Çiğdem Toker

AVM’ler hastane mi olacak okul mu?

13 Mayıs 2008
Parlak turuncu renkteki küçük dikdörtgen kutuyu merakla açıyoruz. İçinden küçük, çelik bir makas çıkıyor. Üzerinde Antares yazıyor. Esprili bir davetiyeyle karşı karşıyayız.

Namık Tanık ile Mevlüt Kahraman, Etlik’te yapımı tamamlanan Antares Alışveriş Merkezi’nin (AVM) 21 Mayıs’ta yapılacak resmi açılış törenini duyuruyor.

Kutudan çıkan ince kağıt şeritte, Antares’te faaliyet gösterecek, giyim, yiyecek-içecek, elektronik, telekomünikasyon, optik, banka, tatlıcı gibi çok sayıda değişik kategorideki mağazaların listesi var.

Antares’le birlikte, 200’e yakın mağazayı barındıracak büyük bir AVM daha Ankara’da faaliyete geçiyor.

Sayısal dağılıma bakıldığında ise mağazaların önemli bölümünü hazır giyim markalarının oluşturduğu görülüyor.

Başkent’te hızla çoğalan AVM’lerin verdiği ilk mesaj, kentin refah düzeyinin arttığı, ekonomisinin geliştiği yönünde.

Buna sadece memnun olunur.

Dahası, ülkenin en önemli sorunlarından olan işsizliğe karşı, istihdam arttırıcı katkısı nedeniyle sevinmek gerektiği düşünülebilir.

Ama acaba gerçek tam olarak böyle mi?

GERÇEK, GÖRÜNENDEN ÇOK FARKLI

Ankara Giyim Sanayicileri Derneği (AGSD) Başkanı Canip Karakuş farklı şeyler söylüyor. Karakuş, her biri milyon dolarlarla ölçülen ihracat kapasitesine sahip 150 üyeli bir meslek kuruluşunu yönetiyor.

AVM sayısındaki artışın plansız ve tehlikeli boyutlara yaklaştığını söyleyen Karakuş ile sohbetimizden bazı notlar:

Ankara’da faal AVM’lerin sayısı 15 civarında. Planlananlarla birlikte bu sayı 60’a yaklaşacak.

Her bir AVM’nin yatırım bedeli 50 ile 100 milyon dolar arasında değişiyor.

AVM’lerdeki mağaza kiralarının metrekaresi 60 euro’dan başlıyor. (Antares’inki 50 dolarmış.

Karakuş "Her ay Paris’e Milano’ya gidiyorum. Toplasanız her bir ülkedeki AVM sayısı 15’i geçmez" diyor.

AVM’LER OKUL YA DA HASTANEYE DÖNÜŞECEK

Ankara’nın bu kadar AVM’yi taşıyacak ekonomik kapasitede olmadığını vurgulayan Karakuş, "Bir süre sonra Ankara’daki AVM’lerin ya okul ya da hastaneye dönüştüğüne tanık olacağız."

Peki ama neden?

"Çünkü aslında kimse mutlu değil. Açılan her AVM, tekstil ve hazır giyim sektörü açısından rekabeti bozucu rol oynuyor. AVM sayısı arttıkça alışveriş artmıyor, azalıyor. Her yeni mağaza, eskilerin kapanması anlamına geliyor. Yüksek kiralar nedeniyle, mağazalar zorunlu giderlerini ödemekte zorlanıyor. Bundan en çok tekstil ve hazır giyim sektörleri zarar görüyor."

ÇÖZÜM: ENVANTER ÇALIŞMASI

AGSD Başkanı Karakuş, AVM’lerde her gün siftah yapmadan dükkan kapatan yüzlerce esnaf bulunduğunun altını çiziyor. Çözümün ne olduğu sorusuna yanıtı ise şöyle:

"Belediyeler aynı cadde ve sokakta birden fazla AVM’ye ruhsat vermemeli. Bu çarşılar için bir envanter yapılmalı. Sanayi Bakanlığı ile belediyeleri bu konuda duyarlı olmaya davet ediyorum."

Karakuş’
un uyarıları, dikkate alınmayı hakediyor galiba.
Yazının Devamını Oku

ASO binası mimarından sürpriz çıkış

29 Nisan 2008
Ankara Sanayi Odası’nın (ASO) Atatürk Bulvarı üzerinde yükselen yeni binasının mimarı Mustafa Yücesan aradı. Söze, geçen haftaki yazımızda yer alan parantez içi siteme hassasiyet gösterdiğini belirten bir "karşı sitemle" girdi.

