İlber Ortaylı

Ortadoğu coğrafyası

5 Kasım 2023
İlk olarak 2013 yılında çizilen ve şimdi tekrar gündem olan, tartışılan şu harita ABD’deki karar sürecini sürükleyen grubun her şeyden evvel aile, okul ve dünya vatandaşlığı terbiyesinden çok uzakta olduğunu gösterir. Amerika, Ortadoğu’da kendine göre kuvvetli noktalar yaratmaya çalışıyor. Bunlarda muvaffak olması mümkün değil.

ORTADOĞU coğrafyası fizikî bakımından hâlâ incelenmektedir. Sanılanın aksine kolonyalist dönemin coğrafyacıları ve hassaten kolonyalist idare burada fiilen hazır bulunmayan güçler kadar bu coğrafyayı filolojik, hatta biyolojik ve jeolojik bakımdan incelememiştir. En kaba bilgisizlik maalesef Osmanlı İmparatorluğu’nundur. Ama 30 yılı aşan manda döneminde bile İngiltere’nin en önemli incelemeleri yaptığı söylenemez. Fransızların geçen asırdan beri bölgenin etnik ve kültürel tarih araştırmaları daha önde gitmektedir.

Bugün ise bilgisizlik, o mevcut bilginin yerini kaparak siyasi karar mahfillerine sızmıştır. State Department’ın tarihçileri ve coğrafya uzmanlarının tahminleri bir satranç tahtasına veya bir matrikstin periyodik anlayışına göre ortaya çıkmaktadır. En grotesk hatalarından biri İkinci Dünya Savaşı’nda savaşa katılmayanların Yahudi mirasını ve mülteci Yahudi parasına el koyduklarına dair inançtı. İsviçre ve İsveç’te gözledikleri hakikatleri herkese teşmil etmeye çalıştılar. Realite ile alakası yoktu.

Ortadoğu coğrafyasında İngiltere tarihte ne siyasi ne de fizikî coğrafya bakımından birbiriyle ilişkisi olmayan parçaları bir araya getirdi. Madam Gertrude Bell’in Irak haritası grotesk bir örnektir. Kendisinin arkeoloji ve etnik yapı üzerindeki sözde bilgisi muasır ve bazen işbirliği yaptığı Lawrence tarafından adamakıllı tefe konmuştu.

Sonuç ortada; cehaletin yarattığı Ortadoğu haritası Sykes-Picot ikilisinin şarlatan görüşleriyle ortaya çıkan Şark-î Arabistan’ın bölünme planları maalesef hikmet arayan Ortadoğulular tarafından cehaletin değil de şeytanca bir planın ürünü gibi değerlendiriliyor. Günümüzde de bu yaşanıyor. İlk olarak 2013 yılında çizilen ve şimdi tekrar gündem olan, tartışılan şu harita ABD’deki karar sürecini sürükleyen grubun her şeyden evvel aile, okul ve dünya vatandaşlığı terbiyesinden çok uzakta olduğunu gösterir. Medeni milletlerin bu gibi cürümleri ancak kapalı kapılar arkasında gizli kasalarda mühürlenir. En azından Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu böyleydi.

Zamanımızın ABD’si sanki demokrasinin sınırlarını kendine göre dolaştırıyor. Hürriyet, yani sevgili libertas (elefteria) ahlak, etik, moral ve Latinlerin deyimiyle ananeyle (norm) birlikte var olur. Herhangi bir toplumun belirgin, kaynaklarına ve araçlarına dayanarak başka toplumlar hakkında bu gibi haritalar çizmeye hele bunları cehaletle doldurmaya hiç hakkı olmaması gerekir.


Eylül 2013’te New York Times’da Robin Wright imzasıyla yayımlanan makalede, 5 ülkeden 14 yeni ülke ortaya çıkabileceği savunulmuştu.

WASHINGTON BÖLÜCÜLERİ GERÇEKLERDEN HABERSİZ

Yazının Devamını Oku

Atatürk’ün hayali 100 yaşında

29 Ekim 2023
Cumhuriyet Atatürk için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir. Bugünün Türkiyesi’nden yeni bir müteşebbis sınıfın, dünyaya açılan bir ticaretin, dünya ordularını talim ettiren bir ordunun bulunması onun hayalidir. Bugün etrafımızdaki coğrafyalar kaynıyor. Bunlar içinde Türkiye en iyi durumdaysa ve barışını kısmen de olsa sağlayabiliyorsa bu büyük bir başarıdır. Cumhuriyet’in hayali budur.

