız mirası, "Memleketimden İnsan Manzaraları"nı, çeşitlendirmek belki de. Názım sağ olsaydı, eser üç bininci cildine ulaşır ancak usta hálá yazmalara doyamazdı, eminim.

Ben de naçizane notlarımı alayım bari.

Mesela...

Türkler pes etmiyor!

Bir, iki, üç... Dördüncü için televizyondalar. Ya "Tadın damakta kalması" durumu var ya da "Çıkmadık candan umut kesilmez" diye düşünüyorlar.

Türkler evlenmeyi seviyor fakat evli kalmayı sevmiyor!

Türkler evliliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyor! Ha bedava erzak dağıtımı, ha "karı", "koca"... Kamyon yerine televizyona koşuyorlar.

Türkler evleneceği kişide çok şey aramıyor!

Kadınlar özellikle... Hatta erkeğin kendisi bile olmasa ortada, olabilir. Evin tapusu yeter!

Türklerin kablosu var, olay elektriğe bağlanmış, lakin akım yok!

Türkler aynaya bakmıyor!

MIŞ-MUŞ

Hillary Clinton’ın dışişleri bakanı olma ihtimali varmış.

Baba Bush, oğul Bush, koca Clinton, karı Clinton... Amerika Birleşik Krallığı.

Ebru Şallı, "Harun’la güzellik maskelerimizi sürüp karşılıklı oturuyoruz" demiş.

Eyvah! Evliliğin sonu geldi galiba!

Meksika’da 70 yaşındakilere Viagra bedavaymış.

Bizde otobüs bedava. E, ikisi de "Hareket"e teşvik!
Yazının Devamını Oku

Tamamen insani

9 Kasım 2008
FRANSIZ bilim adamları 20 yaşından itibaren mutluluğun yavaş yavaş azalmaya başladığını, 40’lı yaşlarda en alt seviyeye indiğini, 50’li yaşlarda artmaya başladığını, 60-70 arasında da en üst seviyeye çıktığını bulmuşlar. Nedenlerini de açıklamışlar gerçi ama onlara kulak vermeden bakınca tabloya "Acaba 60 yaşında idrak yok mu oluyor?" falan gibi şeyler geliyor insanın aklına.

Hani "Deliye her gün bayram" gibi...

Fakat 60 yaş çok erken. Zaten 70’inde bittiğine göre bununla bir ilgisi yok.

Belki de akıl baştan gitmeden önce Allah son gürlüğü veriyor.

Neyse... Üzümünü yiyelim bağını sormayalım.

* * *

Fakat araştırmanın öteki kısmı hepimizin bildiği şey.

Yani genç yaşlarda var olan o daimi mutsuzluk hali.

Fakat bilim adamlarının dediği gibi 20 yaşında değil, yüze ilk sivilcenin düşmesiyle başlar bu hal, bu bir. İkincisi, söylendiği gibi gençlerin "ileriye dönük endişeleri" değildir sebebi. Yetişkinlerin uydurmasıdır bu; çocuklarının içi boş mutsuzluklarına bir ciddiyet atfederler.

İlk sivilceyle başlayan, bitişi ise zeká yaşına bağlı olarak kişiden kişiye değişen "ilk gençlik mutsuzluğu"nun esas sebepleri şöyle şeylerdir bana sorarsanız:

Çok zayıfım.

Çok şişmanım.

Giyecek hiçbir şeyim yok.

Sosyalci bana taktı.

Anne, kızın yine benim montumu giymiş!

Öf yine yağmur yaaa!

Bacağım kalın.

Boyum kısa.

Herkes iğrenç.

Aramadı manyak.

Penisim küçük.

Memem küçük.

Belim kalın.

.....

* * *

40’lı yaşlarda ise mutsuzluk -ki ben 30’lu yaşları da katıyorum işin içine- memleket ve dünya meseleleriyle, yahut rayına oturmamış hayatla ilgilidir daha çok deseler de inanmayın!

Yine şöyle şeylerdir:

Çok kilo aldım.

Giyecek hiçbir şeyim yok.

Patron bana taktı.

Keşke evlenseydim.

Keşke evlenmeseydim.

Of yine yağmur yaaa!

Bacağım kalın.

Boyum kısa.