Projesinin "estetiği" konusunu tartıştırmayacağını, bir bilimsel tezinin bu konuya dair olduğunu söyledi.

Tezinde, Bulvar üstünde İş Bankası Genel Müdürlüğü için yapılan, şimdi BDDK’nın faaliyet gösterdiği yapının "yalnız bırakılmasının yanlış olduğunu, karşısına yakın yükseklikte başka bir bina yapılması gerektiğini" yıllar önce savunduğunu açıkladı.

"Talih" dedim, "Savunduğunuz tezi fiziken hayata geçirebilmeniz hakikaten herkese nasip olmaz"

Ardından, geçen hafta parantez içinde bırakmaya özen gösterdiğim o sitemin, Yücesan’ın eserini hedeflemediğini, genel nitelikli olduğunu, Atatürk Bulvarı’nın alt ve üst geçitlerle bir daha geri dönmeyecek biçimde deforme edilmesine bir kentli olarak buna tepki gösterdiğimi izah etmeye çalıştım. Ve ekledim:

"Atatürk Bulvarı, bildiğimiz Atatürk Bulvarı olmaktan çıktı. Kuğulupark’tan Kızılay’a yürümek artık mümkün değil. Çünkü otomobili, yayadan üstün gören bir anlayışla, sırf alt geçit yapılabilsin diye kaldırımlar kuşa döndürüldü. Bu yetmiyormuş gibi, altgeçitlerin iç yüzeylerine de alay eder gibi kör kuğu resimleri kondu."

ALT GEÇİTLER İPTAL EDİLEBİLİR Yücesan
dinledi ve çok ilginç bir karşılık verdi:

"Biz ASO binası projesini zaten alt geçitlerin bir gün iptal edileceği, kapatılacağı varsayımı altında tasarladık. Hesapları buna göre yaptık."

Ben çocuksu bir sevinç ve şaşkınlık duygusuyla "Nasıl yani, bu mümkün mü, bunu Başkan Gökçek’e aktardınız mı?" sorularını peşpeşe yöneltince de aldığım yanıt şu oldu:

"Elbette mümkün. Bulvardan geçen alt geçitlerin altı müze haline getirilebilir. Bunun örnekleri var. Melih Gökçek’e de söyledim. Ben belediye başkanı olunca bunu yapacağım dedim!"

Hayal gibi değil mi?

Fakat oradaki alt geçidin müze olacağı günü bekleyen tek kişi olmayacağımdan eminim...

Bulvar yeni sanat merkezi



YÜCESAN’ aktardığı diğer ibilgiler şöyle: Projenin sadece ASO’ya hizmet vermeyeceğini, belirten Yücesa, bir katın konser, opera gibi sanatsal etkinlikler için planlandığını, caddede yürürken binanın içinden geçilebileceğini ve nihayet, giriş-çıkışlarda parmak izi uygulamasının hiç Düşünülmediğini aktardı.

Kendisine "parmak izi" konusunun Ender İnşaat’ın web sitesinde yer aldığını belirtince, bu bilginin orada "sehven" yeraldığını kaydetti.
Yazının Devamını Oku

ASO tv geliyor

22 Nisan 2008
Atatürk Bulvarı’nın çehre ve siluetindeki hızlı değişim (!) sürüyor. Temelini on ay önce Başbakan Tayyip Erdoğan’ın attığı ASO’nun 17 katlı yeni bina inşaatı tamamlanmak üzere. (Fiziki ihtiyaçların, estetiği kırıp dökmesine olağan bakılan bir ülkede yaşadığımız için, üzüntüyü not edip yeni bilgiler paylaşacağım)

Toplam 12 milyon YTL’ye malolacak binanın müteahhit firması Ender İnşaat "300 gün" taahhüdüne uyacak ve ay sonunda binayı ASO’ya teslim edecekmiş.

Mayıs boyunca da tefriş dekorasyon, bilgisayar ve diğer elektronik altyapısı hazırlanacakmış.

Dolayısıyla, ASO Başkanı Nurettin Özdebir’e rastladıkça "Nasıl gidiyor?" diye sorup ilgilenen Başbakan da yeni binayı en geç Haziran başında açabilecekmiş.