ATATÜRK’ün Cumhuriyet fikriyle ne zaman tanıştığı muamma bir tartışma konusudur. Aslında iki tarihin üzerinde yoğunlaşalım. Birisi kendisinin İttihat Terakki’nin merkez heyetiyle ciddi tartışmaya girdiği ve İttihat Terakki’nin Sultan II. Abdülhamid devri diktatoryası aratacak bir yola girmesini hissetmesidir. Bu konularda önyargısı çok derindir. Yakın arkadaşlarının huyunu suyunu iyi bildiği gibi sadece temasta olduğu askerî mülki erkânını da tanıyabilmektir. Bu nedenle Hareket Ordusu’nu kurmay başkanı olduğu sıralarda bu kargaşayı gördüğü 1911-12’den itibaren parti diktatoryasını tasvip etmediği açıktır.



İkincisi doğrudan doğruya Osmanlı saltanatının fiilen sona erdiğini, bu imparatorluğun mazisindeki parlak günlere yakışmayacak bir mecraya ister istemez gidildiğini gördüğü Mütareke dönemidir. Mütareke sırasında bazı planları vardı. Birincisi, padişah ile olan yakın ilgisi bu sayede Harbiye Nezareti’ne tayin edilmesi ve oradan darbe yaparak duruma el koyması ama yürürlüğe giremeyecek bu planın arkasından bütün yapamadıkları ve Amasya Tamimi’nden itibaren cumhuriyet kavgasına girdiği artık açıktır. Tabii ki resmi programı sadece dost arasında diye sır kâtibi durumundaki Mazhar Müfit (Kansu) Bey’e açıklaması Ankara vilayetine girdiklerindeki dinlenme mahallindedir.

150 YILLIK TARTIŞMANIN ÇÖZÜME GÖTÜRÜLÜŞÜ

Cumhuriyet onun için her şeyden evvel anayasa ve kanun demektir, meclis demektir.

Yazının Devamını Oku

Filistin

22 Ekim 2023
Masum insan ve çocukların katledildiği, yüz binlerce insanın aç-susuz bırakıldığı bir zamanda dünyaya yön veren devletlerin daha makul, daha tarafsız davranması beklenirdi. ABD’nin tavrı küstahça, Avrupa Birliği’nin tutumu ise çiğ. Evet bir zamanlar topraklarından ittiğiniz Yahudiler oradadır ama yüzyıllardır Filistinliler de o topraklarda yaşıyor. Asıl mesele, bu iki topluluğun nasıl bir arada barış içinde yaşayabileceğini belirlemek ve doğru yaklaşımları desteklemektir.

Fİlİstİn milattan önce 14 binlerden beri yerleşik kavimlerin bulunduğu bir yer. Bazı kaynaklar milattan önceki 11. yüzyılda Amâlika denen Sami kavmin burada yaşadığını ileri sürüyor. Bu kavmin bu coğrafyada ne kadar yayıldığı tartışılabilir.

EN KARANLIK DÖNEM

Milattan önce 12. yüzyıl, bütün Doğu Akdeniz tarihinin en karanlık devridir. Kimlerin nereden geldiği hâlâ tartışılıyor. Daha evvelki kavim “Paleziler” denen, daha sonra “Filistler” diye çevrilen Filistinlilerdi. Bu kavmin dilinin Sami dil olmadığı İndo-Avrupa’ya ait olduğu da ileri sürülüyor. Görüldüğü üzere filolojinin sabit bilgiler edinemediği bir devir.

Ama asıl Samileşme demek ki milattan önce 11. yüzyılda başlıyor ve bu devre kadar geliyor. İbraniler, yani İsrailoğullarının geliş noktası da Tevrat bilgilerinin dışında pozitif arkeoloji ve tarih açısından tartışmalıdır. Ancak realite ortadadır. Milattan önce 10. yüzyıl, yani 972 ve 932 arası Hz. Davud -Yahudilerin peygamberi ve hükümdarı Müslümanların da halife olarak kabul ettiği isim- ve sonra onun oğlu Hz. Süleyman’ın burada hâkim olduğu bir gerçek.

Asıl önemlisi miladın 1. yüzyılında Yahudilerin Roma’ya karşı çıkardıkları Bar Kohba İsyanı ardından Romalıların bazı Yahudi prenslerle işbirliği yaparak bölgeyi tamamen kendi ellerine aldıkları ve özerkliğini kaldırdıkları bir gerçektir. Ünlü laik Yahudi tarihçisi Titus Flavius Josephus bu isyanı Romalıların yanında hareketi bastırmak için katıldı. Sebebini de kavminin tamamen ortadan kaldırılmasını önlemek diye açıklamıştır. Ama dönem için onun bilgisine sahibiz.