Adam yok piyasada.

Penisim küçük.

Memem sarktı.

Belim kalın.

Dolmanın içi tane tane olmadı.

.....

* * *

Mutluluğun 50’li yaşlarda yükselmeye başlamasını ise çözemedim.

Artık belinin kalınlığıyla penisinin küçüklüğüne çare olmadığını anlayıp mevcut durumla barışıyor belki de.

MIŞ-MUŞ

Erdoğan, CHP’nin yolsuzluk suçlamalarına "Aynaya bak kendini gör" diye cevap vermiş.

Başbakan nostalji yapıyor... Çocukluğumuzun mahalle kavgalarını hatırlarsınız...

ABD’nin yeni First Lady’sinin zafer kıyafeti çok rüküş bulunmuş.

AKP’yi Obama’ya benzetenler haksız sayılmaz yani!
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

8 Kasım 2008
Pınar Selek’in "Sürüne Sürüne Erkek Olmak" isimli yeni kitabıyla ilgili Şirin Sever’e verdiği röportajı okuyordum. Erkeklerin kışkırtıldığından ve tokat yediğinden bahsediyordu. "Vurdu mu kıracak, açılmayan kapağı açacak, höt dedi mi korkulacak, yanında birine laf atılırsa müdahale edecek ve saldıracak, her an koruyucu olacak, her an dövüşecek, evini geçindirecek. Bir mit altında ezilen bir varlık yani! Her yerde sürekli bir erkeklik ispatı isteniyor ondan."

Tam bu sırada çok sevdiğim bir çocuğun askerliğini Şemdinli’de yapacağı haberini aldım. Ne demiş annesine telefonda biliyor musunuz?

"Zaten orayı istiyordum."

Pınar Selek
çok haklı.

14 yaşında kızını yaşlı adama peşkeş çeken anne...

16 yaşındaki kızını odaya kapatıp, nişanlısına tecavüz ettiren anne...

Kocasının yıllar boyu öz kızlarına tecavüz etmesini görmezlikten gelen anne...

Üç-beş "hasta ruh", cenneti annelerin ayağının altından alamaz elbet ama "anne"leri de son günlerin moda deyimiyle "insani yön"üyle ele almanın zamanı geldi galiba.

Fakat kim cesaret edecek?

Gel de arama Can Dündar’ı!

Bir erkeğin evlendikten üç ay sonra karısını aldatması ne demektir?

Anladınız kimden söz ettiğimi...

Ezberimizdeki gerekçeler "eskimiş ilişki"yle örtüşüyor hep...

"Aşkın ömrü" deseniz... "Üç ay"a inseydi haberim olurdu! Hem "sürat motoru" mu bu?

Bir tek şey kalıyor geriye... "Ne evlilikler gördüm zaten yoktular."

"İçimizdeki çocuk" geyiği vardır hani... "Mustafa" belgeseli sayesinde hiçbirimizde ölmediğini gördük o çocuğun. "Çocuk" demek sadece coşku, enerji, cıvıltı demek değildir... Babayı insanüstü varlık olarak görmek de var işin içinde.

Hatırlayın... Mesela "Senin baban kel o’lum" diyen öteki çocuklara nasıl giriştiğinizi...

Kelliğinin iyi, akıllı, güçlü adam olmasıyla bir ilgisi olmadığını bilmiyorduk.

Hálá bilmiyoruz.

"Rota" virüsü müymüş neymiş... Ki eğer öyleyse adı üstünde. Hakikaten rotayla ilgili bir durum var. Vücudun rotası şaşıyor.

Yeğenim anaokulundan getirdi, hepimiz sıraya geçtik. İshal, kusma, halsizlik. Ama ne halsizlik... Kalemi zor tutuyorum ve bu hafta özür dileyerek "Kısa Yazılar"ı kısa tutuyorum.

MIŞ MUŞ

 ABD’de seksle ilgili diziler seks yaşını düşürmüş. Merak etmeyin bizde düşse düşse entrika yaşı düşer!

 Prof. Klaus Kreiser "Atatürk’ü günlük tartışmanın dışına çıkartıp tarihe bırakın" demiş.

Adamın niyeti bizi işsiz bırakmak!

 Ankara’da şimdi de yün eldivenli sapık paniği varmış.