BENZERİ OLMAYAN SİSTEM ASO, yeni binayla birlikte "ASO İnternet tv" adıyla internet televizyonculuğuna adım atıyor.

Bu amaçla dünyadaki son teknolojik düzeyi temsil eden "Adobe stream server" altyapısı üzerinden yayın yapacak internet televizyonculuğu için ihale hazırlığı yapılıyor.

Aylık Meclis toplantıları sık sık gündem belirleyen konuşmalara sahne olan ASO’nun bu projesinin biz habercileri de yakından ilgilendiren bir unsuru var: Kurulacak profesyonel görüntü sistemiyle,bağlantılar bina önündeki elektronik kutudan sağlanabilecek. Yapılan çekimler DVD formatında isteyenlere dağıtılacak. Sistemle, isteyen kuruluşlara tv yayını kalitesinde görüntü verilmesi hedefleniyor.

Bu sistemin Ankara’da benzerinin olmadığı belirtiliyor.

PARMAK İZİNDEN VAZGEÇİLDİ Ender İnşaat’ın İnternet sitesinde ASO binası tanıtılırken, "Tam anlamıyla akıllı bir bina olarak tasarlanmıştır. Bütün kapılar parmak iziyle açılıp, kapanacaktır" ifadesi dikkat çekiyor.

Öğrendik ki, yeni bina için parmak iziyle tanıma sisteminden vazgeçilmiş. (Kişi hak ve özgürlüklerine müdahale olduğu gerekçesiyle değil, teknik sorun çıkar diye.) Yerine, kat kartları kullanılacak, her kat için ayrı bir kart alınacağı için, asansörde gidilecek kişinin katı dışındaki başka katın düğmesine basmak mümkün olamayacakmış...

Püf noktası" ve borçlar

DİKİLİ Belediye Başkanı Osman Özgüven’in otobüs ve su hizmetlerini halka parasız sunması nedeniyle hakkında dava açılması, geniş yankı buldu.

Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’i arayıp, "Siz de başkan olarak milyonlarca dolarlık yardım yaparken, Dikili Belediye Başkanı’nın soruşturmaya uğramasını nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sorduk.

Başkan Gökçek soruma soruyla yanıt verdi: "Ben yaparken beni yerden yere vuran medya, SHP’li başkan olunca neden methiyeler düzüyor?"

Ben "Methiyeler düzmüyoruz. Sorumun basit olduğunu düşünüyorum. Siz soruşturmaya uğramazken, Dikili Belediye Başkanı neden uğruyor?" diye soruyu tekrarladım.

Başkan Gökçek, şu yanıtı verdi: "Bu arkadaşa haksızlık yapılmış o ayrı. Ama işin küçük bir püf noktası var."

Ben: "Nedir püf noktası?"

Başkan Gökçek: "Hiç söyler miyim?. Siz başkana söyleyin bana gelsin, söyleyeyim."

Ben: "Bizim böyle bir görevimiz yok."

Başkan Gökçek: "O zaman gelip bana sorarsa söylerim."

Gökçek,
ertesi gün düzenlediği basın toplantısında yasa gereği belediye hizmetlerinden ücret alınması gerektiğini söyledi ve "Yardım yapmak ayrı bir şey, hizmet vermek ayrı bir şey. Mesela otobüsü bedava yapamazsınız. Ücret almaya mecbursunuz. Yardım etmeniz ise başka bir durumdur" dedi.

Böylece püf noktasını öğrendik. Fakat konuyla ilgisi olmasa da bu sözleri dinlerken, nedense Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Hazine’ye olan 4 milyar YTL’lik vadesi geçmiş borcunu da hatırladık...
Yazının Devamını Oku

"Vatandaş" kılığında denetim projesi suya düştü

9 Nisan 2008
MALİYE, vergi iadesini kaldırdıktan sonra, esnafın nakit alışverişlerde kendiliğinden fiş verme uygulaması hissedilir biçimde düştü.

Yazının Devamını Oku

Ekren’in toplantısından reform vaadi çıktı

1 Nisan 2008
Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, geçtiğimiz hafta Ankara’da tekstil, hazır giyim ve deri sanayicileriyle kapsamlı bir toplantı yaptı. Toplantının "devlet" tarafında, Ekren’in yanısıra Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ve bazı müsteşarlar vardı.