Filistin’in bugünü Roma, Bizans döneminden sonra Müslüman Arap fetihleri bilhassa Komutan Amr bin Âs’ın burayı da Mısır ile birlikte fethetmesiyle başlar. Hz. İsa döneminde İbrancanın dil ve edebiyatta, Aramcanın günlük lisanda kullanıldığı malum. Artık Araplaşma dönemi başlamıştır. Bizim medeniyet tarihinde gözden kaçırdığımız bir nokta var: Filistin’de Yunan veya Latin dilinin kültürel hâkimiyet kurması Arap fethinden öncedir ve Batı’daki Hristiyan Helen Yahudi uygarlığının başat bir terim olarak kullanılmasının kabul edilemeyeceğini gösterir. Zira Yunancada, Hristiyanlıkta Doğu Akdeniz, Küçük Asya ve Mısır’da bugünkü Avrupa’dan çok daha evvel yerleşmiştir.

Roma devrinin ardından kalan manzara şu: Filistin’deki Yahudi toplumunun büyük bir çoğunluğu imparatorluğun dört tarafına dağılmıştır. Daha evvelden İskenderiye ve Ege Bölgesi’nde, Fırat havzasında yaşayanların üstüne Yunanistan’a, İtalya’ya ve giderayak İspanya’ya doğru bir akım vardır. Diasporadaki Yahudilerin bir müddet sonra Pireneleri aşarak bugünkü Fransa’ya geçtikleri, dolayısıyla Seferad İspanya tipi bir dönemin üstüne Selfati (Fransalı) ve Eşkinazi (Almanyalı) bir dönemin geldiği görülür. Esas olarak bu devir, bu ünlü göç Endülüs İspanyası sonrasıdır. Endülüs’te Müslümanlar ve Yahudiler İspanya’da çok önemli bir işbirliğiyle bir Rönesans devri başlatmışlardı.

Yazının Devamını Oku

Yunanistan’da seçimler

15 Ekim 2023
Yunanistan’da geçen hafta yerel seçimler yapıldı. Başbakan Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor. Yunanistan’daki bütün sıkıntılara rağmen Miçotakis, bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.ATİNA’dan dostumuz Venos Saharyadis (Şekeroğlu) bildiriyor. Geçen hafta pazar günü (8 Ekim) Yunanistan seçimleri (5 senede bir tekrarlanır); 56 vilayette ve 13 çevre valiliği (yani genel valilikte) ve 262 adet büyükşehirlerdeki belediye seçimlerini içeriyordu.KAZA, YANGIN, SU BASKINLARISon zamanlarda Yunanistan’da sorun çok. Tren kazasında 52 kişi öldü. Eğriboz adasında müthiş bir yangın vardı ve söndürülemedi. Volos ise su baskınlarından büyük hasar gördü. Teselya (Thessalía) Ovası; sel sularından göle döndü. Bütün bu sıkıntılara rağmen Kiriakos Miçotakis bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Beş tanesi bu haftaki seçimlerde belli olacak. Sadece Pasok’tan bir aday kazandı. Katılım oranları düşük. Buna rağmen Girit’te kazanan aday partisinin (PASOK) oy oranı partinin genel oranın çok üstünde (Yüzde 12’nin üstünde) ama Girit yüzde 78’le seçildi. Stavros Arnaoutakis ilginç bir Giritli. Girit’teki dört vilayetin başında genel vali. Bütçesi ve yetkisi geniş bir makam. Bu güveni kazanan adam Rethimnon yani Resmo şehrinin Arhanes köyünde muhtardı. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. “Köy idaresi olarak iktisadi işletme kurmalıyız” diyerek yola çıktı. Avrupa bütçesine bağlı ilk lokantayı burada kurdu ve Arhanes’te ilk Avrupa bakkal dükkânı da açıldı. Köye para yağdı. Bu zenginlikle köy kalkınınca muhtar da belediye başkanı, arkasından bulunduğu vilayetin valisi ve milletvekili seçildi. Şu anda da genel vali.Yunan seçimlerinde bugüne kadar görülmeyen tiplerin sayısı hayli kalabalık. Anadolu kökenli, özellikle Karadeniz’den ge-lenlerin çocukları ve torunları soyadlarını muhafaza ederek belediye başkanı oldu; seçilenler de oldu. Mesela Dangalakas, Cep-kenci, Dangalikis, Nizamis, Muradoğlu, Mayhoşoğlu, Kafatasakis, Pısvisis gibi. Trabzonlu Andrias Pahaturidis, Lazca pahari, ova demek oluyor. 245 bin nüfuslu Pelisteri şehrinin başında. 21 sene başkanlıktan sonra beş sene için yüzde 77.8 oy oranıyla bir kez daha seçildi. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor.TUZU KURU BİR ÜLKE AMA...Komşumuzun demokratik yapısı bize göre işliyor; görünen o. Seçimlere katılım düşük. Ama belediyelerdeki iktisadi girişim hareketi büyü-yor. Arnaoutakis tam bir belediyecilik kahramanı. Yunanistan’da da Karadenizliler bizdeki havuza dayanan bir seçim ve parti mekanizması geliştirmişe benziyorlar. Yunanistan tuzu kuru bir ülke. Seçimlere gitmeyenler gidenlere bakmaya bile üşeniyor. Ama kamuoyunun bizdeki kadar ilgilenmediğini söyleyemeyiz. Partiler ve partililer kontrol altında. Galiba demokrasinin en önemli vasfına sahip olan bir ülke.