Kışlık sapık bu!
Yazının Devamını Oku

Bu bir ’Mustafa’ yorumu değildir

6 Kasım 2008
NEDİR peki?<br><br>"Mustafa"yla ilgili yorumlar üstüne, naçiz yazarınızın düşündükleridir. Türkiye’de Atatürk hakkında henüz karar verememiş yetişkin var mıdır?

Yanında mı karşısında mı duracağını tam kestirememiş, nereye çekilirse oraya gidecek biri?

Atatürk hakkında karar verilecek bir mihenk taşı mıdır bu belgesel?

Bana sorarsanız Atatürk’ü seven sevmiş, sevmeyen sevmemiştir bugüne kadar.

Kim, ne niyetle, ne türlü bir Atatürk’le çıkarsa çıksın karşımıza, bir şey değişmez.

"Mustafa" seyredilir, üstüne birkaç söz edilir ve herkes yoluna kaldığı yerden devam eder.

Yani fazla telaşa gerek yoktur.

* * *

Atatürk’ün yalnızlığı...

Ben de oldum olası Atatürk’ün yalnız olduğunu düşünmüşümdür.

Neden böyle hissettiğimi bilmiyorum.

Belki büyük adamların, ki bu bir sanatçı ya da bilim adamı da olabilir, yalnız olmasının gerekliliğine inancımdan... Başarının şartı gibi gördüğümden yalnızlığı...

Hatta daha da ötesi, çevresiyle uyumsuz biri olması, kalabalıklar içerisinde "ayrık otu" gibi durması gerektiğini düşündüğümden...

Belki de sosyalleşmekten çatlayan insan tipinden hazzetmediğimden Atatürk’e öteki türlüsünü uygun gördüm, bilmiyorum.

Fakat bizim toplum yalnızlıktan korkuyor. Ötesi, yalnızlığı "seçilmemek" olarak gördüğü için aşağılıyor. Hal böyle olunca Atatürk’ün yalnız "gösterilmesine" içerliyor.

Bense bu topraklardaki büyük adam eksikliğini helada bile yalnız kalamayan adam çokluğuna bağlıyorum.

* * *

Atatürk’ün içkiciliği...

İçki içtiğini zaten bilmiyor muyduk?

O kadar saklanamayacak bir gerçekti ki, daha ilkokulda haberimiz oldu bundan.

Hem kendi saklamamış Atatürk, bize ne oluyor?

Ayrıca nesi kötü içki içmenin?

Biz kıytırık işlerimizden sonra rahatlamak için iki kadeh atarken... Rahatlamak en çok Atatürk’ün hakkıydı.

* * *

Can Dündar tartışmadan kaçmaya çalıştığı noktada tartışmaya yakalanıyor.

Yani "Bu benim Atatürk’üm" deyip sıyrılmaya çalışırken, birçok kişinin "Böyle bir Atatürk sunmaya hakkın yok" diye karşısına çıkmasına neden oluyor.

Oysa "işte belgeler" dese... Kimse bir şey diyemeyecek.

Sahi "belgesel" nedir?

Adı üstünde, belgelere dayalı bir iş değil midir?

Yahut şöyle sorayım:

Fil belgeseli çekmeye soyunmuş bir belgeselci, "Bu benim filim" deyip filleri yeleli hayvanlar olarak anlatabilir mi?

* * *

Bu belgesel hiçbir işe yaramasa Can Dündar’ı kahraman yapmaya yarayacak!

Bu kadar eleştiri, bu kadar hücumdan sonra... Tarihe bakarsanız bütün kahramanların geçmişinde bu vardır.

MIŞ-MUŞ

8 yaş genç gösteren parfüm piyasadaymış.

Hiç heveslenmeyin, tükendi!

Dünya jet sosyetesi krizde elbise takası yapıyormuş.

Biz, Ebru Gündeş iki kere aynı elbiseyi giydi diye bozuluyoruz HAMDOLSUN!
Yazının Devamını Oku

Söz meclisten dışarı

4 Kasım 2008
ŞU "Hüseyin Üzmez meselesi"ne olay patlak verdiğinde girmiştim, tahliyeden sonraysa elim bir türlü varmadı. Bu defa kapsamı geniş tutasım vardı çünkü. Erkek okurlarımdan alınan çıkabilirdi.