30’a yakın işadamının yer aldığı reel sektör tarafının başında ise TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu. Üç sektörün sorunlarına dinleyip çözüm bulmayı amaçlayan bu toplantı beş saat sürdü.

Üç sektörün de dünyayla rekabetinin önünde, teşvik ve vergi yükü sorunları ağır bir eşiğe gelmiş durumda.

Kamuoyuna yansımadı ama bu toplantıda Başbakan Yardımcısı Ekren’in, üç sektöre "reform" vaadettiğini duyduk.

Başbakan Yardımcısı, herkesi tek tek dinledikten sonra ay sonuna kadar bir strateji raporu hazırlanmasını istemiş. "Öyle bir rapor olsun ki, bir daha bu sorunları tartışmayalım" demiş.

UMUT ORAN: DEVLET İLE VERİLERİMİZ FARKLI

Kapatma davasının bir numaralı gündem maddesi olduğu siyaset arenasında, geçen hafta dikkate değer diğer bir gelişme de işadamı ve TOBB Hazır Giyim Meslek Komitesi Başkanı Umut Oran’ın CHP Genel Başkanlığı’na adaylığını açıklaması oldu.

Oran, Ekren’in toplantısına, Milliyet’te Devrim Sevimay’a adaylığını açıkladığı röportajın hemen ertesinde katıldı.

Umut Oran’a toplantıyla ilgili izlenimlerini sorduğumuzda, "Bunca zamandan sonra tekrar tekrar sorunları değil, çözümleri konuşuyor olmalıydık" dedi ve ilginç bir notu paylaştı: "Devletin elindeki veriler ile bizimkiler birbirini tutmuyor. Oysa biz de devletin verilerini kullanıyoruz."

Oran’ın sözünü ettiği veriler ise tekstil üzerindeki devlet yükü, sanayi elektriğinin kullanımı.

Son bir not: Umut Oran’ı, AKP hükümetinin iki bakanı, CHP Genel Başkanlığı’na adaylığından dolayı kutlamış. Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan telefonla aramış. Başbakan Yardımcısı Ekren de o toplantı sırasında "Hayırlı olsun" demiş.

Savaş’ın ’Kapatma’ kitabı 15 günde 5 baskı yaptı

Haftasonu, Ankara’nın vergi rekortmenleri açıklandı. Başkentin köklü yayıncısı, Bilgi Kitabevi’nin sahibi Ahmet Küflü, en yüksek vergiyi ödeyen 100 kişilik listeye, 424 bin YTL ile 43. sıradan girdi.

Siyaset, yargı ve diplomasi alanındaki sonuçlarını an an izlediğimiz AKP’nin kapatılması davası, kitap piyasasını da canlandırdı.

Nasıl mı?

Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın "AKP Çoktan Kapatılmalıydı" adlı kitabı piyasaya şubat ayında çıktı.

14 Mart Cuma günü de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Anayasa Mahkemesi’ne "kapatma" başvurusunu gönderdiğini öğrendik.

O gün, kitapçılarda 2. baskı satılıyordu.

Aradan iki hafta geçti.

Küflü ile sohbetimizden öğrendik ki, şu anda 7. baskı piyasadaymış.

59’un sırrı

"Recep İvedik’i izlemeyeceğim" diyen Cem Yılmaz, İstanbul vergi rekortmenleri listesine 59. sıradan girmişti.

Yılmaz bu cümlesiyle, -kimilerinin "Türkiye’deki iki komedyenden biri" dediği- Gökbakar’a kıymet vermediğini anlatıyordu.

Aradan birkaç gün geçti.

Recep İvedik’i yazan ve oynayan Şahan Gökbakar da Ankara vergi rekortmenleri listesine 59. sıradan girdi.

Mizah hayatın içinde.
Yazının Devamını Oku

Devlet vákárı ve işporta satışı

18 Mart 2008
YAŞI tutmayan okur, mekánı İstanbul olan siyah-beyaz Türk filmlerinde rastlamıştır: <br><br>Eskiden satışa "Abilerim aplalarım" diye başlayan işportacılar vardı. Tarağın yanında ayna da satabilmek için dakikalarca dil döker, vapur müşterisinin gözüne girebilmek için bin dereden su getirir, çelikten bir kararlılık sergilememeniz halinde, o bıktırıcı ikna sözlerini duymamak için pes edip parayı öderdiniz.