Atİna’dan dostumuz Venos Saharyadis (Şekeroğlu) bildiriyor. Geçen hafta pazar günü (8 Ekim) Yunanistan seçimleri (5 senede bir tekrarlanır); 56 vilayette ve 13 çevre valiliği (yani genel valilikte) ve 262 adet büyükşehirlerdeki belediye seçimlerini içeriyordu.

KAZA, YANGIN, SU BASKINLARI

Son zamanlarda Yunanistan’da sorun çok. Tren kazasında 52 kişi öldü. Eğriboz adasında müthiş bir yangın vardı ve söndürülemedi. Volos ise su baskınlarından büyük hasar gördü. Teselya (Thessalía) Ovası; sel sularından göle döndü. Bütün bu sıkıntılara rağmen Kiriakos Miçotakis bir oy bile kaybetmemiş. Yunanlıların da bizimkine benzer bir mazereti var; muhalefette iktidar olacak kimse yok.

Kiriakos Miçotakis’in Yeni Demokrasi Partisi 13 çevre valiliğinden yedi tanesini almış. Beş tanesi bu haftaki seçimlerde belli olacak. Sadece Pasok’tan bir aday kazandı. Katılım oranları düşük. Buna rağmen Girit’te kazanan aday partisinin (PASOK) oy oranı partinin genel oranın çok üstünde (Yüzde 12’nin üstünde) ama Girit yüzde 78’le seçildi. Stavros Arnaoutakis ilginç bir Giritli. Girit’teki dört vilayetin başında genel vali. Bütçesi ve yetkisi geniş bir makam. Bu güveni kazanan adam Rethimnon yani Resmo şehrinin Arhanes köyünde muhtardı. Avrupa Birliği’ne bir proje sundu. “Köy idaresi olarak iktisadi işletme kurmalıyız” diyerek yola çıktı. Avrupa bütçesine bağlı ilk lokantayı burada kurdu ve Arhanes’te ilk Avrupa bakkal dükkânı da açıldı. Köye para yağdı. Bu zenginlikle köy kalkınınca muhtar da belediye başkanı, arkasından bulunduğu vilayetin valisi ve milletvekili seçildi. Şu anda da genel vali.

Yunan seçimlerinde bugüne kadar görülmeyen tiplerin sayısı hayli kalabalık. Anadolu kökenli, özellikle Karadeniz’den gelenlerin çocukları ve torunları soyadlarını muhafaza ederek belediye başkanı oldu; seçilenler de oldu. Mesela Dangalakas, Cepkenci, Dangalikis, Nizamis, Muradoğlu, Mayhoşoğlu, Kafatasakis, Pısvisis gibi. Trabzonlu Andrias Pahaturidis, Lazca pahari, ova demek oluyor. 245 bin nüfuslu Pelisteri şehrinin başında. 21 sene başkanlıktan sonra beş sene için yüzde 77.8 oy oranıyla bir kez daha seçildi. Bu haftaki seçimlerde de Yeni Demokrasi Partisi’nin önde gitmesi bekleniyor.

TUZU KURU BİR ÜLKE AMA...

Komşumuzun demokratik yapısı bize göre işliyor; görünen o. Seçimlere katılım düşük. Ama belediyelerdeki iktisadi girişim hareketi büyüyor. Arnaoutakis tam bir belediyecilik kahramanı. Yunanistan’da da Karadenizliler bizdeki havuza dayanan bir seçim ve parti mekanizması geliştirmişe benziyorlar. Yunanistan tuzu kuru bir ülke. Seçimlere gitmeyenler gidenlere bakmaya bile üşeniyor. Ama kamuoyunun bizdeki kadar ilgilenmediğini söyleyemeyiz. Partiler ve partililer kontrol altında. Galiba demokrasinin en önemli vasfına sahip olan bir ülke.