Fakat kendimi tutamayacağım. Alıngan okurlarıma "Söz meclisten dışarı" diyerek konuya giriyorum.

* * *

Bana sorarsanız, 17 Ağustos’un Veli Göçer’i neyse, "kız çocuklarına cinsel istismar" konusunda da Hüseyin Üzmez odur!

Hatırlarsınız... Yüzlerce bina yerle bir olmuştu fakat suçlu olarak bir tek Veli Göçer’i tanımıştık.

Yani diyorum ki, memleket aslında Hüseyin Üzmez kaynıyor!

Onların farkı, kendilerini saklamaktaki ustalıkları.

Pazar Vatan’da psikiyatr Ertuğrul Köroğlu’nun "pedofili"yle ilgili yorumları vardı... "Çeşitli davranış kusurlarını, bozukluklarını çok iyi maskeleyen çok sayıda insan olduğundan emin olabilirsiniz" diyor Köroğlu.

Ben eminim. Çoktan beridir hem.

"Bütün erkekler pedofilidir" diyemem elbet ama şunu söyleyebilirim:

Eline fırsat geçtiğinde...

Başının derde girmeyeceğini bildiğinde...

Kesinlikle gizli kalacağından emin olduğunda...

14 yaşındaki kız çocuğuyla ilişkiye girmek istemeyecek çok az erkek vardır.

Eğitimli, eğitimsiz, zengin, fakir, çok Müslüman, az Müslüman, fark etmez.

Ha, pardon biraz fark eder.

Para ve güç sahibi erkekler mesela... Ötekilere oranla daha meraklıdırlar "en körpe"ye. Nasıl arabanın en pahalısını, teknenin en büyüğünü, cep telefonunun en alengirlisini hak ettiklerini düşünüyorlarsa...

"Çok Müslüman"lar zaten malumunuz... Onların Kuran’dan cımbızla bulup çıkardıkları "referans"ları da var. 14 yaşındaki kızları okuldan alıp "karı" yapmayı Allah’ın emri diye yutturacaklar bize neredeyse.

* * *

Erkek muhabbetlerinin nedir baş konusu?

Kadın.

Peki, 40 yaşındaki kadınları mı konuşurlar zannedersiniz?

Bir erkek masasında kahkahaların dozu arttığında bilin ki dillerdeki çıtırların yaşı iyice düşmüştür.

Lafından bile zevk alırlar.

Hiç olmazsa hayallerini süsler bir gün 14 yaşındaki bir kızla beraber olmak.

Ne?

"Şakalaşmadır" mı diyorsunuz?

Öyle mi?

Peki kadınlar neden 14 yaşındaki erkek çocuklar üzerinden birbirlerine şaka yapmazlar hiç?

* * *

Bakın, "Yok canım!" demeyin... "Hepimiz Hüseyin Üzmez’iz" diyecek halleri yok elbet. Üzmez bunların fikriyle zikri bir olanıdır sadece. Pişkini bir de.

MIŞ-MUŞ

Şişman kadın sekse daha düşkünmüş.

Düşkünlüğünden değildir o... Dışarısı aydınlık, yatak odası karanlık!

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, kimsenin AKP çatısı altına girdikten sonra "Ben ikinci baharımı yaşayacağım" deme hakkı bulunmadığını söylemiş.

"İkinci bahar" yok, iki "bahar", üç "bahar", hatta dört "bahar" var!
Yazının Devamını Oku

Hem evli hem kendini salmış olamazsınız

2 Kasım 2008
"HİÇBİR kadın aldatılmayı hak etmez!" Acaba hangi anlamda söyleniyor bu? "Hayatına bir kadın girdiğinde, erkek bunu eşiyle/sevgilisiyle açıkça konuşup ilişkiyi tez günde bitirmelidir" anlamındaysa eğer, tamamen katılıyorum.

"Örneği var mıdır bu söylediğinin?" diye sorarsanız...

Vardır elbet. Lakin "denizde damla" misali.

Daha çok iki tarafı idare etmeye çalışan erkekler görürüz. Etraftan o yönde pompalar gelir çünkü.

"Karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin oğlum!"