İşte 14 Mart Cuma günü ANFA Salonu’nda Başkent Doğalgaz A.Ş’yi satan İhale Komisyonu üyesi Ahmet Arslan ile Global-Energaz’ın patronları arasındaki diyalogun yaşattığı duygu, tam da buydu:

İşportadan mal satılıyor duygusu.

Bu duyguda yalnız değildim. Görevi ihaleyi izlemek olan pek çok meslekdaşımın, o on dakika boyunca yüzlerinin mahcubiyetten, öfkeye uzanan tonlarda değiştiğinin tanığıyım.

Ne miydi bize, ne alan ne de satan olduğumuz halde kendimizi mahçup hissettiren?

Meslek yaşamı boyunca sayısız ihale izlemiş gazeteci grubu olarak, kamu vákárının bu kadar ayaklar altına alındığı, kredibilitenin bunca hiçe sayıldığı başka bir örnek izlemedik.

Evet adettendir. Evet; büyük kamu ihalelerinde, devlet adına hareket eden Komisyon Başkanları’nın, Hazine kasasına daha çok para girsin diye "Bir jest yapın" çağrısına çok tanık olduk...

Fakat bundan daha yüksek rakamlara giden onca özelleştirme ihalesinin hiçbirinde devlet yetkilileri, firma temsilcilerinin yüzün ekşittiğini, hoşnutsuz ifadelerini göre göre dakikalarca yalvarmadı.

Kamu avantajını, saniyeler içinde aşınan psikolojik bir yenilgiye dönüştürmedi.

Global-Energaz’ın tam üç kez "Teklifimizle bağlıyız" demesine karşın, Arslan’ın sanki Mehmet Kutman Ankara’ya geldiğinde uzun yürüyüşler yapıyormuş gibi "Çok güzel üstgeçitlerden geçeceksiniz" sözüyle ikna çabası, beş yaşındaki çocuğuyla pazarlığa giren anne-babaları hatırlatıyordu.

Bütün bu nedenlerle Ahmet Arslan’ın "Bin defa yalvarırım" sözüne katılmak mümkün değil.

Sahi bankalara ne oldu

İhale için 40 firma şartname almıştı. Bunların arasında OYAK, Fortis, Merrill Lynch, HSBC, JP MORGON, TEB, CA IB Corporate Finance, Essar Investment gibi büyük banka ve finans kuruluşları da vardı.

Acaba bu banka ve finans kuruluşlarının biri bile neden teklif vermedi?

Amerİkan bİrleŞİk dolarI

Gerçekten değişik bir ihaleydi.

Bir kere, tecrübeli firma temsilcileri başta olmak üzere, kimse ihale yöntemini doğru düzgün algılayamadı.

Bunda alışılmışın dışında usuller ve yöntemin yürürken açıklanması ve değiştirilmesi kadar; İhale Komisyonu Başkanı Zübeyir Arık’ın sorunlu Türkçesi de etkili oldu.

Ankara Büyükşehir Belediye Genel Sekreter Vekili Sayın Arık’ın ifade ve sözcük hatalarıyla dolu olarak yaptığı bilgi anonsları, aydınlatıcı olmaktan çok uzaktı.

Tesine, Arık’ın cümleye ortadan başlayan, fiili olmayan her bilgi aktarışında salonda uğultu ve mırıldanmalar yükseldi.

Gelgelelim, ihalenin bitmesine dakikalar kala "Teklifler Amerikan birleşik doları olarak verilecektir" anonsu duyulduğunda, o ana kadar gerilen sinirler bir anda boşaldı ve salondan kahkahalar yükseldi.

Yanıldığını

asla kabul etmeyenler, en çok yanılanlardır.

La Rochefoucauld
Yazının Devamını Oku

Tartışmalı defile için ne dediler

11 Mart 2008
Ankara Sheraton Oteli’nde düzenlenen ve yaklaşık 1000 kişinin izlediği bir tesettür defilesi, geçen haftanın tartışılan haberlerinden biriydi. Uluslararası haber ajansları, aralarında kabine üyesi bakan ve bakan eşlerinin de yer aldığı "Uzak Şehirlerde" adlı bu defilenin fotoğraflarını, "Türkiye’nin yeni imajı" anlamına gelen fotoğraf altlarıyla bütün dünyaya geçti.