Yazının Devamını Oku

Antik Anadolu ve zamanın Türkiye’si

8 Ekim 2023
Bugün eski eser kaçakçılığı, Hollywood’daki malikanelere, Avrupa’daki yeni zenginlere hizmet ediyor. Kaçakçıları takip eden birtakım küçük burjuvalar da geçtikleri yerde rastladıkları taşları, camları yağmalayıp götürmekte geri kalmıyor. Akdeniz havzasının en zengin eski eser ülkesi biziz. Bu konuda bilincimiz var fakat yetersiz. Türk halkı, eski eserlerine ve vatanın zenginliğine kendisi sahip çıkmalı. Ona yabancı gözle bakmamalı. Bazılarımız eski Yunanı, Bizans’ı dışlayabilir, bazıları da Osmanlı devrini dışlar. Böylece Küçük Asya’nın muhteşem mirası yağmacıların eline düşer.

Aydın’ın Çine ilçesinde Alabanda Antik Kenti olarak bilinen antik kalıntı, eski eser tabelalarıyla gösterilen, yönlendirilen bir kazı alanıdır. Maalesef Türkiye’de tespit edilen hatta haklı olarak ziyarete yönlendirilen birtakım merkezlerde gereken ilmi kazıların yapılmadığı bir gerçektir. Bu arkeoloji eğitiminde son 20 yılda yetiştiremeyeceğimiz ve tatbikatla besleyemeyeceğimiz sayıda öğrencinin alınması, hatta her yerde arkeoloji ve sanat tarihi adı altında güya her ikisinin de bir arada yapıldığı garip bölümlerin kurulmasıyla ilgilidir. Arkeologya dediğimiz zaman milattan önce 1200’lerden başlayan -bazı yerlerde 2000 bazı yerlerde daha da eski- ve geç antik devir dediğimiz 6. - 7. yüzyıla kadar uzanan bir dönemin belirli yerleşkelerdeki kazıları ve incelemeleri akla gelmelidir. Hiç şüphesiz ki klasikteki bu devir eserlerinin incelenmesi büyük ölçüde filolojik malumatı da gerektirir. Sıradan amatör kazılar Schliemann’dan beri yapılmaktadır. Schliemann dil bilmekteydi. Ama bunun epigrafiye kadar yayıldığını söylemek mümkün değildir. Kazı teknikleri ve arkeolojinin hassas kazıları üzerinde bilgi sahibi olmadığı bilinmektedir.

Zaman içerisinde Türkiye başta olmak üzere, Akdeniz havzasının en zengin eski eser ülkesi biziz ve bu bizim için büyük bir derttir (ama altından kalkmamız lazım), Yunanistan, İtalya, tabii Suriye kıyıları, İsrail, Lübnan, Mısır ve Kuzey Afrika bu gibi kaçak kazıların ve kaçakçıların ilgilerini yönelttikleri yerlerdir. Hatta bazı halde bu kaçak kazı veya eser kaçırma işine arkeologların da bir yerden bulaştığı bir sır değildir. Kaçak kazılara karşı yapılacak şey milli devletlerin eserleri koruma alanında örgütlenmesi ve aynı zamanda da bilimsel grupların bizzat kazıları yürütmesidir.


Alabanda Antik Kenti

ESKİ ESER BİLİNCİ VAR FAKAT YETERSİZ

Akdeniz’in eski eser alanlarını ve eski eserlerini koruma şampiyonu İsrail’dir. Her İsrailli on bin yıllık bir tarih kesitini vatanlarının ve milletlerinin mevcudiyetini ispatlayacak bir tapu olarak öğrenir. Bunda çok haksız da değildir. Eski Yehuda Krallığına kadar Roma devri ve çok daha yoğun olarak Osmanlı devri Yahudi mimarî ve kültürel tarihinin bir bölümsel zenginliğini meydana getirir. Şunu söylemekte fayda var, orada herhangi bir kaçakçının veya kaçak işleminin takipçisi sadece devlet değildir. Son Belçikalının yakalanması gibi örneklere İsrail’de pek rastlanmaz çünkü reaksiyon çok serttir. Zaten giriş çıkışlarda da havaalanlarında asayiş ve emniyet antiterör kontrol dolayısıyla eski eserler hatta rekonstrüksiyon ve taklit eserler bile incelenir, sorgulanır. Ülke içindeki arkeoloji eğitimi görmüş çeşitli grupların bu gibi faaliyetleri yakalaması, izlemesi çok sık rastlanan örneklerdir. Yani yanıbaşındaki ecdat mirası cami haziresine ilgisiz gözlerle bakan İstanbullular örneğine orada rastlayamazsınız. Fakat derece derece İstanbulluların, Antalyalıların, Yozgatlıların örneği bütün Akdeniz’de yaygındır. Mısır öteden beri yağmalanır. Arap Ortadoğusu bu konuda son derece ilgisizdir. Hatta İtalya gibi bir devlet bile zaman zaman çok acizdir. Türkiye’de eski eser bilinci var fakat yetersiz. Gerek devletin gerekse gönüllü grupların savunması çok düşük düzeyde kalıyor.