Daha ötesi, kadın da istemez, "Bak karıcığım ayrılmamız lazım" diyen erkeği.

Kadınların çoğuna "adam" değil "koca" lazımdır çünkü.

* * *

Ama yukarıdaki sözün esas anlamı bu değil, biliyoruz.

Söylenmek istenen şey şu:

"Bütün erkekler gönlüne ve uçkuruna hákim olmalıdır. Çünkü muhtaç olduğu her şey hayatındaki asil kadında mevcuttur."

Oysa, yüz tane kusurlu hareketini sayabilirim o "asil kadın"ın.

Ama bugün onlardan sadece birine değineceğim.

Fiziki durumuna.

Kimseyi rencide etmek istemediğim için isim vermeyeceğim ama basında yer alan bir boşanma haberinden, yıllar içerisinde görüntü olarak "ana-oğul"a dönüşmüş bir karı-kocadan ilham aldığımı söyleyebilirim.

* * *

Bakın önce şunda anlaşalım:

Hayat biraz da "uyulması gereken kurallar bütünü" değil midir?

Evliliğin de birtakım kuralları yok mudur?

Evli olmakla olmamak arasında sorumluluk açısından artık "uçurumlar kadar" olmasa da bir fark bulunmaz mı?

"Fiziği korumak" da o sorumluluklardan biri bana sorarsanız. Erkek, kadın ayırmadan söylüyorum bunu.

Karşısındakini 500 kilo birine mahkûm etmeye kimsenin hakkı yok!

Ha, bir hastalık söz konusudur, anlarım. Yahut baştan öyle görüp beğenme, sevme durumu vardır...

Ama "Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane" misali, üç-beş sene, hatta 30 sene sonra bile bambaşka biri olarak çıkmamalı kimse kimsenin karşısına.

"Yıllar?" diyeceksiniz.

İnsan 80 yaşında da hoş, zarif, bakımlı olabilir.

Zaten doğanın getirdiklerinden bahsetmiyorum, benim dediğim "kendini salıverme" durumu.

"Hem evliliğimi sürdürücem hem de kendimi salıvericem" diyemezsiniz. Her şeyi birden vermiyorlar insana.

"Şekil önemli değildir" gibi yalanlara karnım tok. Hayatta hiçbir geçerliliği yok bunun. Ancak edebiyat yaparken kullanılabilir.

Siz ne diyorsunuz, çirkin ve şişman kadınları işe almıyorlar, bilmez misiniz!

Hayat acımasız maalesef, ne yapacaksınız... Hatta belki de en çok karşı cinsle ilişkiler konusunda. "Kocayı delik çorapla işe göndermemek" yetmiyor çoğu zaman.

Ama çaresi var.

Benim gibi yapıp evlenmeyeceksiniz.

Ne Arap’ın yüzü, ne Şam’ın şekeri!

MIŞ-MUŞ

Cemil Çiçek, "İşkencede zihniyet devrimi şart" demiş.Sırayla... Şimdilik "işkencede devrim"deyiz.

Hüseyin Üzmez tahliye olmuş. Gel de şimdi "Burası Türkiye" deme.

Erkekler aldatıldığını fark etmede kadınlardan daha başarılıymış. O onların başarısı değil bizim "açık boyacı"lığımız!
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

1 Kasım 2008
Bütün mesele şu:<br><br>Kadın ilişki boyunca flört etmek istiyor. Ama bilmiyor ki, hem sevişip hem flört etmek mümkün değil.

Hele 1245 kere sevişmişseniz birbirinizle, hiç değil.

*

Elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilemezdik.

Konuşmak deseniz... Saçmalamaktan, pot kırmaktan mı korkardık, sesimizden mi utanırdık... Sus pus otururduk karşılıklı.

Masadaki hiçbir şeye dokunmazdık. Mazallah çatalı ağzımıza denk getiremeyiz, yahut çayı höpürdetiriz falan... Karizma çizilmesin!

Karşımdaki iki sevgiliye bakıyorum...

Kız koltukta yatar durumda, elinde cep telefonu, durmadan mesaj çekiyor.

Erkek de telefonuyla ilgili. Model değiştirmiş galiba, marifetlerini inceliyor.

Değişmeyen bir şey var o günden bugüne... Onlar da hiç konuşmuyorlar.