Defileyi düzenleyen firma 1974’de küçük bir atölyeyle işe başlayıp, bugün onlarca ülkeye ihracat yapan Ankara kökenli bir tesettür giyim şirketi. Firma, içinde sadece bir tek sesli harfin bulunduğu altı harfli ilginç bir isme sahip:Setrms.

SETRMS VE

ÖRTÜLERİM "Setrms ne demek?"
diye düşündüğünüzde, Arapça tesettür kelimesinin akrabası olan "setre"nin (Katibimin Setresi gibi) sanki Arapça değilmiş gibi modern (!) bir hava verilerek kılık değiştirilmiş bir kelime olduğunu fark ediyorsunuz.

Bir nevi "örtülerim" anlamında...

DEFİLE VE SİYASET Defile koreografisinin bir bölümünde, aralarında üniversitenin sembolize edildiği "kırmızı hat" bulunan başı örtülü ve başı açık kızların yer aldığı bir de tiyatral sunum yer aldı.

"Türban" sorununun canlandırıldığı -kişisel olarak izlemediğim bu bölüm- salondan alkış almış. Bazı izleyiciler de "Kötü bir müsamere gibiydi" yorumunu yapmış.

Bu defileyi düzenleyen firma sahibi Abdürrahim Çelikten, koreograf Yasin Soy ve Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Canip Karakuş ile konuştum.

Setrms’in sahibi Abdürrahim Çelikten’e uluslararası ajansların haberi geçiş biçimini ve "Defilenizin Türkiye’nin imajını olumsuz etkilediği yorumlarına ne diyorsunuz?" sorusunu yönelttiğimde, şu yanıtı verdi:

SOKAKTAKİ PORTRE

PODYUMA YANSIDI "Türkiye’nin portresi ne ise, podyuma da o yansıdı. Sokakları gezen insanların gördüğü manzaralar. Kaldı ki, defileyi izleyenlerin çoğunluğu başı açık hanımlardı. Müsamere gibi denilen o koreografi ile de Türkiye’de yaşanan bir süreci podyuma taşıdık. Aslında böyle bir sorunun olmadığını, tabanda insanların kardeşlik ve barış içinde yaşadığı mesajını verdik."

KOREOGRAF SOY:

İÇGİYİM DEFİLESİ

DE YAPIYORUZ
Defilenin koreografı Yasin Soy ise kendilerinin modacıların tasarımlarını podyuma uyarlayan kişiler olduklarını vurguladı ve "Fikir konsept, düşünce tamamen onlara aittir. Sahne sahne istediler biz de uyguladık. Sonuçta başörtüsü ve kapalı giyim de bir ihtiyaçtır. Ben içgiyim defilesi de uyguluyorum" dedi. Soy, "Türkiye’nin imajıyla ilgili sorun olduğu" tesbitine katılmadığını söyleyerek "Bu tarz giyinen bayanlar ülkemizde çok. Onlara hizmet sunan firmalar olmasa ne giyineceklerdi?" dedi.

MODAYA SİYASET

SOKULMUŞTUR
Ankara Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Karakuş’un yorumu ise kısaydı: "Bu defileyle modaya siyaset sokulmuştur. Bizim üyemiz ama ben katılmadım. Katılmak istemedim" dedi.

Abdürrahim Çelikten
"Bu gösteriyle siyasi bir mesaj vermek istediniz mi?" sorumuza "Biz bu planı dört ay önce yapmıştık. Gündemle çakışması tamamen tesadüftür" dedi.

Bu defileyle modaya siyasetin sokulup sokulmadığının yalın bir testi var aslında:

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın eşi Semiha Yıldırım, Tarım Bakanı Mehdi Eker’in eşi Yasemin Eker, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ın eşi Münevver Arınç, kreasyonlarında tesettür giyime hiç vermeyen bir giyim defilesinden davet alırlar mı, alırlarsa izlemeye giderler mi?

Bu soruya verilecek yanıt, tartışmalı defilenin siyasi amaç da içerip içermediği konusunda fikir verecektir.
Yazının Devamını Oku

Tahiroğlu’ndan yanıt var

19 Şubat 2008
Geçen hafta bu köşede, AŞTİ terminalinin paralı otoparkını kullanmak zorunda kalan Ankaralılar’dan, Keçiörengücü Spor A.Ş adına yapılan tahsilatı gündeme getirmiş ve Osman Gökçek’in yakın arkadaşı Kulüp Başkanı Sedat Tahiroğlu’na ne kadar vergi ödediklerini sormuştuk. Tahiroğlu’ndan elektronik postayla uzunca bir yanıt geldi.