Yazının Devamını Oku

Tarihimizin en kara mütarekesi: Mondros

1 Ekim 2023
Mondros Mütarekesi, Türk İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarından tamamıyla itilmesi, Akdeniz ve Karadeniz üzerindeki bağlantının beynelmilel kuvvetlere geçmesi ve en güçlü bahri kuvvet olarak İngiltere tarafından yönetilmesi, Türklerin imparatorluğunun Küçük Asya’da da sınırlı bir parçaya nakledilmesidir. İstiklal Savaşı’nın başarıyla tamamlanması ve Lozan’a gidilmesi bu projeleri durdurdu.

30 Ekim 1918 tarihi, kaderin cilvesi diyebiliriz. Birinci Dünya Savaşı’nın seyri olduğunu söylememiz daha rasyoneldir; bu tarihten tam 4 yıl evvel Rusya ile resmen savaş ilan ederek harp eden devletler arasına girmemizden sonra bu sefer teslim bayrağı çektik ve mütarekeye başvurmak zorunda kaldık. Avusturya-Macaristan, Bulgaristan gibi ağır müttefikler bizden evvel çekilmişlerdi. Almanya ise bir müddet sonra çekilecektir. Mütareke Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda olacaktır.

Türk heyetinin başında Bahriye Nazırlığı’na gelen Rauf Bey, İngiliz heyetinin başında Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe vardır. Şartlar malum devletlere İtilaf Devletleri tarafından empoze edildiği gibi ağırdır.DEVLET-İ ÂLİYYE’YE DAYATILAN AĞIR ŞARTLAR

1. Bütün tersaneler teslim edilecek, donanmalar da bu tersanelerle birlikte bağlantı altına alınacaktır.

2.  Mevcut askerî kuvvetler terhis edilecek, sadece asayişi sağlayacak kuvvetler kalacaktır. Osmanlı Genelkurmayı’nın doğrudan doğruya işgal kuvvetleri ile işbirliği hâlinde çalışması söz konusudur. Bu husus, ikinci işgal sırasında doğrudan doğruya Genelkurmay’a gelen yazışmaların kontrol ve sansür altında tutulmasına dönüşecektir.

3. Asayiş için Devlet-i Âliyye’nin bölgeleri İtilaf Devletleri’nin işgaline bırakılacak, devlet gereken yerlerde asayişi sağlayamazsa müdahale imkânı olacaktır. Bu madde de çok fazlasıyla ve abartılarak uygulanmıştır.

4. Doğrudan doğruya Birinci Dünya Savaşı’nın öncesindeki şartlara dönülecektir. Dolayısıyla İtilaf Devletleri’nin Türkiye’deki kapitülasyonlar konusunda ne kadar titiz oldukları, bu konunun üzerinde dikkat ve ciddiyetle durdukları, dostane ve hakkaniyetli bir yaklaşım beklemeyecekleri açıktır. Şahsen Rauf Bey mütareke sırasında Calthorpe’a yeniden bir gözden geçirmenin yapılabileceğini söylemiştir. Tabii İngiltere bu durumu Lozan Barışı’na kadar götürecek ve hatta Lozan görüşmelerinin çığırından çıkmasına sebep olacaktır.

İtilaf Devletleri savaşın daha sonrasında muhtelif safhalarda birbirleriyle ihtilafa düştükleri hâlde, mütarekede dahi, Lozan görüşmeleri sırasında hep bir arada kapitülasyonlar için hassasiyetlerini korumuşlardır. Bundan başka idarenin ve ordunun her safhada kontrolü vardır. İdarede bu sansürün ve kontrolün çok ileri gittiği; haberleşmeye el konulduğu, bundan daha fazlası Hariciye Nezareti’nin tüm mütareke dönemi boyunca çok açık bir şekilde İtilaf Devletleri ve İngiltere ile işbirliği yapması Ankara Hükümeti’ni çileden çıkaracaktır. Zaferden sonra Osmanlı Hariciye Nezareti’nde büyük ölçüde tensikata (işten çıkarmalara) gidilmesi tesadüf değildir.

