11 Eylül 2007
TURNUVANIN başından beri aradığımız ruhu dün yakaladık. Ama bu kez de basketbol tanrısını yanımıza alamadık. Eğer İbrahim’in son saniyede attığı üçlük girse, şimdi "eve dönüş" yerine belki de çeyrek finale çıkmanın hesaplarını yapıyor olacaktık. Ama kısmet bu kadarmış. İspanya’ya geldiğimiz günden beri iyi savunma yapıyor ama hücum etmeyi beceremiyorduk. Dün İtalya karşısında iyi savunmamıza iyi hücumu da ekledik. "Peki neden kazanamadık?" derseniz, "Bu turnuvadaki hastalığımız olan faul atma problemi" diyeceğim. Dün 29’da 16 atabildiğimiz faul yüzdesini biraz yukarı çekebilsek, maçı elimizi-kolumuzu sallaya sallaya alırdık. İtalya maçına kadar kötü giden her yönümüzü düzeltmiştik. Dış atış yüzdemizi artırırken, ribauntlarda da İtalyanlara belirgin bir üstünlük sağladık. Alma noktasına kadar getirdiğimiz maçı kendi ellerimizle rakibe teslim etmemizin faul atışları dışındaki bir başka nedeniyse, şimdiye kadar hiç yapmadığımız 14 top kaybıydı.
Hidayet yalnız kaldı
Tüm bu olumsuzluklara karşın maçı kazanabilirdik. Çünkü gerçekten savaştık. Savunmada herkes yüreğini ortaya koyup mücadele etti. Belli ki, kırılan onurlarımızı kurtarmak istiyorlardı. Hücumda da özellikle ilk yarıda mükemmel bir yüzdeyle oynadık. Takımın dünkü saha içi lideri hiç tartışmasız Hidayet Türkoğlu idi. Gerçek bir süperstar gibi sorumluluk aldı, sayı attı ve attırdı. Eğer Mehmet Okur ve İbrahim Kutluay skorda biraz ona katılabilseler, şimdi çok farklı yerlerde olurduk.
İlk kez takım olarak mücadele ettiğimiz maçta üçüncü periyotta yaşadığımız 14-0’lık krizi de çabuk atlattık. İnançla maça asılıp kazanma noktasına da getirdik. Ancak, o son üçlük girmeyince uzatmada talihimize küsüp minik minik hatalar yaparak maçı ellerimizle rakibe teslim ettik. Ve Avrupa Şampiyonası’na bir maç kala veda ettik. Şimdi yapılacak iş, yaptığımız hataları iyi saptayıp, bir an önce toparlanmak. Gördük ki, istediğimizde ve inandığımızda kapasitemiz yüksek. Ama bu mücadeleyi tüm turnuvaya yaymak, hatta maç içindeki iniş çıkışları da en alt düzeye indirmek şart.
Yazının Devamını Oku 6 Eylül 2007
AVRUPA Basketbol Şampiyonası’nın ilk 2 gününde girdiğimiz komadan dünkü Çek galibiyetiyle çıktık. "Hastamız tamamen iyileşmiş mi?" diye sorarsanız, cevabımız "Tamamen değil" olacak. Bu galibiyet bizi bir üst tura taşıdı. En önemlisi de umutlarımızı yeşertti. Şimdi önümüzde yeni bir turnuva var. Aslolan geçmişi unutup, her şeye sıfırdan başlayabilmek. Eğer bunu başarabilirsek, belki amaçladığımız noktalara ulaşabiliriz.
İlk iki gün yaşadığımız kabustan sonra dünkü karşılaşmayı oynamak gerçekten güçtü. Kazanma baskısının oyunculara bir stres yüklediği işin bir başka gerçeği. Ancak dün oyuncularımız kazanmayı kafalarına koymuşlardı. Verdikleri mücadele de bunu gösteriyor. Uzun süre sonra ilk kez bir topu kapmak için yerlere atlayan oyuncularımızı gördük. Bu işin sevindirici noktası. Zaman zaman yaptığımız etkili savunma da bir başka artımız.
Tempo artmalı
En önemlisiyse, başta Hidayet olmak üzere Mehmet Okur ve İbrahim’in yıldız oyuncu olma özelliklerini sahaya yansıtmaları. Dünkü karşılaşmayı zaman zaman krizler yaşamamıza rağmen kazanıp İspanya’daki yaşamımızı sürdürmek tabii ki sevindirici.
Şimdi önümüzde Slovenya, Fransa ve İtalya maçları var. Bunların hiçbirisi şakaya gelmeyecek ciddi ekipler. Mallorca’daki görüntümüzle 2. turda işimiz zor olur. Eğer bir yerlere varmak istiyorsak önce tempomuzu artırmalı sonra dün akşam yine çok sıkıntı çektiğimiz faul atışlarımızı (18/31) düzeltmemiz gerekir. Bu arada Tanjeviç’in çok sık oyunçu değişikliği yapması da takımımızın biraz balansını bozuyor. Bence artık oyunun büyük bölümünü oynayacak bir takımımızın da olması şart. Bundan sonrası için devamlılık, tempo ve daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatalım.
