Ramazanı dinliyorum

Bu ramazan belki de şehirlerde bugüne kadar hiç duymadığımız kadar çok kuş sesi duyuyoruz. Ses kaydının henüz icat edilmediği zamanlarda ramazan, özel sesleri dinlemek için bir fırsattı.

Haberin Devamı

Güncel Türkçedeki en ilginç çelişkilerden biri “müzik” ve “mûsiki” ayrımıdır. Müzik deyince akla güncel şarkılar veya “Batı müziği”, musiki deyince Osmanlı döneminin eserleri veya “Türk sanat musikisi” geliyor. Oysa kelimenin aslında böyle bir ayrım yoktur: Müzik-musiki aynı şeydir. Her ikisi de eski Yunan kültüründeki “ilham perisi” anlamına gelen “mûs” kelimesinden türemiştir. (Sanatçıya ilham veren bu mitolojik perilerin ismi, ayrıca sanat eserlerinin sergilendiği “müze” kelimesinin de köküdür). Yani aynı kelime, Türkçeye Arapçadan “musiki”, Batı dillerinden “müzik” olarak geçmiş. İkisinin de kaynağı, öz anlamı bir: İlhamla gelen güzel sesler...

İLHAM NEREDEN GELİR

Sanatı ve müziği besleyen “ilham”, İslamiyet’te de ilahi bir armağan olarak görülmüştür. İnsanın kalbine, zihnine ‘indirilen’ bir bilgidir. İlham “geldiği” zaman bir bestekâr, sadece gönlünde, aklında beliren melodileri duyar; adeta başka şey işitmez olur. “İçinden taşan (feyz)” o sesleri dünyaya duyurmak için sabırsızlanır... “İçli” bir beste, “içten” okunan bir ilahi, dinleyenlerde farklı duygular uyandırır. Vecd halinde gazel veya mevlid okuyan birinin gözleri dış dünyaya kapanır... Güzel bir nâme, özel bir ses, insanın “içini” titretir, gönlüne dokunur. Hal böyleyken “Müzik ruhun gıdasıdır” denmesi çok tabii değil mi? İslami sanatlar içinde en kitlesel ve yaygın olanı da zaten müziktir. İslam şehirlerinin en özgün ses karakteristiği, günde beş kez okunan ezandır. Üç Müslüman bir dağ başında bir araya gelse, içlerinden biri namaza başlamadan önce -kabiliyeti olsun olmasın- “kamet” getirir. Tüm ilahi kitapların öğretiminde olduğu gibi Kuran eğitiminde de ritmik, melodik okuma esastır. Yunus Emre’nin “Sordum Sarı Çiçeğe” gibi ilahileri, yüzyıllar boyunca Anadolu’da küçük çocukların ilk söyledikleri “parça”lardan olmuştur: “Çiçek eydür (der ki) derviş baba, annem babam topraktır.”

Haberin Devamı

SAHUR VAKTİNDE

Eski devirlerde geceler, günümüzün şehir uğultusuyla karşılaştırılmayacak kadar sessizdi. Ama bunun bir istisnası vardı: Ramazan. Bir ay boyunca geceler canlanır, evdeki hareketlilik “sabaha kadar” sürerdi. Gecenin sessizliğini gümbür gümbür yaran davul, mahalleyi inlete inlete söylenen maniler ramazana özgü seslerdi. Sahur vaktinde artık günümüzde kaybolmuş sesli bir gelenek daha vardı: Müezzinlerin minarelerden okuduğu “temcid”. (Temcid, halk arasında sahur anlamında da kullanılmıştır ve tekrar ısıtılıp sofraya getirilen “temcit pilavı” sözü de burada gelir). Asıl anlamı “yüceltme” olan temcid, Allah’a yakarışlara ve duaya salavatın eşlik ettiği bir biçimdi. Başka zamanlarda da okunsa bile daha çok sahurdakiler hatıralarda yer etmiştir. İlahiler ve salavatlar, sadece sabahların değil, camide kılınan teravih namazlarının da ayrılmaz parçasıydı. Örneğin Topkapı Sarayı’nda, Hırka-i Saadet dairesinde kılınan teravih namazlarında, her dört rekât başında farklı makamlardan Türkçe ilahiler okunması bir gelenek halini almıştı.

Haberin Devamı

CAMİLERİN BAYRAMI

İslam medeniyetinde Kuran “okumak” ile şarkı “okumak” arasında doğrudan bir bağ vardı. Kuran’ın sesli okunması aslında müzikli okumadır; “kıraat ve musiki” bir bütündür. Camilerin ve dergâhların müzik kültüründe merkezi bir yeri vardı. Önemli isimler buralardan yetişirdi. Kuran’ı ezbere okuyan hafızlar içinden hafızalarda yer eden “ses sanatçıları” çıkmıştır. Ses kaydının olmadığı devirlerde “canlı” dinleme tek seçenek olduğu için ramazan, özel sesleri dinlemek için kaçırılmayacak fırsattı. Çünkü ramazan boyunca camilerde “mukabele” geleneği vardı. Yani sabah, öğle ve ikindi namazından sonra sesli Kuran okunur, cemaat de bunu takip ederdi. Hem mukabele, hem de teravih vesilesiyle güzel sesli hafızlar ve gazelhanlar ramazanda büyük kitleleri camilere çekmiştir. Öyle ki “cemaatin azalmaya başladığı o koca mabetler halkı alamaz” hale gelirdi. Hafız Sami (1874-1943) gibi bazı isimler, söz konusu heyecanı 20. yüzyıla taşımıştır. Tabii ramazanın özel sesleri sadece dini müzikten ibaret değildi. İftardan sonra Karagöz-Hacivat gösterilerindeki çocuk kahkahaları meydanlardaki satıcıların seslerine karışırdı. Ayrıca konaklarda veya mevsimine göre bahçelerde fasıllar düzenlenirdi. Bayram geldiğinde ise kutlamalar, eğlenceler ve tabii ses cümbüşü doruğa çıkardı.

 

Yazarın Tüm Yazıları