Rauf Bey, Osmanlı milletinin fazla iyi niyetli davrandığını, İngiltere’den ve sözcüleri Amiral Calthorpe’dan daha soğukkanlı ve daha mutedil bir muamele gördüklerine inandıklarını belirtmiştir.

Yazının Devamını Oku

Turizmin karanlık geleceği

24 Eylül 2023
Bugün Ege kıyılarında insanlar bir restorana girmeye çekiniyor. Bodrum’da plajlar paralı ve çok pahalı. Fiyatlar lüks tatil merkezi Mykonos’un üstünde diyorlar. Ulaşımın artması, hızlı teknelerin sefere girmesi ile Ege kıyıları daha çok darbe yiyecek çünkü karşıda çok daha iyi restoranlar ve hizmet yarı yarıya düşük fiyatlarla.

Yetkİlİ turizm otoriteleri şikâyetlerini yücelttiler. Turizm gelirleri bu yılın sonunda ve gelecek yıl hiç de iç açıcı rakamlara ulaşmış değil. Artış düşük, seneye hatta daha düşük olacak. Asıl önemlisi içeriye turist yığınını getirmek değil, gelir olmalıdır. Amerika Birleşik Devletleri’ne gelen turist sayısı Avrupa’nın büyük turizm merkezlerine gelen sayıyla mukayese edilemeyecek kadar düşüktür ama elde ettikleri turizm geliri daha yüksektir. Ürün çeşitliği, arz edilen malın ucuzluğu, fiyat düşüklüğü, insanların dudaklarını uçuklatan restoran ve servis hizmetleri yanında pekâlâ orta sınıf insanları tatmin edecek, yüzlerini güldürecek hatta daha iyisini aratmayacak bir hizmetin Avrupa’ya göre çok daha ucuza temini. Bu Amerikan iktisadi anlayışının bir gereğidir.

İNSANLAR RESTORANA GİRMEYE ÇEKİNİYOR

O kadar uzağa gitmeyelim. Ege kıyılarındaki restoran ve otel fiyatları lüks hizmetin pahalılığına sahip ama onun yanında insanın yüzünü güldürecek rahatlığın ve kalitenin eksiliği mevcut. Bugün Ege kıyılarında insanlar bir restorana girmeye çekiniyor. Bodrum’da plajlar paralı ve çok pahalı. Fiyatlar bu konuda Yunanistan’da ölçüyü kaçırmış diye bilinen lüks tatil merkezi Mykonos’un üstünde diyorlar. Ulaşımın artması, katamaran gibi hızlı teknelerin sefere girmesi ile Ege kıyıları daha çok darbe yiyecek çünkü karşıda çok daha iyi restoranlar ve hizmet yarı yarıya düşük fiyatlarla. Bu yıl bizdeki fiyatlar hiç kimseyi memnun etmemişe benziyor. Hatta burayı “eli mahkûm” nitelendiren Arap turistleri bile.

Geçen hafta sevgili dostlarım Büyükelçi Ayşe ve Aydın Sezgin ile Midilli’ye geçtik. Mevsimin dönüşe geçtiği günlerdi. Midilli yeşil bir ada. Aynı paraleldeki kuzey Ege kıyılarıyla aynı iklime sahip olduğunu söylemek gereksiz. Şu farkla, orada zeytinlikler ve tabiat korunuyor. Çevrenin istismarı bizimle mukayese edilmeyecek derecede az. Midilli kıyılarını gezdikçe, yeşil alanların nasıl korunduğunu gördükçe insan zeytinlerin beş para etmez binalar için kesildiği, hoyrat yapılarla kıyıların kapatıldığı Türkiye’deki Ege’nin hüznünü daha iyi anlıyor. Çirkin bir bloğu yapan adamın binasının temelini atmadan evvel kıyısını betonla kapatıp örtmesi âdet hâline gelmişken, her yeri altyapısız bungalovlar sarmışken, Midilli’nin güzelliğine her seferinde daha hayran olurum ve gıpta ile bakarım. Halbuki Küçük Asya’nın zenginliği ve güzelliği antikiteden beri bütün yazar ve coğrafyacıların kalemindedir. Bu laubalilik bakalım ne kadar devam edecek. 

ŞARTLAR AYNI KALİTE FARKLI

Karşıda her şey ucuz göründü ve öyle; restoranlardaki yemekler, deniz ürünleri, ulaşım hizmetleri, hepsi ve canlılığın çoğu eskiden beri yükselen Türk turizminin ilgisi nedeniyle. Hadise çıkmadan alıcılar da satılar da memnun hayat sürüyor. Bu arz ve talebin birbiriyle uyuşması demek. Çünkü Yunan adalarındaki turizm sektörü mensupları çalışıyorlar. Aynı iklim şartlarına sahipler. Onların yazı da bazı yerde kısa bazı yerde uzun sürüyor ama müşteri ilgisinin mevsimden ve iklimden çok daha hassas olduğunun farkındalar.