Yazının Devamını Oku 5 Eylül 2007
SORARSAN, kağıt üzerinde favori biziz. Tek tek oyunculara baktığımızda, artılarımız fazla gözüküyor. Ama iş sahaya gelince, herşey tam tersi. Dün kazanmamız gereken Almanya önünde öylesine utanç verici bir basketbol gecesi yaşadıkki, bu felaketi belki de uzun yıllar unutmayacağız. Maç öncesi kazanmayı planlamıştık. Ama, sıradan bir takım olan Almanlar$ı yenmek için bile mücadele etmek gerektiğini unuttuk. Sahada öylesine rezil ve öylesine basketboldan uzak bir milli takım vardı ki hiç bir özellikleri olmayan Almanlar’ı bile coşturdular.
Savunma yapamadık. Ama hücumu hiç mi hiç beceremedik. Herşeyden önce basketbolda durarak hücum organize edilmez. Sadece, dış şutlarla da bir yere varılmaz. 3 sayılık atışlarda 22/3, serbest atışlarda 24/12 gibi garip bir yüzdeyle kalırsanız ve de 2 asist yaparsanız, beklemediğiniz tokatla karşılaşırsınız.
Basketbol adına hiç bir doğruyu bir araya getiremeyen ay yıldızlı takımımız, köy takımlarının bile daha fazlasını attığı 49 sayının üstüne çıkamayınca felaket de zaten kaçınılmaz olmuştu.
Hesabı kim verecek
Şimdi suçlu aramak boşuna. Takımın başındakinden, sonuna kadar herkes suçlu. İyi oynayan oyuncuyu kenara alıp, yerine acemileri sürmek, hangi basketbol mantığı acaba?
Buraya gelirken iddialıydık, ama korkuyorduk. Belli ki yaşadığımız doku uyuşmazlığı yine tekrarlandı. Ruhunu teslim etmiş, mücadeleyi unutmuş, garip bir milli takım burada bizlere bu utançların en büyüğünü yaşattı. Benim bugünkü Çek maçından da umudum yok. Kazansak bile, bu kafayla gideceğimiz bir üst turdan, tokat üstüne tokat yeriz. En iyisi bavulları toplayıp, köyümüze geri dönmek. Bu utançtan başka türlü kurtulmamız mümkün değil. Türk basketbolu, tarihinin hiç bir döneminde böylesine rezil olmamıştı. Şimdi bunun hesabını kim verecek, çok merak ediyorum.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2007
LİTVANYA ile yollarımız son üç büyük turnuvanın hep başlangıcında kesişti. Japonya’da iki kez devirdiğimiz Litvanya’yı burada da yenip, Avrupa Şampiyonası’na iyi başlamayı umuyorduk. Ama evimizdeki hesap Mallorca çarşısına uymadı. Bize karşı çok iyi motive olmuş Litvanya karşısında ön plana çıkan belirgin eksikliklerimiz bize pahalı bir fatura getirdi. En önemli eksiğimiz çok hızlı bir takım olan rakip karşısında iyi geriye koşamamaktı. Özellikle dış adamlarımız rakiplerine çabuk geçildikten sonra, uzunlar da çember altını karartamayınca bu bölgeden yediğimiz sayılarla yenilgiye adeta davetiye çıkardık. Litvanya’yı yenebilmemiz için öncelikle iyi müdafaa yapmamız lazımdı. Ama, yediğimiz 86 sayı bu savunmayı yapamadığımızın en açık göstergesi. Ribaundlarda 42’ye 31’lik yenilgimiz maçı yitirmemizin bir başka göstergesiydi. Litvanya takımı boyalı alandan tam 40 sayı üretirken, biz onun yarısında kaldık. Ki, onların bir çoğunu da maçın bittiği bölümlerde attık. Bir de bunların üzerine33 faul atışının 12’sini kaçırdık.
Takım ruhu yoktu
Hızlı oynayamadık. Çember altını iyi kullanamadık, savunmayı yapamadık. En önemlisi birbirimizle yardımlaşmayı unutup, Japonya’daki takım ruhundan uzaklaştık. Hal böyle olunca da gerçek bir basketbol ekolünden gelen Litvanya’ya yenilmemiz kaçınılmaz oldu.
Oyun kurucularımızın aksadığını biliyorduk. Ama bu kadarını da beklememiştik. Kritik anlarda onlardan gelen hatalar, yapılan erken atışlar ve alınamayan ribaundlar sonucu yenilen fast break’ler ilk günden moralimizi bozdu. Dün sahada İbrahim ve Hidayet dışında ayakta kalan kimseyi göremedik. Özellikle Mehmet’in maç sonrasında saha ortasında toplanan arkadaşlarını bırakıp, soyunma odasına gidişini de yadırgadık.