*

İşinizde gücünüzde, günlük hayatın içindesiniz... O sırada bir yerlerde birileri "suçlu" olduğunuza kanaat getiriyor ve gelip alıyorlar sizi.

Bakıyorsunuz, bazı gazeteler "yakalandığınızı" haber veriyor.

Ne zamandır aranan, ama kaçtığınız için bir türlü yakalanamayan bir canisiniz sanki!

Ünlüleri bikiniyle "yakalamaya" alışkınız ya... Burada da alışkanlıkla dilimiz sürçüyor herhalde!

*

Dikkat dikkat!

Selülitlenme ve kilo alma mevsimine girmiş bulunuyoruz!

Nisan, mayıs aylarında ise yeniden selülitlerden ve kilolardan kurtulma mevsimine girilecek!

Aksilik çıkarmayın, mevsimlerin sırasını bozmayın!

*

Bakın, kadının kadını beğenmesi, üstelik bunu yüksek sesle söylemesi pek görülmüş şey değildir.

"Samimi" olanı yani. Yoksa sırf "ne komplekssiz kadın" dedirtmek için görece "zararsız" hemcinslerini iltifatlara boğan kadınlar vardır.

Uzatmayayım, bu "kıtlıktan" dolayı söyleyeceklerim haber niteliğinde sayılabilir!

Son günlerde iki kadını çok güzel buluyorum.

Saadet Işıl Aksoy ve Özge Özberk.

Biri vahşi, seksi... Öteki ise eski fotoğraflardan çıkmış gibi; hani annelerin oğullarına almak isteyecekleri güzellerden.

*

Orhan Pamuk’un "Masumiyet Müzesi", bana Ayfer Tunç’un "Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek" isimli kitabını hatırlattı.

*

Bazı insanlar bir konuşurlar, haklıyken haksız duruma düşer.

Bazen de tam tersi...

Mesela, AKP’li 60 yaşında bir milletvekili, 38 yıllık eşinden 3 yıldır birlikte olduğu 35 yaşındaki danışmanıyla evlenebilmek için boşanmış.

Şimdi tam olarak ne yaşadıklarını bilmeden, sırf "fotoğraf"a bakınca "Ayıp etmiş" diyor insan...

Ama bakın milletvekili ne diyor kendisini savunurken...

"Yaşım gelmiş 60’a. İkinci baharı yaşamamı kimse engelleyemez."

Kıvırmıyor, kem küm etmiyor, "ne yardan ne serden vazgeçerim" demiyor, sıkışınca dönmüyor...

Kısacası susturuyor bizi. Diyecek bir şey bırakmıyor.

*

Bir adam...

Kız çocuklara tecavüz ediyor durmadan...

Polis aylardır peşinde...

Nihayet yakalanıyor ve olay hepimizin gündemine oturuyor.

Bütün gazeteler manşetten verdi haberi.

Fakat "Sapık yakalandı" şeklinde değil, "Sapık operacı çıktı" benzeri başlıklarla.

Başta operacılar, buna karşı çıkanlar oldu.

"Ne yani, tamirci ya da manav olsaydı yine mesleğine dikkat çekilecek miydi?"

Ama bana sorarsanız hiç alınmamalı operacılar. İltifattır aslında bu. Bütün sanatçılara.

Demek öyle beklemiyoruz ki sanatçılardan... Öyle önyargılıyız ki... (Önyargının iyisi de olur)

Şok geçirdik!

Sırf sanatçılar değil... Okur yazar takımından kimseye yakıştıramayız. Mesela doktor, avukat, mühendis olsaydı tecavüzcü, yine mesleği göze sokulurdu.

Uzatmayayım, esas alınıp kızacak olanlar tamirciler, bakkallar, manavlar falandır bana sorarsanız.

Öyle ya... Onları örnek verdiğimize göre kafamızda "potansiyel suçlu"dur hepsi.

Esas haksızlık bu değil mi?

MIŞ MUŞ

Yapay kalp 2011’de hazırmış. Bilim geç kaldı, o kalpten hepimizde birer tane var epeydir.

İngiltere’de bir kadın yarım milyon sterlin harcayarak 100 kez estetik ameliyat olmuş.