Şikâyet edeceğinize yaptığınız işi ve kalite fiyatını ayarlarsınız. Yabancı turistten evvel Türk turistin canı yanıyor.

Yazının Devamını Oku

Ayasofya’yı koruyalım

17 Eylül 2023
Ayasofya herkesin elini kolu sallayarak geçeceği bir yol değildir. Zira altındaki dehlizler, atık ve nem sularını taşıyacak suyolları, havalandırma sistemi bu kadar ziyaretçiyi taşıyacak güçte değil. Giriş ve görüşleri zaruri olan tarihçi, arkeolog gibi bilim insanları, büyük dinler dünyasının temsilcileri, devlet adamları ve memurların oluşturduğu yıllık 20-30 bin kişilik bir kitle bile buranın ziyareti için kalabalık olabilir.

Sadece hatırlatmak için tekrarladığım cümleler: Ayasofya beşeriyetin hâlâ ayakta olan, kullanılan ve orijinal yapısıyla korunan en eski mabedi. Şekil ve hacim değişimleri itibariyle Ayasofya’dan daha eski olan kiliseler var ama bunların sanat tarihinde öncü bir rolü olmadığı gibi teknik bakımdan da hiçbir şekilde Ayasofya’daki mühendislikle mukayese edilemezler.

Ayasofya yapıldıktan bir müddet sonra bir zelzeleyle kubbede kısmî çökme meydana geldi ve onarıldı. Asıl büyük onarım ise Mimar Sinan’a aittir. Sinan bu restorasyonundan o kadar müftehirdi ki Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’ni Ayasofya’yı model alarak yaptı.

ORTAÇAĞIN EN YÜKSEK BİNASI

Mühendislik harikası eserin kubbe genişliği Roma’daki Pantheon’dan daha geridedir. Ama Pantheon bir bardağın üzerine konmuş yarım elma gibi statik bakımdan daha bilinen bir gelişmeyi temsil eder. Ayasofya ise sütunlar ve kemerlerin üzerine kurulmuş muhteşem bir merkezi kubbedir. Bu özellik ona bütün ortaçağlar boyu şehrin en yüksek binası olma özelliğini kazandırdığı gibi binanın içindeki ihtişam hâlâ devam etmektedir. Ayasofya’da giriş narteksinde Hz. İsa’ya değerli hediyeler sunan iki imparator var. İmparator Konstantin, Konstantinopolis’in yani İstanbul’un maketini, Justinianus ise Ayasofya’nın maketini sunuyor.

Burada şunu da söylemek lazım. Tabiat harikası İstanbul’u iki bin yıldır, şu son kötü yapılaşmaya kadar, mimari bir şaheser şehri hâline getiren eserlerin başında Ayasofya gelir. İkincisi Mimar Sinan ve ekolünün eserleridir. Justinianus gerçek, inanmış bir Hristiyan’dır. Konstantin Hristiyanlığı, vaftiz oluşu, pozitif tarihçilik bakımından tartışılıyor. Topladığı ilk konsülün (325 yılı Nicea) takbih ve aforoz ettiği Aryanizm’e mensup olduğu da Caesarialı Eusebius aracılığıyla Aryanizm’e sempati duyduğu da dedikodular arasındadır. Onun Hristiyanlığı, Hristiyan tebaanın destek ve başarılarına karşı duyduğu borcun getirdiği gösterimden ibaret olmalı. Gerçek Hristiyan imparator Justinianus’tur. 6. asırda vahdete ulaşan ilk ve tek hükümdardır. Onun eseri bugüne kadar devam ediyor. Koyduğu ad eski kiliseninkidir. Müslüman İstanbul da bu hoş tabiri (ilahi hikmet) kaldırmadı ve cami bu adla devam ediyor.

Etrafındaki Osmanlı ilaveleri; türbeler, çiniler ve dört minare sonraki ilavelerdir. Ne dışında ne de içinde Ayasofya’nın orijinal hâlini gölgede bırakacak bir ilave yok. Bu bakımdan tüm İstanbul’un Ayasofyası, Kurtuba’daki mescide benzer bir zulme uğramamıştır. Bunu belirtmekte büyük fayda var.

Hâlihazırda minarelerin restorasyonu söz konusu; bu doğrudur.

Yazının Devamını Oku