Daha turnuva bitmedi. Dün izlediğimiz Almanya ve Çek Cumhuriyeti bizden iyi takımlar değiller. Yeter ki biz, bir takım olduğumuzu hatırlayalım ve yüreğimizi sahaya koyup mücadele edelim.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2007
ZAMANI tartışmalı, oynayanlar da futbolumuzun iki devi... Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın birkaç gün sonra Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı oynayacak olması nedeniyle zamanı tartışılan kupada, temsilcilerimizin Avrupa’da ne yapabileceklerine cevap aramaya çalıştım. Öncelikle Köln’deki tempoyu gördükten sonra hemen yargımı verdim; İşimiz çok zor. Bir kere, iki takım da bir türlü hızlanamıyor. Hem orta sahada hem de savunmada bol bol hata yapıyorlar. Bu kadar çok hata ile her ikisinin de bir yere varmasının güç olduğunu söylemeliyim.
Fenerbahçe, hala futbolun içine oynanması gereken bir oyun olduğunu öğrenememiş havasında. Bol bol yan pas yapma alışkanlığı sarı lacivertli takım için, el freni çekilmiş bir araba benzetmesi yapmamıza neden oluyor.
Beşiktaş’ın bu alandaki sorunu ise, çok fazla adamla savunma yapıp hücuma çıkmakta zorlanması. Dün gurbette sahne alan iki devimizin bir önceki yıldan farklarının neler olduğunu da gözlemlemeye çalıştım. Görünen o ki, ikisinde de pek büyük bir değişiklik yok.
Tat alamadık
Fenerbahçe’ye katılan ünlü yıldız Roberto Carlos’un takıma eklediği çok fazla bir şey yok. Hatta ileriye gittiğinde o bölgenin savunmasız kalışı bir handikap. Uğur ve Deivid, şu anda takımın en iyileri. Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın bir başka benzer noktaları da hücumda, silah olarak sahaya sürülen Kezman ile Bobo’nun yalnız kalıp, etkisiz eleman rolünde kalmaları. Zaman zaman küçük futbol kırıntılarıyla teselli bulmaya çalıştığımız dünkü Süper Kupa’dan çok tat aldığımızı söylemek hayli zor.
Özellikle savunmaların bu denli basit hata yapışı ve rakibe pozisyon üretme rahatlığı sağlayışı, gelecek için ciddi bir uyarı olmalı. Ancak dedik ya, her şeyin başı oyuna tempoyu koyabilmek. İki takım da bunu yapamadığı sürece biz yine kendi kendimize oynayacağımız süper kupalarla kendimizi avutmaya devam eder ve Avrupa mutluluklarımızı başka baharlarda bekleriz. Sonuç olarak, maçın galibini savunmada yapılan hatalar belirledi.
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2007
BÖYLESİNE maçlarda hedefe gitmek için gerekli başlıca faktör deneyimdir. Finalin getirdiği baskı ve stresin altından kalkmak için de bunu daha önce yaşamak şarttır. Efes Pilsen dünkü final randevusunda daha önce sıkça yaşadığı bu baskının altından kalkarken, Banvit ilk kez çıktığı final mücadelesinde sadece ilk yarı mücadele edebildi.
Belli ki Banvitli oyuncular bir gün önce Fenerbahçe Ülker karşısında verdikleri zorlu mücadelede çok yıpranmış. O maçtaki mücadelelerin yarısına bile ulaşamayınca, hele ikinci yarının başında 5 dakika gibi uzun süreçte skor çıkaramayınca deneyimli Efes Pilsen karşısında teslim bayrağını çekti.
Sert savunma yetti
Sekizinci kez kupa mutluluğunu yaşayan Efes Pilsen dün pek de iyi oynamadı. Özellikle ilk yarıdaki yanlış şut seçimleri skor açısından onları zora soktu. Ama klasikleşen sert savunmaları ikinci yarıda Banvit’e yetti de arttı bile.
Savunma plağını işletip finalde mutlu sona giden Efes Pilsen’in en iyisi 16 ribaund alan ve 15 sayı sayı atan Kerem Gönlüm’dü.
Bu arada Efes Pilsen’in yeni transferi Rasiç sistem içinde yararlı bir oyuncu olacağını gösterirken, Granger’ın da gün geçtikçe düzeldiğini söyleyebiliriz. Banvit’te ise sadece Bekir ile Long’un çabaları final kazanmak için yeterli olmadı.