Sayılmaz! 25’inciden sonra o artık başka kadın!

Japonya’da damat adayı nikáh salonunu ateşe vermiş.

Kız ateşli ateşli "Bir kıvılcım yeter, hazırım bak" dedi belki, adam yanlış anladı!
Yazının Devamını Oku

Tedbir

30 Ekim 2008
"NE tedbiri?" diye sormazsınız herhalde! Ama ben yine söyleyeyim, şu meşhur ekonomik krize karşı tasarruf tedbiri.

Amerika’dan çıktı bize doğru geliyor ya...

Bu Amerikalıların kasırgası da böyle. Bir bölgede başlıyor, sonra bakıyorsunuz şöyle haberler gazetelerde:

Kasırga Kuzey Dakota’dan yola çıktı, yarın akşam saatlerinde Nebraska’ya varması bekleniyor. (Çok bilmişler "O söylediğiniz bölgelerde kasırga olmaz" falan diye mail atmaya kalkmasınlar; ’mesela’ diyorum.)

Uzatmayayım, başta Amerika olmak üzere krizden etkilenen bütün ülkeler tedbir telaşına düştüler. Katilin kurbanın cenazesine katılıp yakınlarına başsağlığı dilemesi gibi bir nevi!

Önce batır, sonra kurtar!

Bendeniz de sorumlu bir köşeci olarak size birtakım tedbir önerilerinde bulunacağım.

Okuyup da "Bu ne lan!" demeyin!

Sorumluyum dediysem, Asaf Savaş Akad değilim, benimki "sınırlı sorumluluk".

* * *

Cep telefonuyla konuşmayı azaltın!

Ama korkarım geriye bir şey kalmayacaktır çoğumuzun hayatında.

Bu, krizden beter olabilir.

Krizde hiç olmazsa "Elle gelen düğün bayram" durumu var.

Lüzumsuz konuşmaları kaldırın diyeyim bari.

Bunun bir başka ifadesinin "Cep telefonlarınızı kaldırıp çöpe atabilirsiniz" olduğunu biliyorsunuz di mi?

İnternetten daha az faydalanın!

Fakat "en taze medya dedikoduları"yla falan beslenemeyince çağın çok gerisine düşebilirsiniz!

Maazallah "yaşam destek ünitesinin fişinin çekilmesi" gibi olabilir bu "beslenememe" durumu!

Hem bu saatten sonra konu komşunun ağzına mı bakacaksınız... Kesmez sizi artık mahalleliden haberler. "Attan inip eşeğe binmiş" gibi olursunuz vallahi.

Hayır!

"Elektrik tasarrufu için erken yatın ama bu defa su faturası yükselebilir" demeyeceğim.

Yıllardır esprisi yapıla yapıla suyu çıkmış bir mevzudur.

Ayrıca ilk yapıldığında da gayet b.ktan bir espriydi.

Hem zaten artık herkes lambayı yakıp da sevişiyor.

Çocuğunuzu 32 kursun üç-beş tanesinden çıkarın hiç olmazsa!

Böylece pedagoga ödediğiniz paradan da tasarruf etmiş olursunuz. Çocuğunuz kendiliğinden normale dönecektir, emin olun.

Onun yerine o üç-beş kursa siz gidin!

Zaten kendi yerinize yollamıyor muydunuz çocuğu?

Hayallerinizi her yaşta gerçekleştirebilirsiniz!

Ha, siz değil ama kurs hocaları biraz zorlanabilir, o kadar!

* * *

E, n’oldu şimdi?

Tedbir falan yok gördüğünüz gibi.

Siz bildiğiniz yolda devam edin arkadaşlar!

Neyin tasarrufu hem... Geçen gün okudum. Amerikalılar yılda kişi başı ortalama 9-10, biz ise 1 kilo çikolata tüketiyormuşuz.

MIŞ-MUŞ

Türkiye’deki ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde yataklar doluymuş.Ben de diyordum ki "Ne bu dışarıdaki izdiham!"

Süreyya Yalçın 3 ay önce evlendiği ikinci eşinden boşanıyormuş.Nikáhta hakikaten keramet var! Kızcağız adamların kendine uygun olmadığını anca nikáhtan sonra anlıyor!
Yazının Devamını Oku