Mektupta Keçiörengücü’nün vergi borcu bulunmadığı belirtiliyor. Ancak herhangi bir rakam da yer almıyor...

Buna karşılık şöyle deniyor:

"Şeffaflık bizim için de temel bir prensiptir. Her türlü işlemimiz kamuoyunun bilgisi dahilindedir."/images/100/0x0/55ea6973f018fbb8f87e326f

Rakam açıklamadan şeffaf olmak, üstüne her türlü işlemin kamuoyunun bilgisi dahilinde olduğunu söylemek?

Herhalde "kamuoyu" ile başka birşey kastediliyor...

"Bu haberinizin de iyi niyetli olarak ve halkı bilinçlendirmek amaçlı yapıldığını düşünüyoruz" denilen mektubun paylaşmak istediğimiz diğer kısmı şöyle:

"Kulübümüz 1987 yılında kurulmuştur. O günden bu güne kadar birçok sporcu yetiştirmiştir. Bunlardan halka malolmuş pek çok futbolcu bulunmaktadır. Mehmet Kulaksızoğlu, Ümit Özat, Tolunay Kafkas, yine halen Süper ligde oynayan Özer Hurmacı, Ediz Bahtiyaroğlu gibi pek çok isim halen aktif olarak Türk Futboluna katkı sağlamaktadır.

Bu katkıya destek veriyor olmaktan oldukça memnuniyet duymaktayız.

Sizin de aynen bizim gibi bu duyguyu paylaştığınızdan eminiz."

Alıntıladığım bölümün son cümlesine takıldım.

"Bu katkıya destek vermekten memmuniyet duyma" duygusunu paylaşmıyorum çünkü.

Bir katkıya destek vermekten memnuniyet duymak için o katkının gönüllü olarak sunulması ve içten gelmesi gerekiyor.

Mecburiyet ile memnuniyet ne kadar yanyana gelebileceğini takdirinize bırakıyorum.

Hele futbol-siyaset ilişkisinin akçeli açıdan bu kadar tartışıldığı bir dönemde .

’Bir kısım AŞTİ esnafı’ da şikayetçi

"Bir kısım AŞTİ esnafı" imzasıyla bir mektup daha...

Belli ki, yetkili başka makamlara da gönderilmiş.

Bazı bölümleri de kısaltarak ilgililerin dikkatine sunalım:

"Çığırtkanlık kellecilik almış başını gidiyor.Aileler artık AŞTİ ye gelmiyor.Gelenler ise ya kellecinin eline düşüyor iki milyona satılıyor,ya da zorla eşyaları ellerinden alınarak eşya taşıma ücreti alınıyor fahiş fiyatlarla. Hele bayan yolcuların durumu çok daha vahim durum da.Senelerdir kelleciliğin önüne geçilemedi.

Sizler kamera vasıtasıyla yeri yurdu belli hatta sigortalı çalışanlara kelleci diye ceza yazıyorsunuz ama bu adamlara en ufak bir yaptırım uygulayamıyorsunuz.

Bu adamlar hangileri diye sorsanız,kime sorsanız gösterirler.

Yazıhanelerin arka koridorundan yolcu satıyorlar.Sizler bizden daha iyi biliyorsunuz onların nerede olduğunu neden müdahale edilmiyor.Neden bu insanlara ceza yazılmıyor.

Kendi ailenizi güvenli şekilde AŞTİ ye gönderiyor musunuz.Yoksa bizim yaptığımız gibi yolcularınızı Aşti dışında yoldan mı bindiriyorsunuz?"

AŞTİ yönetim birimleri Allah katında gönlünüz rahat mı? Peygamber efendimizin dediği gibi ’İşi ehline veriniz’aldığınız maaşın hakkını veriyor musunuz.Daha doğrusu esnafa ödeme ve ceza bildirimi dışında yaptığınız bir iş var mı? .

"Bir kısım AŞTİ esnafı", İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği’nin AŞTİ’ye heyet gönderip esnafın derdinin dinlenmesini talep ediyor...

Duyurulur...
Yazının Devamını Oku