Yazının Devamını Oku 22 Nisan 2007
BİR gün önce belirtmiştim; kararlılık kazanmadaki en önemli faktördür diye. Belli ki Fenerbahçe Ülker’in yıldız oyuncuları Banvit’i kafalarında küçümsemiş, Türk Telekom galibiyetinden sonra final maçını düşünmeye başlamış. Ama oraya ulaşmak için de engelleri aşmak gerektiğini unutmuşlar. Hesabını iyi yapamayan Fenerbahçe Ülker takımı, karşılarında inançlı, savaşan ve kazanmak için varını yoğunu ortaya koyan bir Banvit takımı bulunca finali ancak rüyasında gördü.
Gerçekten enfes bir mücadele oldu. İki takım da özellikle son bölümde kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yaptı. Ama basketbolda zafer daha çok isteyene gider. Bu gerçek Antalya’da bir kez daha işledi ve Banvit bileğinin hakkıyla finale uzandı.
2.5 kişi oynadılar
Başkent ekibi karşısında savunmada daha çok yardımlaşan ve egolarını bir kenara itmeyi başarabilen Fenerbahçe Ülker’in dün bu görüntüsünden oyunun büyük bölümünde eser yoktu. Çember altında istedikleri verimi alamadıkları gibi savunmayı da bir türlü arzulanan düzeye çekemediler.
Yüreğiyle savaşan ve tam 21 ribaunt alan Mirsad’ın yanına skorda sadece İbrahim katılınca, 2.5 kişi ile oynayan Fenerbahçe’nin 5 kişiyle ölümüne mücadele eden Banvit’i yenmesi çok zordu. Ayrıca Banvit iyi savunma yaptığı gibi çok yüzdeli şut atınca rakibinin tüm dirençlerini de yıktı.
Caner ve Bekir dış atışlarda etkili oldu, Long çember altında sarı lacivertlileri yıktı. Oyunun büyük bölümünde farkı açan Banvit karşısında Fenerbahçe Ülker, lehine çalan hakem düdükleriyle farkı azalttı. Ne var ki bu düdükler bile kararlı Banvit’i yolundan çeviremedi ve disiplinli olmanın ödülünü hakkıyla finale çıkarak aldı.
Günün ikinci yarı final maçında Efes Pilsen, karşısında direnen savaşan güçlü bir Pınar Karşıyaka buldu. Ancak deneyimli lacivert beyazlılar, Fenerbahçe Ülker’in düştüğü tuzağa düşmedi. Rakibinin coşmasına izin vermedi ve finale adını yazdırdı.
Yazının Devamını Oku 21 Nisan 2007
BÖYLESİNE tek maçlık mücadelelerde hedefe ulaşmanın yolu kararlılıktan geçer. Ligde çekiştiği ve yenildiği rakibi Türk Telekom’u yenmeyi kafasına koymuş Fenerbahçe Ülker, dünkü kupa mücadelesinde hedefine ulaştıysa da bunun ana nedeni sarı lacivertli basketbolcuların büyük kararlılık içinde verdikleri mücadeleydi. Aydın Örs, sezon başından beri bu takıma, iyi savunma yapmanın şart olduğunu anlatıyor. Belli ki, onun ısrarları sonuç vermiş. Sezon başındaki savunma yapmayan ve oyuncuların bencilliğinin ön plana çıktığı Fenerbahçe Ülker gitmiş, yerine, birbiriyle yardımlaşarak savunma yapan ve bireysel egolarını bir kenara bırakmış yıldız oyuncular gelmiş.
Savunma kazandırdı
İşte bu yapı Fenerbahçe Ülker’in hem ligde hem kupada başarılı oluşunun en önemli göstergesi. Sezon başında takım olmadığını eleştirdiğimiz sarı lacivertli ekip şimdi her bakımdan organize olan ve rakibini sertliğiyle sindirebilen bir kimliğe bürünmüş. Fenerbahçe Ülker’in en önemli oyuncusu ise takımın beyni durumdaki Willie Solomon. Bu oyuncu çıldırmayıp, disiplinle arkadaşlarını yönettiği anda Fenerbahçe Ülker her istediğini yapabiliyor. Dün de kritik noktalarda sahne alan Solomon, Fenerbahçe Ülker’in maçı kazanmasındaki önemli etkenlerden biriydi.
Ayrıca, 17 ribaund alıp, bunun yanına da 12 sayı ekleyen Mirsad bir başka öne çıkan isim olarak gözüktü. Ancak Fenerbahçe Ülker’in maçı kazanmasındaki en önemli faktör geri düştükleri son anlarda yaptıkları kararlı ve sert savunma idi. Bu sert savunmaya karşılık veremeyen ve Tutku’nun dışında skorer çıkaramayan Türk Telekom’un inançlı mücadele veren Fenerbahçe Ülker karşısında kazanması da zordu.
Son olarak hakemlerin de çok hata yaptıklarını söyleyelim.
Yazının Devamını Oku